‘Ütopyalar güzeldir’ ve biraz emekle gerçekleşebilir
Mahmut Alınak'ın 'Değişim' romanı Yazılama Yayınevi tarafından yayımlandı. Gerçek bir hayat hikâyesi olan roman, iki abisini çatışmalarda kaybeden hapisteki Çınar’ın değişim serüvenini anlatıyor.
Her şey dilde başlar, dille başlar. Dil, bazen sınırlandırır bazen de sınırları ortadan kaldırır; kapıları açıp duvarları yıkar, öfkeyi ifade eder, çatışma başlatabilir ve acılar doğurabilir. Kimi zaman tersi de geçerli olur; anlamaya, anlaşmaya fırsat verir ve barıştırır. Wittgenstein, “dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” cümlesini boşuna kurmadı. Belki başka bir bağlamda söyledi bunu ama yorumlamanın ucu açık; konuşup anlatmadıkça anlaşmak mümkün değil. Sınırları aşmak, önyargıların üstesinden gelmek de… Bunun tersini tercih etmek ise işin kolayına kaçmak demek. Hep birlikte yaşadık ve gördük. Zor olan, bir şeyleri değiştirmeyi istemek, bunun için çalışmak.
Mahmut Alınak, 'Değişim' adlı romanında zor ama imkânsız olmayan yoldan yana atıyor zarını: Konuşmaya, anlatmaya, anlamaya ve anlaşmaya, ardından da değiştirmeye vurgu yapıyor. “Gerçek bir hayat hikâyesi” olan 'Değişim', Alınak’ın ifadesiyle bir “belgesel roman.”
BİR İHTİMAL DAHA VAR...
Alınak’ın Kars Cezaevi’ndeyken tanıştığı ve romanın ana karakterlerinden biri olan Çınar’ın yaşam öyküsünden esinlenerek kaleme aldığı 'Değişim'deki bir başka karakter ise sivil itaatsizlik eylemleriyle nam salmış yazar Ahmet R.
'Değişim'deki karakterler Çınar ve Ahmet R. ile sınırlı değil; binbaşı eşini çatışmada kaybetmiş Kadriye ve onun doktor kızı Özlem de romanda vicdanın ve hümanizmin ete kemiğe bürünmüş hâli.
Otuzlarındaki Diyarbakırlı Çınar ile yetmişlerindeki yazar Ahmet R.’yi buluşturan nokta, ikilinin farklı zamanlarda ve yerlerde sistemden duyduğu rahatsızlıkları dile getirmesi: Çınar anlatıyor, Ahmet R. dinliyor, ardından Ahmet R. anlatıyor, Çınar dinliyor; ikili, hücrede konuşurken acının coğrafyası için “bir ihtimal daha var” diyor satır aralarında.
Dilde başlayan düşmanlığın derinleşmesinden mustarip Çınar’ın, Ahmet R.’yle konuştukça aslında bu durumdan rahatsız olduğunu görüyoruz; bir uyanıştan ve “kör savaşların bitmesi gerektiğinden” bahsediyor. Adliyeye ya da hastaneye götürülürken bileklerine kelepçe taktırmayan “itaatsiz” Ahmet R. ise Çınar’ın değişimini yazmanın “insanlığa karşı bir görev olduğunu” düşünüyor.
Kalabalık ve zor geçinen bir ailenin çocuğu, küçük yaşta çalışmaya başlayan ve Diyarbakır’dan Sakarya’ya mevsimlik işçi olarak giden Çınar’ın hikâyesi, hiçbirimize yabancı değil. Doğu ve Güneydoğu’nun bir gerçeği bu. Aynı şekilde, Çınar’ın içine doğduğu ve konunun taraflarının sürekli gerilimle besleyip önyargılar geliştirdiği politik ortam da Sakarya’ya vardığında kendisini düşman toprağında hissetmesi de bir başka gerçek.
Çınar’ın böyle bir ortamda Diyarbakır’ı, haksızlığa uğrayan Garbis abisini ve Nazé’yi hatırlayarak düşündükleri, hem var olan gerçekleri hem de onların değiştirilme ihtimalini; düşmanlıktan konuşmaya gidişin nüvelerini gözler önüne seriyor: “Hayat âdil değildir, düşüncesi bir yanılgıdır. Hangi renkten, dilden ve dinden olursa olsun -ister fakir ister zengin- her insanın dünyaya gözlerini açtığında attığı o ilk çığlık, hayatın eşitlikçi yapısının bir haykırışı ve ilanıdır. Hayatı adaletsiz yapan, ismi ve cismiyle aramızda yaşayan insan kılığındaki haris yaratıklar, onların doymak bilmez iştahı, bencillikleri ve adaletsizlikleridir.”
ACILARI YARIŞTIRMAK YERİNE ANLAMAK
Sakarya’dayken umutsuz bir ânında tesadüfen karşılaştığı kadın, Çınar’a Türklüğe ve Kürtlüğe dair üretilen, gerilimleri tetikleyen önyargılar üzerine düşünme fırsatı veriyor. Çınar’ın, binbaşı eşini Güneydoğu’da kaybeden Kadriye’ye denk gelmesi, Alınak’ın romanda meydana getirdiği kırılma noktalarından biri.
Çınar’ın Kadriye’yle hızla gelişen diyaloğu, dilin öfkeyi yatıştırıp söndürme gücünün de bir göstergesi âdeta. Bunu, Ahmet R.’ye açıkça ve yalın bir biçimde anlatması, kendisini ve bütün önyargıları cesaretle eleştirmesi ise romanın bir diğer kırılma noktası.
Dahası Kadriye, Çınar ve Özlem arasındaki birbirini anlamaya yönelik insani ilişki, gidilmeye pek razı olunmayan bir yolun anlatımına dönüştürülüyor Alınak tarafından. Hele Çınar’ın öldürülen iki ağabeyini ve ardından içinde biriktirdiği öfkeyi ve düşmanlığı Kadriye’ye ve Özlem’e anlattığı satırlar, bu yolun ne kadar zorlu ama bir o kadar da kolay aşılabilecek engeller barındırdığını gözler önüne seriyor: Çınar da Kadriye ve Özlem de sırayla anlatıcı ve dinleyici hâline geldikçe bahsi geçen yol biraz daha aydınlanıyor; “toprağa gömülen güzel hayatlar”ın hüznü, bu anlatımda önemli bir eşiğe dönüşüyor. Kimse acısını ve hüznünü yarıştırmıyor, üçü de birbirini anlamaya uğraşıyor.
Çınar’ın buradaki konumu önemli: Sistem tarafından ezilenlere veya kahramanlık destanlarıyla önyargılara boğulanlara koşulsuz destek vermek ya da onlara karşı düşmanlık geliştirmek yerine, insanları birbirine düşürenleri eleştirmeyi seçiyor. Değişim de bu noktada başlıyor.
Alınak, yaşanmışlıklar üzerinden yalın ifadelerle bir ütopya ya da bir hayal kurguluyor romanda: Birbirine derdini aktaranların anlaşıp barışabileceğine, daha doğrusu barışa ulaşabileceğine dair bir ütopya bu. Elbette gerçekleşmeyecek bir şey değil. Çaba ve emek gerektiriyor. Kadriye ve Çınar ise bu çabayı ve emeği ete kemiğe büründürüyor.
“Ütopyalar güzeldir” ve biraz emekle gerçekleşebilir. 'Değişim'de Alınak’ın anlatmaya çalıştığı işte bu.