'Vadim artık o kadar yeşil' değil; bundan sonra da olmayacak

Ülkemizde başta doğa, süreçler, ortamlar ve varlıklar olmak üzere kamusal olan ne varsa sermaye birikimine olabildiğince katkı için tüketilmekte, kirletilmekte, onarılamayacak biçimde bozulmakta.

Google Haberlere Abone ol

Yücel Çağlar*

Akbelen’de şimdilerde yaşanan yıkım ne ilk, bu gidişle ne de son olacaktır!

Yurttaşa “ormana değil ağaca bak!” diyorlar; bizse “hayır”, tüm yaşama bakın diyoruz. Bakılması ve görülmesi gereken yalnızca tek tek ağaçlar, orman ekosistemleri değil, Akbelen ile çevresindeki tüm yaşamın söndürülmesidir!

Akbelen’in hemen yakınındaki Kemerköy ve Yeniköy termik santrallerine yıllardır linyit kömürü sağlayan açık maden işletmeleri havzada tüm yaşamı göz göre göre tüketmiştir:

- Havzadaki bitkisel üretim ve hayvansal çökertilmiştir!

- Ormancılık çalışmaları tümüyle sona erdirilmiştir!

Maden ve orman işletmelerinde de çalışma olanağı bulabilen birkaç bin kişi dışında genç nüfus bölgeyi terk etmiştir; dolayısıyla yöre büyük ölçüde insansızlaştırılmıştır.

'GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ'

Ne denli gerekli olursa olsun madencilik önünde sonunda bitecek bir ekonomik etkinliktir. Oysa tarım ve ormancılık yalnızca ekonomik bir etkinlik değildir; gerektiği gibi yapıldığında ekolojik, toplumsal, ekonomik ve kültür yaşamı sonsuza değin sürdürülebilecek etkinliklerdir!

Özellikle açık maden işletmeciliğinin Yatağan’da, Kemerköy ile Yeniköy’de ve daha birçok yerde yıktığı yerlerde öldürülen ekolojik temelli yaşam diriltilemez; orman ve su ekosistemleri, yabanıl yaşam, kültür geri getirilemez; geri getirilebilen yaşamsa bol kanserli “çakma” bir yaşamdır!

Bu gerçeklikler bilinmiyor olamaz. Bir ülkenin devleti bunu kendi doğasına, toplumuna yapamaz!

***

Anayasalar, siyasal iktidarların istedikleri gibi uygulayabilecekleri, istemediklerinde de uymayabilecekleri belgeler değildir. Herkesi ve her kuruluşu bağlar. Bu gerçeklikten hareketle Anayasamızın 56. Maddesini bir kez daha anımsatıyoruz: 

“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.

Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.”

Siyasal iktidar bu kurala aykırı kararlar alamaz, uygulamalar yapamaz. Dolayısıyla, Anayasanın bu kurallarına da uymayanlar, uyulmasına göz yumanlar, doğrudan ve dolaylı olarak araç olanlar “anayasayı ihlal suçu” işliyor!

Ne için? Ülkemizin enerji sorununu çözmek için mi? Hayır; söz konusu yıkım hiçbir zaman “ürküttüğü kurbağaya değmemiş”; onca yıkıma karşın enerjide dışa bağımlılık giderek artmıştır. Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nin araştırmalarına göre 1980’den bu yana Milas ve Yatağan ilçelerinde toplam genişlikleri 150 bin ile 1,5 milyon kilometrekare arasında değişen 20 firmaya “linyit madeni işletme ruhsatı” verilmiştir. Demek oluyor ki yöredeki yaşanmakta olan ekolojik ve toplumsal yıkım, Akbelen’den sonra da havzadaki tüm canlı yaşamı söndürecek biçimde sürdürülecektir.

Kimin için? Kesinlikle, başta yörede yaşayanlar olmak üzere ekonomik durumu giderek kötüleşen yurttaşlarımızın ekonomik durumunun iyileştirilmesi için değil! Akbelen’de de yapılan onarılamaz yıkımlar çoğu siyasal iktidarın yandaşı olan üç-beş şirketin kazanımları için!  

Bu, sömürge yönetimi anlayışıdır. Türkiye, kendi yurttaşı birkaç sermayedarın sömürgesi değildir!

Öte yanda siyasal iktidar Anayasamızın 169. Maddesine de aykırı hareket ediyor. Bilindiği gibi bu maddeye göre;

“… Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.

Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez…”

Ülkemizde madencilik alanında bu anayasal kurallara tümüyle aykırı bir düzen işletilmektedir. Bu düzende;

- Söz konusu anayasal kuralın temel dayanağı olan “kamu yararı” kavramının hukuksal olarak açık ve kesin bir tanımı yoktur;

- Çoğu durumda yüksek yargı organlarının kararlarında birbiriyle çelişen açıklamalardan hareket edilmektedir;

- Bir karar ya da uygulamada “kamu yararının bulunup bulunmadığını” belirleyecek özerk kamusal organ yoktur.

Öte yandan, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun ekolojik gerçekliklere, ormancılık gereklerine tümüyle aykırı olan 16. Maddesine göre;

“Madencilik faaliyetlerinin sona ermesi neticesinde idareye teslim edilen veya terk edilen doğal yapısı bozulmuş orman alanları rehabilite edilir.” 

Bu, ekolojik yönden olanaklı değildir: “Bozulmuş orman alanlarında”, kimi durumlarda kısmen ya da tümüyle ağaçlandırma ya da bitkilendirme çalışmaları yapılabilir. Ancak, yok edilen orman ekosistemleri yerine getirilmez ya da o alanda yeni orman ekosistemleri de oluşturulamaz! Ülkemizde yok edilen orman ekosistemleri yerlerinde yeniden oluşturulabilmiş bir tek bile madencilik alanı yoktur! Kaldı ki ülkemizde Sayıştay Başkanlığı’nın da yıllardır açıkça uyarmasına karşın madenciliğin yaşamı söndürdüğü alanlarda bitkilendirme çalışmaları bile gerektiğince yapılmamaktadır. Örneğin

“…maden sahalarının örnekleme denetimlerinde izinleri devam etmekle birlikte mevcut maden rezervinin tamamının alınması nedeniyle işletilemeyen veya işletme izni bitip yeni izin talebi sonuçlanmamış olan alanlar ile işletme faaliyetine devam eden ancak rezervi alınmış ve boşaltılmış izin dahilindeki kısmi alanların rehabiliteye elverişli olmasına rağmen rehabilitasyon projesine uygun herhangi bir rehabilite çalışmasının yapılmadığı tespit edilmiş olup yapılan değerlendirmede çalışmaların genellikle iznin son yılında veya ek süre içerisinde yapılmaya başlandığı, Ancak bu durumda işletmeci fiili olarak sahadaki tüm rezervi aldığı ve şantiyesini kapattığından genellikle rehabilite çalışmalarını sahiplenmediği, çalışmanın uzun süreye yayıldığı veya hukuksal problemlere neden olduğu görülmüştür.”(1)

***

Özellikle 2000’li yıllarda ülkemizde başta doğal, süreçler, ortamlar ve varlıklar olmak üzere kamusal olan ne varsa sermaye birikimine olabildiğince katkı için hızla tüketilmekte, kirletilmekte, onarılamayacak biçimde bozulmaktadır. Akbelen’de olup bitenler, bu gerçeğin ilk ve tek örneği değildir ama sermayenin emek ve doğa sömürücülüğünde ne denli kararlı olduğunun anlamlı bir göstergesidir. Yurttaşlarımızın bu gerçeği göreceğini, bu ölümcül gidişe “Artık yeter!” diyeceğini umuyoruz.

Korunması gereken şirket kârları değildir; her bileşeniyle yaşam, bu kapsamda orman ekosistemleridir.

*Doç. Dr. / Orman Yüksek Mühendisi

(1) Kaynak: Orman Genel Müdürlüğü 2019 Yılı Sayıştay Düzenlilik Denetim Raporu, Sayfa 21.