Urfa Baro Başkanı Öncel: Artık avukatların avukatlık yapması engelleniyor

'Çoklu baro' protestolarıyla ilgili bir tek Urfa Barosu'na soruşturma açıldı. Urfa Baro Başkanı Avukat Abdullah Öncel "Amaç, 'Bakın, siz çok ileri gidiyorsunuz' demek ama biat etmeyeceğiz" diyor. Öncel, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın avukatların meslekten men edilebilmesiyle ilgili sözlerini şöyle yorumluyor: "Siyasal iktidarın terörize ettiği suç ve suç tiplerini artık avukatların savunmaması gerektiği kastedilmekte, amaçlanmaktadır. Eğer savunursa o suç ve suç tipiyle özdeşleştirilir avukat."

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Zengin

DUVAR - Türkiye'de özellikle 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' olarak tarif edilen yeni yönetim biçimine geçilmesinden itibaren kuvvetler ayrılığının, yargının ve hukukun bağımsızlığı ilkesinin ortadan kaldırıldığına dair tartışma yaşanıyor. Hukuk alanına yönelik yapılan yapısal ve kurumsal değişiklikler ile bu tartışma daha da alevlendi. Baroların yapısını değiştirmeye yönelik kanun teklifinin kabul edilmesi, baro genel kurullarının ertelenmesine yönelik karar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Avukatların meslekten men edilmesi de tartışılmalı" açıklaması, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun Anayasa Mahkemesi Başkanı'na yönelik ifadeleri ve en son Urfa Barosu başkanına ve 25 avukata soruşturma açılması, tartışmanın son aylardaki esas meseleleri oldu. Bu gelişmeri, özellikle de bunların avukatlık mesleğine yansımalarını ve avukatlık mesleğinin içine girdiği durumu Urfa Baro Başkanı Avukat Abdullah Öncel ile konuştuk.

'BAROLAR NİTELİKSİZLEŞTİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR'

abdullah öncel
Avukat Abdullah Öncel, Gazete Duvar'ın sorularını yanıtladı.

Şahsınıza ve avukat arkadaşlarınıza yönelik başlatılan bir soruşturma var. Siz soruşturma ile ilgili yaptığınız açıklamalarda, "Biat etmeyeceğiz" vurgusunda bulundunuz. Dolayısıyla amacın, hükümetin sizi "Biat etmeye" zorlamak olduğunu mu düşünüyorsunuz? Ve şayet öyle ise, neden?

Kesinlikle öyle düşünüyorum. Zira baktığımız zaman Türkiye'de 80 baro da 'çoklu baro' yasa çalışmaları sırasında aynı tepkiyi verdi. Ve birçok baromuz da baro başkanları öncülüğünde yönetim kurulları üyeleri ile birlikte avukatlarımız bu yasa çalışmalarına karşı çıktılar ve demokratik tekiplerini göstererek, protesto haklarını kullanarak oturma eylemi yapanlar oldu, birçok etkinlik düzenlendi. Ama ne hikmetse, Urfa'da bizim ve arkadaşlarımızın adliye önünde 7 Temmuz'da yaptığı oturma eylemine ilişkin Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü tarafından başsavcılığa ihbarda bulunarak bizim hakkımızda, yani ben ve 25 meslektaşım hakkında 2911 sayılı yasaya muhalefetten soruşturma açıldı. Şimdi buradaki amaç şu: Urfa Barosu son iki yıldır hak ihlallerine karşı inanılmaz bir direnç gösteriyor. Hak ihlallerinin tespiti noktasında ve sonrasında göstermiş olduğu tepki sanırım bazılarını rahatsız etmeye başladı. Ve buradaki amaç, evet, biz çoklu baro yasasıyla birlikte baroları etkisizleştirme, niteliksizleştirme çalışmasının, çabasının olduğunu görüyoruz ama Urfa özelinde de yapılmak istenen şey, biraz önce ifade ettiğim gibi, kesinlikle baroların susturulması amaçlanıyor. Şimdi baktığınız zaman, Anayasa'nın 34. maddesi var. Anayasa'nın 34. maddesinde barışçıl, demokratik tepkilerin tamamen anayasadan kaynaklı olduğu ve suç oluşturmayacağı hüküm altına alınmıştır. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesinde toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme hakkı düzenlenmiş. Ve bizim yaptığımız bu eylem, tamamen bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir etkinlik ve eylem. Ama Türkiye'de, enteresan, sadece Urfa'da bu soruşturmanın açılmış olması bize manidar geldi.

‘TAKİPSİZLİKLE SONUÇLANACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM'

Urfa dışında başka bir yerde böyle bir soruşturma açılmış değil yani?

Hayır. Hiçbir meslektaşımız hakkında, hiçbir baro yöneticisi hakkında, hiçbir baro başkanı hakkında açılmış bir soruşturma bulunmamaktadır.

Peki, bunun bir siyasi karar olduğunu düşünüyor musunuz?

Ben hukuka aykırı bir karar olduğunu düşünüyorum. Zira neticede zaten buna ilişkin Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı kapsamında Anayasa Mahkemesi'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) birçok kararı mevcut. Türkiye'deki yerel mahkemelerin de buna ilişkin kararları var. Ben bu işin takipsizlikle sonuçlanacağını düşünüyorum. Kaldı ki dava açılsa dahi, mutlaka beraat edeceğimizden hiçbir şüphem yok. Ama buradaki amaç, "Bakın, siz çok ileri gidiyorsunuz" demek. Deniliyor bize zaten. Ama biz, daha önce söylediğim gibi, biat etmeyeceğiz, susmayacağız. Hukuk ihlal edildiği müddetçe, hak ihlal edildiği müddetçe, Şanlıurfa Barosu ve avukatları buna tepki koyacaklardır. Bunun bilinmesini istiyoruz.

‘İNSANLARIN BİR ARAYA GELMELERİNDEN KORKUYORLAR'

'Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı' hukuki olarak koruma altında ve ifade özgürlüğü çerçevesinde de demokrasinin temel bir niteliği kabul ediliyor. Bu temel niteliğin 'tehlike' altında olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye'de uzun yıllardır bu tehlike var. Geçenlerde Ankara'da biz bir yürüyüşe katıldık. Hatırlar mısınız bilmiyorum, ama Kuğulu Park'tan adliyeye kadar yürüyecektik meslektaşlarımızla, o çoklu baro tartışmaları sırasında. Sanırım bir meslektaşımız, Ankara Barosu Başkanı idi galiba, dedi ki, "Ya on yıldır insanlar yürüyemiyor, tepki koyamıyor." Bir ilkti o. Bu son dönemlerde bireylerin demokratik hakları ellerinden alındı. Toplantıyı, yürüyüşü, gösteriyi bırakın yapmayı, tevessül etmeye yönelik, bir araya gelmeye yönelik çalışmalar engelleniyor. İnsanların bir araya gelmelerinden korkuyorlar. Demokratik hakların ciddi anlamda kısıtlandığını görüyoruz. Özellikle son 4-5 yıldır, bu çok dikkat çekici. Bazen adliye önünde, bırakın adliyeyi önünde, baro binamızın önünde yapacağımız basın açıklamasında bile onlarca polis ve kolluk memuru gelip bizi nerdeyse taciz ediyorlar. Ama dediğim gibi, bu sarmaldan çıkmalı ülke. İnsanların ifade özgürlüğünü eğer anayasaya uymayarak engelliyorsanız, o zaman değiştirin anayasayı. İfade özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü, protesto hakkını ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar içine girin. Çünkü yapamıyor kimse, hiçbir yerde yapamıyor. Çeşitli bahanelerle sürekli öteleniyor. Sanırım, tam tarihini bilmiyorum, ama her türlü etkinlik iptal ediliyor, pandemi sürecinde. Önceki süreçte de "kamu güvenliği" bahane edilerek ertelendi. Yani, uzun süredir bireylerin bu hakkı ellerinden alınmış.

‘NORMLAR HİYERARŞİSİ ALT ÜST EDİLDİ'

Yanılmıyorsam baroların genel kurul toplantıları da bu çerçevede ertelendi.

O tam bir garabet. Onu konuşmak bile bir hukukçu olarak benim için zül. Şimdi bir genel kurulun yapılmasına bir hafta kala, tam bir hafta kala, sanırım İçişleri Bakanlığı tavsiye niteliğinde bir karar yayımladı. Pandemi nedeniyle etkinlikleri iptal etme kararı aldı. O arada biz şaşkına döndük. Biz, "Burdaki amaç ne? Acaba bizim genel kurullarımızı mı hedef alıyor?" dedik. Maalesef öyleymiş. Bu arada İl Seçim Kurulları Yüksek Seçim Kurulu'ndan görüş istedi. Verilen görüşte şu söylendi: "Evet, siyasi parti kongreleri yapılabilir. Ama baro seçimlerinin yapılması İl Umumi Hıfzıssıhha Kurullarının kararına bağlandı." Burada normlar hiyerarşisi alt-üst edildi. Normalde baroların genel kurullarının yapılıp yapılmaması hususu kanunla düzenlenmiş. Ama siz tuttunuz genelgeyle, yani normlar hiyerarşisini alt-üst ederek, kanunun amir hükmünü ihlal ettiniz. Biz yine dedik ki, "YSK'dan bu karar döner." Ama YSK maalesef, biraz önce söylediğim gibi, baro genel kurullarının yapılmasına İl Umumi Hıfzıssıhha Kurullarının karar vereceğine hüküm etti. Ve maalesef, il ve ilçe Umumi Hıfzıssıhha Kurulları bizim etkinliklerimizin, yani genel kurulumuzu "etkinlik" kapsamında değerlendirerek iptal etti. Tabii biz bunun üzerine iptal davası açtık, "yürütme durdurma istemi", Şanlıurfa İdare Mahkemesi'ne iptal davası açtık. Belki kamuoyu ve basına düştü, Muğla İdare Mahkemesi, İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu'nun aldığı bu kararın yürütmesinin durdurulması kararı verdi. İzmir İdare Mahkemesi de İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu'nun aldığı bu kararın yürürlüğünün durdurulmasına karar verdi. Ben Urfa İdare Mahkemesi'nin de aynı çerçevede karar vereceğinden hiç kuşku duymuyorum. Biz de bu kararı bekliyoruz. Çünkü gerçekten bu kararı hukuki bir garabet olarak değerlendiriyoruz. Ama ordaki amaç, biliyorsunuz çoklu barolar yasası yürürlüğe girdikten sonra uzun bir süre İstanbul'da 50 bin avukat olmasına rağmen, ikinci baroyu kuramadı siyasi iktidar ve siyasi iktidar yanlısı meslektaşlarımız. Sanırım 10-15 gün önce kurdular. Burdaki amaç, Ankara'da, İzmir'de, Antalya'da, sayısal olarak hukuken ikinci baroların kurulmasının mümkün olduğu yerlerde ikinci baroları kurmak. Yoksa, siz eğer siyasi parti kongrelerinin yapılmasına izin veriyorsanız, belediyelerin her türlü etkinliklerinin yapılmasına müsaade ediyorsanız, barolar için başka bir gerekçe bulun. İşte efendim, "Pandemi nedeniyle baroların genel kurulu yapılamaz" deniliyor. Biz zaten her türlü önlemi almıştık. Pandemi sürecinde birçok etkinlik yapılıyor.

Bu kararın sadece barolara yönelik olması ilginç.

Ordaki gerçek amaç, ikinci baroların kurulması sürecini hızlandırmak. Ki zaten, bunun işaretlerini de vermeye başladılar. Ankara'da kurum avukatları ve sözleşmeli avukatlar üzerinde ciddi bir baskı başlatarak kurulacak ikinci barolara üye kaydetme noktasında çalışmalar yapıldığını biliyoruz.

'AVUKATLAR TERÖRİZE EDİLEN SUÇ TİPLERİ İLE ÖZDEŞLEŞTİRİLMEK İSTENİYOR'

Size yönelik başlatılan soruşturmayı savunmaya yönelik bir "saldırı" olarak yorumladınız. Buna karşı da "savunmayı savunmak"tan bahsettiniz. Savunma hakkı, gerçekten de ciddi bir saldırı ve ihlal ile karşı karşıya mı?

Kesinlikle, evet öyle. Bakın, bizim meslektaşlarımızdan avukat Sevda Çelik Özbingöl mart ayından beri yaklaşık 8 aydır tutuklu. Neden tutuklu biliyor musunuz? Mesleki faaliyetlerinden dolayı. Yani artık Türkiye'de avukatlık ve savunma öyle bir noktaya geldi ki, sayın Cumhurbaşkanı'nın bundan bir ay önce yaptığı bir açıklamayı hatırlatmak isterim. Sayın Cumhurbaşkanı, "Artık avukatlar da ihraç edilebilir, edilmelidir" şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın aslında açılımı şu: Siyasal iktidarın terörize ettiği, kriminalize ettiği suç ve suç tiplerini artık avukatların savunmaması gerektiği kastedilmekte, amaçlanmaktadır. Peki savunursa ne olur? Eğer savunursa o suç ve suç tipiyle özdeşleştirilir avukat. Bu çok tehlikeli bir şey. Düşünün, size bir katalog oluşturuluyor. Bu katalogdaki suç tipleri dışındaki suç tiplerini, failleri, şüphelileri veya sanıkları savunursanız, bunlarla özdeşlestirilip "Bakın sizi de meslekten ihraç edebiliriz" demek isteniyor.

'KONJONKTÜR DEĞİŞTİKÇE AVUKATLARA BASKI ARTMAKTADIR'

Savunma bir nevi "yardım ve yataklığa" mı dönüştürülüyor?

Aynen, öyle. Sizi savunduğunuz şüpheli, tutuklu veya sanıkla özdeşletirip sanki siz de o suçun ortağıymışsınız gibi bir algı yaratmaya çalışılıyor. Bu çok tehlikeli. Bakın, ben hep söylerim, siyasal konjonktür değiştikçe Türkiye'de avukatlara bu konudaki baskı ciddi anlamda artmaktadır. Bundan daha 1-1,5 ay önce bir meslektaşımız "adil yargılama ilkesi" ihlal edildiği için yaşamını yitirdi. Ölüm orucuna yatmıştı Ebru Timtik hanım. Aytaç Ünsal ise zorbela kurtarıldı. Türkiye artık şu noktaya geldi. Biraz önce siz de söylediniz, avukatlar avukatlık yapmaktan ürker hale geldi. A suç tipini işleyen, B suç tipini işleyen, C suç tipini işleyen vatandaşın, bireyin avukatlığını yapamaz hale getirildi avukatlık ve Türkiye'de son kaç yıldır avukatlar sırf mesleki faaliyetlerinden dolayı, işte bunun Selçuk Kozağaçlı ve arkadaşları onlarca yıl hapis cezasına çarptırıldı ve maalesef hiç hukuk yolları tamamen tükendi. Yine biraz önce ifade ettiğim gibi meslektaşım Sevda Çelik Özbingöl dosyasını okursanız tamamen hukuki bir garabettir, inanın sırf avukatlık yaptığı için mesleki faaliyetinden dolayı uzun süredir tutuklu ve sanırım duruşması 17 Kasım'a ertelendi. Avukatlar avukatlık yapamaz hale geldi artık. Avukatların avukatlık yapması engelleniyor.

'SALDIRILAR MESLEK ONURUMUZA YÖNELİK'

Yani bu engelleme avukatlık mesleğiyle ilgili de olumsuz bir etkiyle neticelenmiyor mu? Avukatlık mesleğine yönelik bir itibarsızlaştırmaya, güvensizliğe, meslek onurunu zedelemeye neden olmuyor mu?

Zaten bizim direncimizin, bizim esas mücadelemizin kaynağını meslek onurumuza yönelik bu saldırılar oluşturuyor. Meslek onurumuz ciddi anlamda zedeleniyor, mesleğin saygınlığı yitiriliyor. Şimdi bu çoklu baro tasarısıyla, çoklu baro yasasının geçmesiyle başlayan süreç, işte iktidarın kendisi gibi düşünmeyen herkesi terörize, krimanilize etmesinden ve avukatları da işte bir yere konumlandırıp, işte bunlar da bunun gibi düşünüyor... Yani siz gönül rahatlığıyla savunma yapamıyorsunuz. Ciddi bir baskı var üzerimizde. "Acaba ben de gözaltına alınabilirim miyim, tutuklanabilir miyim?" kaygısı, korkusu yaşıyor meslektaşlarımız. Ki geçen 15 gün önce Türkiye'de basına da düştü. 47 meslektaşımız, işte cemaat soruşturması kapsamında gözaltına alındı, bir kısmı serbest bırakıldı. Orada sorulan sorulara baktığınız zaman tamamen avukatın avukatlık yapması ile ilgili. Ya resmen iktidar şunu söylüyor, "Arkadaş siz cemaate mensup, o suçlamayla yargılanan hiç kimsenin avukatlığını yapamazsınız veya PKK, KCK, HDP neyse artık, nereye konumlarsanız artık, bunların avukatlığını yapamazsınız. Eğer bunların avukatlığını yaparsanız sizin hakkınızda soruşturma açarım" diyor ve yapıyor da.

'BİZ BU KADAR BASKI ALTINDAYSAK, VATANDAŞIN VAY HALİNE'

Yani avukatlara yönelik bu tür politikalar ve uygulamalar, avukatlığın sosyolojik yapısı, yani toplumsal algısı, imajı ve statüsü üzerinde de ciddi bir olumsuz etki yaratmıyor mu? Bahsettiğimiz o itibarsızlaştırma, güvensizleştirme, onurunu zedeleme noktasında tabii. Zira bazen şahit oluyoruz, vatandaş açıkça, "avukat artık kendini savunamıyor. Bizi nasıl savunabilecek?" diyor.

Çok doğru bir tespit. Hakikatten vatandaşın vay haline. Yani eğer biz bu kadar baskı, baro başkanı bu kadar baskı altındaysa, avukatlar ve avukatlık mesleği bu kadar baskı altındaysa, vatandaşın vay haline. Ülke tamamen istibdat rejimine dönüştü. Korku hakim, herkeste bir korku hakim. "Ne olacağım? Yarın ben de gözaltına alınabilirim" korkusu taşıyor insanlar.

'HAK İHLALİ YAPILMAZSA AVUKATLARIN SİYASET İLE İŞİ OLMAZ'

Bugün hukuki anlamda hukukçu olarak avukatlar ne kadar dikkate alınıyor, kararları alma sürecine ne kadar dahil ediliyor ve kendilerine ne kadar danışılıyor? Örneğin, bir kanun çıkarılacak, bu konuda barolar ne kadar sürece dahil ediliyor?

Şimdi bu, çok güzel, enteresan bir durum. Düşünün, sizin mesleğiniz ile ilgili bir değişiklik yapılacak, çoklu baro tartışmaları sırasındaki en yoğun tartışılan bir konu da buydu, sizin mesleğiniz ve sizin en çok bildiğiniz konularda değişiklik yapılacak, ama dönüp de "ya bu barolar, bu avukatlar ne diyor?" denilmedi. Ki tartışmalar da ordan çıktı. Biz, yasa tasarıları çalışmaları görüşüldüğü sırada Meclis'te barolar, baro başkanları dedik ki, "Gelelim, biz kendimizi ifade edelim. Bizim mesleğimizin yapısını değiştiriyorsunuz. Bizim kanunumuzla ilgili bir değişiklik yapıyorsunuz ama bu konuda bizimle herhangi bir şekilde istişare edilmedi." Ama maalesef, dineleyen olmadı. Niye? Çünkü, kodlama yapılmış. Kendileri gibi düşünmeyen herkesin, işte "Avukatlar itiraz ediyor, avukatlar muhalif" deniliyor. Hayır, avukatlar hak ihallelerine muhalifler. Siz eğer hak ihlali yapmazsanız, avukatların iç siyaset ile, reel politika ile işi yok, olamaz zaten. Baroların olamaz. Avukatların, baroların yaptığı şey ne kardeşim? Diyorlar ki, "Bu ülkede işkence olmasın. Hak ihlali olmasın. Hukuk uygulansın." Hukukun üstünlüğünü savunuyor avukatlar. Daha dün, Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararı yerel mahkeme uygulamadı. E peki, avukatlar itiraz etmesinler mı buna? Anayasa'nın emredici hükmüne uygun hareket etmeyen mahkeme, sanırım İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi idi, avukatlar buna bir tepki göstermesinler mi? İşte AİHM kararları yıllardır uygulanmıyor Türkiye'de. E buna itiraz etmesinler mi avukatlar? Buna karşı çıkmasınlar mı? Veya kadına karşı şiddet, son dönemde baya bir yaygın, avukatlar buna reaksiyon göstermesinler mi? Çocuk istismarına karşı barolar tepki göstermesinler mi? Yapılmak istenen bu. Biraz önce bahsettiğim konularda bize, "Sesinizi kesin, konuşmayın" deniliyor. Resmen amaç bu. Susturmak isteniyor barolar. Ve rahatsız oluyorlar. Şimdi düşünün, Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karar, yürütmeyi, idareyi, yargı mercilerini, herkesi bağlıyor. Ama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, "Efendim, yerindelik denetimi yapamaz" diyor. Buna karşı da bizim susmamız bekleniyor. Hatırlarsanız bu ülkede bundan 15 gün önce İçişleri Bakanı açık açık Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı tehdit etti. Bizim susmamız bekleniyor. Cumhurbaşkanı, "Ben Anayasa Mahkemesi kararını takmıyorum, saygı da duymuyorum" diyor. Bizim karşı çıkmamamız mı bekleniyor? Biz hukukçuyuz. Avukatlık Kanunu'nda çok açık ve net denilir ki, barolar insan haklarını, hukukun üstünlüğünü savunmak zorundadır. Buz emredici hükümdür. E bunu savunduğunuz zaman sizi kategorize etmeye çalışıyorlar. Mesele bu.

‘HUKUKA AYKIRI EYLEMLER NE KADAR YOĞUNLAŞIRSA, HUKUK O KADAR SİYASALLAŞIR'

Zaten hukukun siyaseten veya siyasal iktidar tarafından tanınmamasının bir sonucu olarak hukuk siyasallaşmıyor mu? Yoksa hukukun siyasallaşması, hukukçuların bir arzusu ve amacı değildir herhalde?

Tabii ki, elbette öyle. Yani siz hukuka aykırı eylem ve işleri ne kadar yoğunlaştırırsanız, ki yoğun bir şekilde uygulanıyor, biz şaşkınlıkla izliyoruz, o kadar siyasallaşır.

Sanırım aynı şey diğer meslek grupları ve birlikleri için de geçerli. İşte pandemiyle ilgili kararların alınması sürecine pek dahil edilmeyen Türk Tabipleri Birliği örneği gibi. Meslek grupları ve odalarının bu şekilde dışlanması niye?

İşte ben tam da "Biat etmeyeceğiz" dedim ya. Amaç, biat ettirmeleri. Yani, "Her dedikleri, her çıkan yasa doğru. Siz doğruyu yapıyorsunuz. Tebrik ediyor, takdir ediyoruz" dedirtmek için. Sorun bu. Türk Tabibler Birliği'ne saldırının amacı da bu, barolara yönelik saldırının amacı da bu. Tamamen dediğim gibi, hani en başta sorduğunuz soruda "niye biat etmeyeceğiz,, bu soruşturma niye başladı" dediniz. İşte tam da bunun için.

Şimdi normalde bu tür sivil toplum kuruluşları aynı zamanda bir denetim ve kontrol mekanizması işlevi de görmüyorum mu? Gelişmiş demokrasilerde öyle.

'TÜRKİYE'DE HEP RÖVANŞİST BİR ANLAYIŞ OLDU'

Son olarak şunu sormak istiyorum. Avukatlık mesleğine yönelik son yıllarda bahsettiğimiz o itibarsızlaştırmaya, onur zedelemeye yol açan uygulamalar söz konusu iken, avukatlık mesleği için bir "iade-i itibar" hak talebi olmalı mı ya da var mı?

Elbette var, elbette var. Ne istiyoruz? Mesleki faaliyetlerinden dolayı gözaltına alınan veya tutuklanan meslektaşlarımızın bir an önce serbest bırakılmalarını, haklarında beraat kararının verilmesini istiyoruz. Türkiye'de hukukun üstünlüğünü tekrar tesis edilerek yürütmenin, idarenin, siyasal iktidarın yargının üzerindeki vesayetinin kaldırılmasını istiyoruz. Anayasa'ya motamot uyulmasını istiyoruz. Meslektaşlarımızın mesleki faaliyetlerinden dolayı gözaltına alınması tehlikesinin ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, tam demokratik bir ülke hayal ediyoruz. İnsanların fikrinden, düşüncesinden dolayı gözaltına alınmadığı, tutuklanmadığı bir ülke istiyoruz, hayal ediyoruz. Avukatlar bunun mücadelesini veriyor zaten. İşkencenin olmadığı, kadına şiddetin olmadığı, çocuk istismarının olmadığı, çevre katliamının yapılmadığı, yolsuzluğun ve yoksulluğun olmadığı bir ülke hayal ediyoruz ve bunun mücadelesini veriyoruz. Ama en çok, en büyük isteğimiz, arzumuz elbette ki, hukukun üstünlüğüne saygı, hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde yargılamaların yapılmadı ve adil, demokratik bir Türkiye istiyoruz. Özlemimiz, isteğimiz bu. AİHM kararlarına uyulmasını, anayasaya uyulmasını istiyoruz.

"Hukuk birgün herkese lazım olur" sloganı unutuluyor galiba...

Evet, esas mesele o. Hukuk herkese lazım olur. Ama Türkiye'de hep rövanşist bir anlayış oldu. Bakın, 1960'lı yıllarda Adnan Menderes'in avukatlığını yapan, hatırladığım kadarıyla Hüsamettin Cindoruklar, Apaydınlar ülkede o dönemde 'terörist' ilan edildiler. Ama daha sonraki süreçte sayın Cindoruk başbakan yardımcısı oldu, bir parti genel başkanı oldum. Baktığınız zaman 1980 darbesinden sonra da birçok avukat gözaltına alındı. Daha sonraki süreçlerde parlamentoya gidip bu halkın milletvekilliğini yaptılar. Yine 90'lı yıllarında sonunda 28 Şubat sürecinde Türkiye yine aynı istibdat dönemini yaşadı. Özellikle muhafazakâr, mütedeyyin kesime bir yönelim vardı, baskı altındaydılar. O süreç geçti ve 2010 Anayasa referabdumu sırasında "evet" ya "hayır" süreci oldu. Ondan sonra zaten yargı tamamen cemaate teslim edildi ve Ergenekon, Balyoz sürecinde, biliyorsunuz, Genelkurmay Başkanı bu ülkede terörist olarak yargılandı. Bu anlayışın değişmesi gerek. Dediğiniz gibi, hukuk birgün herkese lazım olur.