Unutmanın dayanılmaz ağırlığı

Gökçer Tahincioğlu'nun kitabı 'Kiraz Ağacı', İletişim Yayınları tarafından raflarda yerini aldı. Tahincioğlu'nun, “hatırlayanlara” ithaf ettiği 'Kiraz Ağacı', bizleri bir benzerlikten ibaret bulduğu dünyaya tanıklık etmeye ve kendi hafızalarımızla hesaplaşmaya davet ediyor.

Google Haberlere Abone ol

Büşra Bakan

Hatırlamak ve unutmak, insanın kendi varoluşunu ve diğeri ile kurduğu ilişkiyi düşündüğünde karşısına çıkan iki önemli eylem. Neyi, kimi hatırlarız ya da hatırlamayı seçeriz? Hatırlamak istemediğimiz şeyleri unutmak mümkün müdür? Hatırlamak ve unutmak sadece bizim irademizde olan, içsel eylemler midir? Bütün bu sorular Gökçer Tahincioğlu’nun geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’nca yayımlanan 'Kiraz Ağacı' romanında yankı buluyor.

'Kiraz Ağacı', Hivda ve Deniz’in Korsakoff sendromuna yakalandıktan sonra, Hivda’nın hem kendini hem Deniz’i bulma, kaybettiklerini anlamlandırma yolculuğu etrafında şekilleniyor. “Hatırlamak” ve “Unutmak” adında iki bölümde aktarılan Hivda ve Deniz’in hikâyesi, bireysel ve toplumsal hafızada bu iki eylemi nasıl gerçekleştirdiğimiz ya da gerçekleştiremediğimiz üzerine bir diyalog...

Siyasi sığınma isteğiyle gittiği İngiltere’den Ankara’ya dönüş hazırlığındayken tanışıyoruz Hivda ile. Her şey Hivda’nın geriye dönme, hatırlama ve kendini tamamlama arzusu ile başlıyor. Hayatının belirli ve önemli bir kısmını unutan Hivda, o boşluğu doldurmak için Ankara’ya, babası ve kız kardeşiyle çocukluğunu geçirdiği eve dönme umuduyla yola çıkıyor. Biz de Hivda’nın, yolları bir noktada Deniz ile kesişen hayatından sunulan fragmanlarla adım adım ayrı bir yolculuğa çıkıyoruz. Kendimizi kimi zaman Hivda’nın çocukluğunda, üniversite yıllarında bulurken, kimi zaman da Hivda’nın henüz var olmadığı, içine doğacak olduğu günleri şekillendiren olayları izlerken buluyoruz.

HATIRLAMAK VE UNUTMAK

'Kiraz Ağacı' ne kadar Hivda ve Deniz’in hikâyelerine odaklansa da diğer karakterler ve hayatlarından kesitlere de yer veriliyor. Örneğin, Hivda ve Deniz ne kadar unutmaktan muzdaripse, Mesut -kendi farkında olmasa da- hatırlamaktan dolayı sıkıntı içerisinde. Bir tezat karakter olan Mesut üstünden, bir kişinin kendisini oluşturmasında (oluşturamamasında da diyebiliriz) hafızanın önemini gözlemliyoruz. Unutamadığı, ağır bir gölge gibi taşıdığı babasının hatırası ve otorite figüründe toplanmış bütün ataerkil sembol, dürtü ve hislerin Mesut’un hikâyesini nasıl şekillendirdiği önemli bir konuya işaret ediyor. İki dava insanının aşkları ve inandıkları uğruna verdikleri mücadeleleri ekseninde ilerleyen romanda, Tahincioğlu çeşitli mekân ve zamanlardan açılan pencerelerden, farklı hayatlara ve düşünce dünyalarına sahip karakterlere de yer vererek hem kişisel hem toplumsal tarihi ince ince dokuyor. Bu açıdan roman kronolojik bir anlatıyı reddediyor diyebiliriz; âdeta Hivda’nın parça parça hatırlaması gibi, biz de aynı parçalanmışlıkla tamamlamaya çalışıyoruz bütünü. Hivda kendini hatırlama çabasındayken, Tahincioğlu bizlere Hivda’nın hikâyesi üzerinden yakın tarihimizin belki de unutmayı seçtiğimiz yanlarını hatırlatıyor ve okur olarak biz de bahsettiğim ikili diyalogun bir dinamiği haline geliyoruz.

Kiraz Ağacı, Gökçer Tahincioğlu, 292 syf.,  İletişim Yayıncılık, 2020.

Babasının bahçelerindeki o çok sevdiği kiraz ağacında yaşayacağına inanan Hivda ile Dersim’deki köyde dedesinin diktiği kiraz ağacının bir eşini Ankara’da bulan Deniz, birbirlerine ne kadar âşık olsalar da asla birbirlerini tam olarak anlayabilen, bilebilen iki karakter değil. Deniz ne kadar çabalasa da Hivda’nın her şeyini bilemiyor. Ya da Hivda hapishane günlerinde Deniz’e ne kadar inanmak istese de bir yanı hep eksik kalıyor. Bu durum, hafızalarını yitirdikten sonra daha da belirgin bir hale geliyor. Sevdiğin insanın iç dünyasını bir türlü çözememe, bir diğerinin travmasını kavrayamama, anlayamamaya evriliyor.

'Kiraz Ağacı' dünyasında yaşananlar bir yandan belgesel titizliğiyle aktarılırken, bir yandan da diğerinin travmasının asla tamamen kavranamayacağı hissi veriliyor. Romanı güçlü kılan yanı da bana kalırsa bu ikisi arasında kurulan denge. Gözlemleyebildiklerimiz kadar ulaşamayacaklarımız da var: Hivda ve Deniz’in arkada bırakamamaları, diğerlerinin ölümünün yanı sıra kendi ölümlerine –bedenlerinin değil belki de ama belleklerinin ölümüne– şahit olmaları, bu yüzden ne romandaki diğer kişilerin ne de bizlerin kavrayabileceği bir aradalık halini yaşamaları... Her daim bedenlerinde ve hafızalarında bir yitmişlik taşıyan bu iki kişinin hikâyesinde kiraz ağacının hatırlama ve hatırlatmadaki önemi belki de bu yüzden daha da anlam kazanıyor. Birçok karakterin farklı his ve hayallerini emanet ettiği kiraz ağacının, ismini verdiği romanda kendine has bir karakter olduğu apaçık bir durum. Roman ilerledikçe, Hivda’nın hatırlamaya dair içinde taşıdığı dürtü kiraz ağacında karşılık buluyor; neden olduğunu anlamlandıramasa da herkes Hivda’ya bir şekilde onu hatırlatıyor.

Hivda’nın kiraz ağacında bulduğu ise belki de unuttuğu yılları hatırlamaktan daha ötesi… “Kalp, gerçekten çarptığı hiçbir şeyi unutmuyor” cümlesiyle biten roman, yitirilen ve unutulanlar kadar hatırlamaya değer bulunanların ve hatırlama mücadelesinin izlerini sürüyor. Yazarının, “hatırlayanlara” ithaf ettiği 'Kiraz Ağacı', bizleri bir benzerlikten ibaret bulduğu dünyaya tanıklık etmeye ve kendi hafızalarımızla hesaplaşmaya davet ediyor.