Üzgünüm Leyla!
Ezel Akay’ın Netflix'te yayınlanan son filmi "9 kere Leyla" genelde beğenilmedi, hatta bazen çok ağır eleştirildi. Filmin hedeflediği şeyi tam olarak başaramadığını göz önüne alırsak bu ‘memnuniyetsizlik’ anlaşılmaz durmuyor.
Ezel Akay’ın "9 kere Leyla" filmini izledikten sonra içimizde ufak bir hayal kırıklığı yanında yüzümüzde belli belirsiz bir tebessüm de oluşuyor. Çünkü Akay’ın ‘kara mizah’ tarzındaki filmi tam bir başarı olmaktan uzak olsa da yine de neyi hedeflediğini gösteren ve bunu da içinde taşıdığı bütün aksaklıklara rağmen belli ölçüde hissettiren bir yapım.
Öncelikle Ezel Akay (takma ismiyle Ezop) bizce cesur bir yönetmen. Çünkü kendisi özellikle Türk sinemasında çok az denenen, başarılı örnekleri çok nadir olan bir komedi türüne, bıkmadan, usanmadan her filminde eğilmeye devam ediyor. Yönetmenin önceki filmleri "Neredesin Firuze" (2003) veya "Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?"(2005) Akay’ın, sonuç ticari açıdan yarı başarılı hatta fiyasko bile olsa ‘kara mizah’ gibi çok riskli ve mizah dozu çok hassas bir türde ne kadar ısrar ettiğini kanıtlıyor. Yönetmenin bu türdeki son hamlesi ise türün başarılı bir örneği olması için her şeye sahip gibi duruyor: Sarkastik ve absürt mizah uçlarına değinebilecek bir senaryo, özenli bir sanat yönetmenliği, dinamik sayılabilecek bir anlatım ve her türde filmi ayağa kaldırabilecek kapasitede olan iki büyük oyuncu…
Bizce filmdeki bu potansiyel, somut olarak beklentileri karşılamasa da "9 kere Leyla"nın ölçeği ve neleri denerken başaramadığı hakkında bir fikir veriyor. Film tam bir fiyasko olsaydı kuşkusuz bu izleri ve ipuçlarını bile göremezdik.
Orta yaşlı, başarısız bir arkeolog olan Adem, Leyla ile mutsuz evliliğini yoluna koymak için beraberce aile terapisti genç ve güzel Nergis’e gitmekte ama aslında onunla gizli bir ilişki yaşamaktadır. Yaşadıkları lüks villa ve parasal güç, karısının elinde olduğu için boşanmayı en iyi çözüm olarak görmeyen Adem, karısını, kaza süsü vererek öldürmeye(!) karar verir. Ancak Leyla’nın kolayca ölmeye pek niyeti yoktur.
ELVERİŞLİ BİR MEKAN…
"9 kere Leyla"nın olumlu noktalarından biri, senaryonun geçtiği mekan ve seçilen aksesuarlardan oluşuyor. Senaryonun oldukça büyük bir kısmının geçtiği lüks villa ve çevresi, hedeflenen ‘kara mizah’ filmi için oldukça elverişli gibi duruyor. Çünkü Adem ve Leyla’nın yaşadıkları bu villa sadece lüks değil aynı zamanda şatafatlı, her tarafından ‘kitsch’ renkler fışkıran, abartılı süs eşyalarından geçilmeyen kısaca ‘zevksiz’ bir ev. Bu ‘aşırılık’ sadece ev dekorasyonunda değil oyuncuların giydiği kostümlerden Leyla’nın ayağını kazara (!) kaydırmak amacıyla konulan sabunlara kadar fark ediliyor. Bizce bu açıdan filmin sanat yönetmenliğini üstlenen Naz Erayda ve ekibinin başarısının altını çizmemiz gerekir.
Bu ‘zevksiz’ ortam, Adem’in Nergis’le yaptığı kaçamaklarındaki ‘jump cut’larla verilen dinamik akışla birleşince ortaya hoş bir sentez çıkıyor. Aynı şekilde ikilinin sevişme sonralarında aldıkları pozların oluşturduğu ‘pitoresk’ sekansları da ilginç bulduğumuzu ekleyelim. Bizce bu sahneler de filmle hoş bir tezatlık barındırıyor.
OLAYA KARIŞAN KİŞİLER
Hikayesinin ana merkezini karısını türlü şekillerde (ve kaza süsü vererek) öldürmeye çalışan bir adam üzerine kursa da, sadece buna sarılmak istemeyen Akay, ana hikayeyi güçlendirecek, bir tarihi el yazmasının peşinde olan çılgın bir koleksiyoncu, Adem’in nefret ettiği ancak çiftin mali işlerinden sorumlu sinir bozucu bir avukat veya her kritik anda birden olay yerinde mantar gibi biten ama pek bir işe yaramayan ambulans sağlıkçıları gibi yan karakterler katmaya çalışıyor. Bu karakter ‘bolluğu’, filmin ilk çeyreğinde işe yarasa da hikaye ilerledikçe ana senaryodan ‘kopuk’ görünen bu kişiler bizde sonu gelmeyecek bir ‘ping pong’ maçını izliyormuş hissiyatı yaratıyor. Kuşkusuz bu ikinci karakterlerde ilginç olabilecek ‘abartılı’ yönler ve gülümsetebilecek davranışlar var ama çoğu ya sadece işlevsel bir görev üstlenmiş ya da daha komik olmak için zorlanıyormuş gibi bir hava taşıyor.
Bu ‘zorlama’ hava içerisinde koleksiyoncu Mahmut’un Adem’e söylediği, ‘Ben, cinsiyet ayrımına değil fırsat eşitliğine inanırım!’ gibi tam olarak ‘kara mizah’ türüne uygun ve incelikli laflar tabiri caizse biraz ‘güme’ gidiyor. Filmde, sanki hikayenin ‘suç karnavalı’ ortamında, kendini göstermeye çalışan ve ara sıra sıyrılan ancak sonrasında senaryonun aksiyon sekanslarının ‘komiklik’ dalgası içinde boğulan bu tür sahneler ve replikler buluyoruz. Bu ufak yönetmen dokunuşlarını zaman zaman seziyoruz ama asla filme tam olarak kapılamıyoruz.
ŞU TEKRARLAR DA OLMASA
"9 kere Leyla", seyircisine olaylarındaki ‘absürtlüğü’ göstermek için sık sık tekrara başvuruyor. Örneğin Adem’in her başarısız cinayet teşebbüsünden sonra geçici olarak bayılması, bu bayılma sırasında şarkılar eşliğinde ‘kendileriyle’ (bu sahnelerde birçok Haluk Bilginer görüyoruz!) konuşması veya Leyla’nın her ölümcül kazadan sonra hiçbir şey olmamış gibi ambulans sedyesinde gözlerini açması gibi (tekrar eden) sahneler belki yeterince güçlü bir hikayede komik durumun altını çizebilir ve olayların gidişine bir güç katabilirdi ama burada adeta ‘başlangıç noktasına tekrar dönüş’ izlenimi veriyor. Bu ‘kısır döngü’ içerisinde filmin içine serpiştirilmiş tekrarlardaki istikrarsızlık da göze çarpıyor. Adem’in hayali dünyasında geçirdiği sahneler, çok kısa aralıklarla veya oldukça uzun bir süre sonra değil de, şaşmayan aralıklarla hikayede yer alsaydı filmdeki anlatım, belki daha kompakt, daha derli toplu durabilirdi. Adem’in planladığı ‘uçuk’ cinayet teşebbüslerinin finale doğru giderek hızlanması ve kısa tutulması ne kadar yerinde bir karar gibi duruyorsa, bu sekanslardaki düzensizlik de o derece ‘kontrolsüz’ görünüyor.
Bir de tabii, belki de filmin en büyük kozu olan iki büyük oyuncu performansını izliyoruz. Haluk Bilginer ve Demet Akbağ’ın çizdiği karakterler o kadar etkileyici ki filmi daha üst bir seviyeye taşıyorlar. Aralarında oluşturdukları kimya tam olarak tutmuş. Bu tür ‘kara mizah’ filmlerinde genelde ana kahramanlar kendilerini garip ve saçma sayılabilecek bir hikayenin içinde bulurken, burada hikaye adeta onların etrafında şekilleniyor. Onlara layığıyla ayak uydurmaya çalışan Elçin Sangu’nun da Nergis rolünde başarılı bir performans sergilediğini söyleyebiliriz. Ne yazık ki diğer yan roller için benzer bir durum söz konusu değil… En son "Bir Başkadır" dizisinden hatırladığımız Alican Yücesoy senaryoya ciddi bir dinamizm katabilecek rolünde biraz ‘çekimser’ kalmış. Filmde ‘komik kötü adamı’ canlandıran Fırat Tanış (büyük yeteneğine rağmen) hikayeden ‘kopuk’, kendi dünyasında kalmış gibi duruyor. Ama belki de en kötü performanslar, her cinayet teşebbüsünden sonra olay yerine ilk ulaşan şaşkın sağlıkçıları oynayan İhsan Ceylan ve Zafer Şahin’den geliyor. Bu iki oyuncu olayları olandan daha komik gibi göstermek için çabalarken, filmi daha basit, ‘saf güldürü’ kıvamına getiriyorlar.
Bütün bu ‘komik’ görüntüsünün arkasında filmde öne çıkan bir ‘feminist’ hava da var. Filmdeki neredeyse bütün erkek karakterlerin ‘arızalı’, kompleksli ve ‘içten pazarlıklı’ kişiler olduğunu düşünürsek, bu tutumun bazen biraz aşırıya kaçtığını bile söyleyebiliriz. Yine de belli ölçülerde takdir edebileceğimiz bu yaklaşım, her şeyin zıvanadan çıktığı, bir katliama dönüşen son sekansla harcanıyor. Sanki yönetmen ve senaristler olayları çabucak bir yere bağlayıp, hikayeyi sonlandırmak istiyorlar. Filmin bu ‘şirazesinden kayma’ dönemi hem filmdeki mitolojik göndermeleri hem de ana oyuncuların çabalarını biraz baltalıyor.
Sonuç olarak Ezel Akay’ın Netflix platformunda yayınlanan son filmi "9 kere Leyla" genelde beğenilmedi, hatta bazen çok ağır eleştirildi. Filmin hedeflediği şeyi tam olarak başaramadığını göz önüne alırsak bu ‘memnuniyetsizlik’ anlaşılmaz durmuyor. Ancak bizce yine de küfürlü konuşmalara başvurmadan, avam ve bel altı esprileri kullanmadan, ara sıra bazı parıltılar veren ve iki büyük ismin sırtladığı bir ‘kara mizah’ denemesi de özellikle sinemamızda pek sık rastladığımız bir şey değil. Ne diyelim, yönetmenin bir sonraki filminden daha fazlasını bekliyoruz…