Vadedimveylaya ve 'şiirsel' olarak Sina Akyol şiiri

Vaveyla, Sina Akyol’un dilinden çığlığımız kadar acımız olmuştur. Kendini eksilterek içimizden geçip giden çığlık bilmenin başka bir dilidir. Söz, o acıyla yükselen bağırtıyı eksiltip okura gönderir.

Fotoğraf: Mehmet Nergiz
Google Haberlere Abone ol

Halim Şafak

“Taksim’de, meydan ortasında/epey gezindim./…/İndim elbet/Kazancı yokuşunu./.../(En çok orda ezildim.)”

“Biz dalganın../biz kayanın../biz zamanın../…/ ..oğluyduk/..kızıydık/…/ .. ihtiyarıyız şimdi.”

 

Belki Sina Akyol’un şiirini tartışmaya Ahmet Oktay’ın onun yazdığını “gelişen”, “derinleşen” ve “durulan” “şiirsel”ler içinde saymasından başlamalıyız. Bu başlangıç ihtimalen bizi Sina Akyol’un şiir içindeki durduğu yere ve nedenlerine götürecek, yazdığını şiirsel haline getiren öğe ve özelliklere ulaştıracaktır. (“Meğer söz bakır”, BirGün, 10 Eylül 2006, Pazar)

Ahmet Oktay’ın şiirsel vurgusu Sina Akyol’un şiirinin yazılan şiirle olumlu anlamda ayrılığıdır. Sözcüğün tam anlamıyla yazılan şiirin içinde değildir ama ondan ayrı da değildir. Şiirinin özellikleri yazılanın içinde tutmaya ve öyle değerlendirmeye uzakken özgünleşir ve özgünleştirilmesine izin verir. Şiirselden bu olumlu ayrılık ve kendi şiirini oluşturduğu anlamı çıkartılmalıdır.

Bu oluşturma ve özgünleşmede temel farklılık eksiltme ve yalınlaşma gibi görünse de süreç içinde insana ve dünyaya dönük tavır, yazdığını farklılaştıran öğeler içinde yerini alır. Orada otoriterliğinden kurtulmuş ya da çoktan reddetmiş bir baba(can)lık (Kendisi bunu dervişlik kabul ediyor. Bana soruyorsa otoriterliğinden olmuş bir babalık onda daha duruyor ve dünyaya iyi geliyor.) ve onun ağaca, çiçeğe, kurda kuşa, insana yani dünyaya değen sıcaklığı ve sevgisi kadar bu ikisine dokundurmama aynı dünya karşısında koruma ve kollama arzusu şiirinde öne çıktığı kadar şiirini oluşturur.

Sina Akyol, verili sevgi ve sıcaklığı baştan şiirin dışına gönderen ve değer olarak kendi sevgi ve sıcaklığını oluşturan bir yapıyı geliştirip durmuştur. Eksilen/eksiltilen sözcükler ve dizeler en çok bunu çoğaltmıştır. Aynı sevgi, sıcaklık, arkasındaki değer olarak babacanlık yine aynı dünyaya karşı çıkma nedenidir. Buysa Sina Akyol’un yine değer olarak bireyliğini dünyaya daha ileride toplumsal olana sonuna kadar açmaya yeter.

Eksiltme/azaltma şiiri yalınlaşmaya götüren yoldur. Yalınlaşma en azından Sina Akyol için organik olanla şiir arasındaki fazlalıkları, safraları şiirin dışına göndermekle mümkündür. Buysa hem şiirini geliştirdiği gibi anlamsal planda da Ahmet Oktay’ın altını çizdiği sürekli bir derinleşmenin imkânı olur. Eksiltmenin yaptığı asıl şey şiirin ifade yeteneği kadar anlamını güçlendirmektir. Bu durum aynı zamanda basitlik dediğimiz şeyi de başka bir şey haline getirip Sina Akyol’un yalınlığına ekler.

Georges Bataille’ın demesiyle şiir, imkânların sözcükleri yoluyla gerçekleştirilen “basit bir çağrışım” gibi kabul edilmeye açıksa da izlek ve içerikler ve onların çağırdığı çağrışımı daha da derinleştirip basitlikten uzaklaştırır/kurtarır. Derinlik bugünün yüzeyliği karşısında yine aynı bugünün reddettiklerinin başında gelir. Bu anlamda günümüzde yazılan şiirle en azından biçimsel yakınlıkları varmış görünen ya da öyle kabul edilen şiirsel zamanla bundan kurtulmuş böylelikle de kendini bugüne daha eleştirel ve olumsuz bakan bir noktaya götürmüştür.

Eksiltmenin yaptığı başka bir şeyse yalın sözü daha değerli (Ben hikmetli yerine değerli demeyi tercih ediyorum.) hale getirmektir. Anlam o eksiltmeyle daha da değerli hale gelirken yalın olan bunun dışında kalmamıştır. Yalın olan daha değerli olmuştur.

Burada söz konusu eksiltme büyük ölçüde ilk şiirden bu yana teknik bir durum gibi görünüyorsa da yalın olanla kurulan ilişkinin şiiri teknik tartışmanın dışında tuttuğunu sanıyorum. Yalınlaşma kesinlikle ve yalnızca teknik bir durum olarak algılanmaya o yöndeki belirtilere rağmen büyük ölçüde buna kapalıdır. Kaldı ki şiiri kendinden başlatan bugünün şairine/okuruna Sina Akyol’un şiirinin uzak düşmesi de ancak bu durumla açıklanabilir.

İlla açımlamak gerekliyse, değer dediğim şeyle hikmet kavramının aynı şey olduğunu sanmıyorum. Hikmet kavramı şiiri mistikliğine dâhil edip hatta dinsel olan içinde değerlendirme imkânı verirken değer dinsel olana mesafeli hatta ona olabildiğince uzak bir mistikliği çoğaltır. Bu aynı zamanda doğanın/doğasal olanın ürettiği ruhsallık olarak anlanmaya uygundur.

Kaldı ki Sina Akyol’un dünyaya dönük tavrından anlamamız gereken de baştan beri bellidir. Bireyselliği toplumsal olanla –politikleşmeye sonuna kadar açık- ilgisini baştan beri şiirin dışına çıkarmayı bir an bile düşünmediği gibi dinsel olana da mesafeli durmuştur. Böylelikle toplumsal olan Sina Akyol’un hırkasını giymiş bireyliği ya da o daha çok babacanlığa varan derviş edası ile sorun yaşamaz ve şiir değerli ama yalın söz haline gelir.

Vadedimveylaya, Sina Akyol, Yasakmeyve Yayınları, 2011.

Burada yalın olanın değer haline gelmesi de şaşırtıcı bulunabilir. Çünkü yalın/lık dediğimiz şey genelde şiirin ortalamasını düşüren araçların başında gelir, çoğunlukla öyle anlanmış ve şiir bu denileni haklı çıkaran sonuçlar yaşamamıza izin vermiştir. Yalınlıktan kasıt genelde vasatlıktır. Azer Yaran gibi yalınlığı organik olanın parçası haline getiren ve doğasal olana açan şiirselleri saymazsak ezici çoğunluk yalınlığı basitlik olarak kabul ettiğinden o ortalamaya dâhil olmaktan kurtulamamıştır.

Sina Akyol’da yalınlık daha çok doğa ve insandan kalkındığı için şiirin değerini yükselten olguların başında gelir. Burada eksiltmenin yalınlığı şiir içinde güçlendirmekte katkısının çok olduğu özellikle ifade edilmelidir. Yalınlık doğasal olanın içine insani olanı da değer olarak dâhil ederek ilerler.

Şiirin oluşturduğunun biçimsel bir tavra dönüşmesi tabii mümkündür. Hatta Sina Akyol’un şiirindeki bu yapıyı biçimsel olanın içinde de ele alabiliriz. En azından eksiltmenin oluşturduğunun buna izin vereceğini düşünüyorum. Ne var ki bir yandan da bunun pek de doğru olmayacağını, hatta yanıltıcı olacağını sanıyorum. Çünkü buradaki eksiltme teknik bir tavır olmaktan çok şiirin ifade gücünü yükseltmeyi amaçlar. Buysa tartışmayı hemencecik teknik olanın dışına çıkarır. Eksiltili konuşmanın/olanın sesi de biçime direnir. Çünkü insani bir değer olmasının sonucu olarak da söylenmeye/konuşmaya eğilimlidir. Kaldı ki şaire değer olarak derviş edasını kazandıran da şiirin söyleniyor olmasıdır. Yalın söz şairin bizimle/dünyayla konuşmasıdır. Biraz daha ilerleyelim aynı bağlam içinde dünyayla hasbıhalidir. O yüzden de müthiş bir insaniliği baştan öngörür ve içerir.

Ve bütün bunların hepsi verili dünyanın dışında ama dünyanın içindedir. Dışında olduğu için de günümüz okuruna dönük bir uzaklığın içinden şiir getirir götürür. Günümüzün içerenleriyle olumlu anlamda ilişki kurmuş olanın en uzağında durur. Ama bugünün verili dünyanın egemenliği altında olduğu gerçeğine çaresizce karşı çıkmak dışında bir şey yapamaz/yapmaz.

Sina Akyol’un şiiri bildik anlamıyla günümüz dünyasının şiiri olmadığı gibi ona ait de değildir. Tersine ona karşılıktan kendini oluşturur ve o da başka bir dünyadır. Hatta bu karşılık onun varoluş gerekçelerinin en başında gelir. Yanı sıra bu karşılık muvazaalı hiçbir şeyin yanında ve içinde olmaz/durmaz. Oldukça ilkel duran dervişlik ve hali bu karşılıktan çıkıp geçmişe varır döner bugüne gelir şairi ve okuru bulur.

Kuşkusuz bu durum en azından Sina Akyol’un ve daha başkalarının şiirini bugün karşısında ilkel ve geri bulmak gibi bir illüzyonu dünyada dolandırmanın imkânıdır. Şiire dönük olmuş bitmiş ve gitmişlik de o bulmaktan beslenir, güç alır. Şair ya da okur bu şiire bugüne yakın olduğu ölçüde uzak kalmıştır /düşmüştür. Bu aynı zamanda değer olarak şiire ve şiirsel olana düşmanlık olarak anlanmaya sonuna kadar açıktır. Bunu bırakalım bugünün okurunu ve şairini taraf etrafın bile anlamasını beklemiyorum.

'Vadedimveylaya' da (Yasakmeye, 2011) baştan beri anlatmaya çalıştığımın en tepesinde ama “ihtiyar/olur/zaman”da kendini oluşturmuştur. Buysa şairin yazdığını daha da eksiltmesi için yeterli bir nedendir. Bir yanda Kazancı Yokuşu’na, Sinan Kâzım Özüdoğru’ya varan kederli geçmiş bir yanda evladıyla gelecek olan oğul’a varan bugün ve gelecek! Bunların arasına giren ve bir daha hiç çıkmayacak olan ölüm karşısında eksiltmeye pek yüz vermeyen ve “ihtiyar/ olur/ zaman”a iyi gelen doğa.

Yalınlık büyük ölçüde doğa olmaya doğru gitmiştir. Şehir karşısında yaşlılığımızın doğaya sığınma arzusunu onu bulamadığında en azından şiire çağırmasını anlamakta zorluk çekmiyorum. Evladıyla her gün gelse ne olur oğulu da anlıyorum.

Şiir kendini oluşturup şiirsel haline gelirken bir yandan da bu şairin sürekli toplumsal olanla kesişen bireysel tarihini oluşturmasına izin veren altını kalınca çizmeye çalıştığı şehir/dünya karşısındaki durumumuzdur. Dünya karşısında hallerimiz/halsizliğimiz şiirin asıl belirleyeni olurken şair ikisi üstünden bizi direnmeye de çağırmıştır.

Ahmet Oktay’ın derinlik dediği şey gelişmenin ardından o yaşlanmanın getirdiği durumdan başka bir şey değildir. Durmuş oturmuş insan durmuş oturmamış, olmadık kalmamış dünya karşısında geçmiş/bugün ve gelecek düzleminde kendini yaşamaya çağıran ruhsal ya da hayati olguları şiire dâhil etmiştir.

Bizi başka bir yere götürmeyecek, gitmeyi istesek izin vermeyecek şehir karşısında bunun ne anlama geldiğini ve değer olup olmadığını tartışabiliriz. Bana soruluyorsa değerdir. Çünkü anlam değerdir ve değerlidir. Bu yüzden yaşama imkânımızdır, bugünle uzlaşmaz çelişkimiz ve uzaklığımızdır.

Sina Akyol bu değerin farkındadır ve hem bilmekte hem de bilmemektedir. Bilmektedir çünkü insandır. Bilmemektedir çünkü mütevazıdır. Kendini inceltip duran ve otoritesinden çoktan kurtulmuş bir babacanlıkla bildiği ve olmak istemediği dünyayı şiirinde ve hayatında hiç eskitmediği çığlıkla dolaşıp durmaktadır. İncelikli bağırmaya hiç gelmeyen bir çığlıktır bu ve son derece insanidir.

Vaveyla, Sina Akyol’un şiirlerinde bağırtıdan çok eksiltili bir konuşma halidir. Bana kalsa çığlık atılmasından, bağırılmasından yanayımdır. Neşet Ertaş’ın bağırtısı kulağıma gidip gelirken Sina Akyol, Muzaffer Kale gibi bağırmayı insanlığına kondurmayanlara da geçirebileceğim bir sözüm yok!

Vaveyla, Sina Akyol’un dilinden bizim çığlığımız kadar acımız olmuştur. Kendini eksilterek içimizden geçip giden çığlık bilmenin başka bir dilidir. Söz o çığlığı sakinleştirmeye yarar, acıyla yükselen bağırtıyı eksiltip okura gönderir. Herkes inatla kendini korurken Sina Akyol’un şiiri hepimizin eprimeyen barınağıdır.

Eksiltme bir bakıma yazılmayı bekleyen başka şiirlere, edilmeye bekleyen sözlere ne kalmışsa biriktirmektedir. Onlar da başka şiirlere, sözlere aynı eksiltmeyle söz biriktirecektir. Ama hepsinin vardırdığı şey bellidir: “İnsan bin türlü ayrılamıyor/ken-/din-/den.” Kendinden ayrılamayan insansa ortak ya da değil geçmişten de ayrılmış olmaz. İnsan geçmişinden olmadığı sürece kendine hiçbir şey yapamaz, yalnızca hatırlar, hatırlamayı bilir.

Burada asıl anlamı oluşturan ve değerli hale getiren tabii sakladığını paylaşan “Aziz bellek”tir. Yaşlılığımız her gün oğulun çocuğunu kucaklarken geçmişimize de çalışmıştır. 1 Mayıs 1977’de Kazancı Yokuşu'nda, Sinan Kâzım Özüdoğru’nun öldüğü yerde sonra başka yerlerde bellek devinip durmuştur. Çünkü unutmamak yani hatırlamak bir kez daha öldürmemek/öldürülmemek yerine geçtiği gibi ne var ne yok yaşatır ve yaşatmaya direnir. Direnme şiirin kendisidir.

Sonunda… Acıyla yine “Va!” deyip geçip gittik. Sina Akyol da öyle yaptı. Sonra kendini derviş kabul etti biz onu anti-otoriter bir baba bildik deyip bahsi kapatmak da var ama “iyidir/ yalın söz” deyip gitmek en azından bana daha iyi gelebilir.

*10 Ekim 2012, Cırlavık- B. Tuzhisar