Uzak Yarın: Günahın cazibesi

“Uzay Operasının Kraliçesi” lakabıyla anılan bilim kurgu yazarı Leigh Douglass Brackett'ın 'Uzak Yarın' kitabı Berk Göbekcioğlu çevirisiyle İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Nilgün Taylan

Leigh Douglass Brackett, “Uzay Operasının Kraliçesi” lakabıyla anılan bir bilim kurgu yazarıydı. 1950’lilerin klasik bilim kurgu edebiyatının başını çeken bir avuç insandan biriydi ve yazdıklarıyla sadece edebiyatta değil, bilimkurgu sinemasında da aktif şekilde rol oynadı.

Brackett ilk öykülerini yirmili yaşlarında yayınlamaya başladı. O yıllarda bu türün dışında şeyler yazıyordu ama gerek okurlardan gelen tepkiler, gerek editoryal problemler gerekse de içindeki o tuhaf boşluk sebebiyle bir tatminsizlik yaşıyordu. Bilim kurgu üzerine yazmaya da bu sıralar karar verdi.

1946’da yine bir bilim kurgu yazarı olan Edmond Moore Hamilton (21 Ekim 1904 - 1 Şubat 1977) ile evlendi. Devam eden günlerde Hollywood’un dikkatini çekince sinema filmlerinde, TV filmlerinde senarist, film hikâyecisi olarak görevler aldı. İçlerinde en bilineni, 1946 yılında, Howard Hawks tarafından yönetilen ve Bogard’la Bacall’ın başrollerini paylaştığı "The Big Sleep" filmiydi. Brackett bu filmi William Faulkner’le beraber yazmıştı. Çalıştığı bir diğer popüler film ise 1980’de gösterime giren, Irvin Kershner yönetmenliğinde çekilen Star Wars serisinin efsanevi filmlerinden biri olan "The Empire Strikes Back"ti.

Brackett 18 Mart 1978’deki ölümüne kadar bir sürü eser üretmiş olsa da, bunların arasında en beğenileni 1955’ye yayımlanan 'Uzak Yarın' adlı romanıdır. 'Uzak Yarın', Hugo Ödülleri’nin kısa listesine girmiş, üstelik yazarını da peşinden sürükleyerek, onu listeye giren ilk kadın yazar olarak tarihe geçirmiştir.

Geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan 'Uzak Yarın', Berk Göbekcioğlu tarafından çevrildi. 1970’li yıllarda Okat Yayınları’nca basılan ve şimdi ancak sahaflarda bulabildiğimiz çevirilerden sonra, 'Uzak Yarın' Brackett’in Türkçeye çevrilen tek kitabı.

HER İKTİDAR TOTALİTERLEŞİR

Tüm dünya Yıkım adı verilen nükleer felaketle altüst olmuş durumdadır. Eski düzen tamamen değişmiştir; öyle ki modern şehirler ve buna bağlı olarak kurulan ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel ilişkiler neredeyse yok olmuştur. Tüm bunların, Yıkım’ın sebebi ise modern dünyanın, teknolojinin kendisidir.

Uzak Yarın, Leigh Douglass Brackett, Çevirmen: Berk Göbekcioğlu, 304 syf., İthaki Yayınları, 2021.

Hiç yoksa yeni düzenin sahipleri bu fikri savunur ve bu fikir uyarınca, siyasal ve toplumsal anlamda katı yaptırımlar içeren kurallara göre bir devlet, bir dünya anlayışı yaratırlar. Yeni düzenin sahipleri Mennonit topluluklardır; bunlar adlarından da anlaşılacağı gibi, Yıkım’dan önce de basit, teknolojiden uzak, katı dini kurallarla yaşam süren bir topluluktur. Az bir kitleye sahip olan Mennonitler, şehirlerden uzak yaşadıkları için Yıkım’dan en az etkilenen topluluk olurlar. Tesadüf eseri hayatta kalmış olan insanlarsa şehirlerden kaçıp bu gruplara sığınırlar çünkü teknolojinin, modern hayat kurallarının ortadan kalktığı bir dünyada hiç kimse nasıl yaşayacağını, üretip besleneceğini bilemez. Mennonitler gelen herkese kucak açarak onları bu yeni düzene adapte ederler. Ne var ki bu şefkatli eller kısa zamanda otoriterleşip katı kuralları beraberinde getirir.

Evet, 'Uzak Yarın'ın esas tartışmalarından biri budur; kendi halinde, suya sabuna dokunmayan yaşayan bir grup bile iktidarı eline aldığında “kendiliğinden” otoriterleşmeye ve insanlara baskı uygulamaya başlar. Brackett’in bu anarşizan tutumu çok önemlidir; hatta yazarın yeni iktidar öznesi için dağ başında yaşayan küçük grupları seçmesi de manidardır.

Yıkım öncesinde sayıları binlerle ifade edilen bu topluluklar, Yıkım’dan sonra Amerika’nın tamamını ele geçirirler. Onlara göre Yıkım’ın esas sebebi teknoloji ve modernleşmedir. Bu yüzden yeni düzende şehirleşmeyi, modernizmi, bilim ve teknolojiyi yasaklamak gerekmektedir. Hatta bu yasağı anayasaya koyarak, bu fikirlere karşı tümden savaş açmak lazımdır: Ne de olsa gelişmek tehlikeli bir şeydir.

'ÖZGÜRLÜĞÜN' YOLU

Romanın açılışında Yıkım’ın üzerinden yıllar geçtiğini, yeni düzenin Amerika’yı ele geçirdiğini ve hatta modern dünyayı tanımayan bir neslin doğup yetiştiğini görürüz. Bu nesilden iki çocuksa esas kahramanlarımızı oluştururlar; Len Colter ve kuzeni Esau 15-16 yaşlarında iki gençtir ve bu gençler içinde yaşadıkları Piper’s Run isimli bölgede büyürken çevreleriyle sürekli bir uyumsuzluk içindedirler. En büyük kusurları meraktır. Merak, soru sormak gelişmeye kapı araladığı için de yaşadıkları uyumsuzluk katmerlenir.

Onları seven ve haşarılıklarını mazur gören belki de tek kişi büyükannedir. Büyükanne her fırsatını bulduğunda gençleri yanı başına oturtur ve onlara eski dünyayı, oradaki yaşamını anlatır. Hal böyle olunca Len Colter ve Esau hepten meraklı kesilirler. Bir de buna çalıntı radyo olayıyla ilintili gelişmeler eklenince Len Colter ve kuzeni Esau topluluktan kaçıp gizemli, gizemli olduğu kadar da yepyeni bir yaşamı keşfetmek üzere gizlice yola koyulurlar.

Brackett ne yaptığını çok iyi bilir ve bunu o kadar sakin bir gerilimle, o kadar merak dolu bir şekilde verir ki kitap hızla akar. Bunda dilin etkisi olduğu gibi, Brackett’in senaristliğinin de payı var; görsel düşünme becerisi ve film tadında atmosfer tasarımı kitabın etkileyici yönünü arttırır.

Diğer taraftan Brackett’in tartıştığı tek şey iktidar ve otorite ilişkisi de değil. O bir yandan modern hayatın suçlu olduğunu da belirtmekten kaçınmaz; daha fazla para ve hırs için insanları canını ve özgürlüğünü hiçe saydığı için modern dünyayı da eleştirir. Ayrıca kitap bizi şehir yapısının/mimarinin değişmesiyle sosyal ve siyasal ilişkilerin değişmesi üzerine de oldukça keyifli tartışmalara sürekler ki, buralarda dolaşmak için modern mimari tartışmalarına göz atmak isteyebilirsiniz.