Vandalizm
Tarihteki ayaklanmalardan bu yana, vandalizm için artık mutlaka toplu bir kalkışma, protesto ortamı veya savaş gibi şiddet içeren atmosferler gerekmiyor. Çağdaş yaşamda bireyler veya arkadaş grupları, sırf canları istediği için yaşadıkları kentte bu tür bilinçli bir zarar verme, kırma, boyama, değiştirme eğilimi gösterebiliyor.
Geçtiğimiz hafta Paris Olimpiyatları’nın açılışı öncesinde tren hatlarında ve sonrasında elektrik şebekelerinde yaşanan çeşitli sorunlar, Türkçe basında saldırı, sabotaj kelimeleri ile yer alırken, uluslararası medyada vandalizm kelimesi ile ifade edildi. Sosyal medyada kimi Parizyenler, neden vandalizm dendiğini, bunun yerine terörist saldırı denmediğini sorguladı; biz ise kültürel olarak hükmü çoktan vermiştik.
Bu fark, olimpiyatlar sebebi ile gündeme gelen pek çok irili ufaklı tartışmalar arasında ilgimi çekenlerden biriydi; zira vandalizm tasarım alanında yeri olan önemli bir kavram.
Özel veya kamusal bir mülke kasıtlı olarak verilen zarara vandalizm deniyor. Terim ismini dünya tarihinin bir kırılma anından, Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüne sebep olan kuşatmadan alıyor. MS. 455 yılında Kral Genseric önderliğindeki Doğu Alman kabilesi Vandallar Roma’yı kuşatıyor ve iki hafta boyunca aralıksız olarak yağmalıyor. Ardında tarihe meraklı okuyucularımın bileceği üzere oldukça karışık ve ihtiraslı bir evlilik hikayesi de olan bu kuşatmadaki öfkenin ve yakıcılığın şiddetini pek çok farklı kaynak dil birliğinde “yüksek” olarak ifade eder.
Bu olaylarda altın, gümüş gibi değerli eşyalar, mobilyalar, tablolar ya yok edilmiş ya da Vandallar tarafından el konmuştur. Aynı şekilde tapınaklar, saraylar, özel konutlar, su kanalları gibi pek çok yapı yerle bir edilmiş. Sanatı ve estetik anlayışı ile öncü olan Roma’nın heykelleri ve sokakları da harap hale gelmiş.
Dünya tarihi bu 14 günlük kuşatmada, cinayetlerin, zor kullanmaların, rehinelerin varlığından da söz eder. Okudukça tarihin dehşet verici sayfalarından birine daha tanık olur; insanlığın yüz yıllar önce de aynı şekilde vahşi olduğunu idrak edersiniz.
Fransız Devrimi sonrasında sanat eserlerinin zarara uğratılmasına ve yok edilmesine yönelik olarak Fransız rahip Henri Gregorie geçmişte yaşanan bu kuşatmaya ve yağmalamaya dikkat çeker ve yaşananları Vandalizm olarak tanımlar (1794) Aydınlanma çağı, eşsiz sanatı ile Roma’yı öylesine kutsamaktadır ki, bu terim bir anda benzer tüm girişimler için hızla kullanılan ve yayılan bir terim haline dönüşür.
Vandalizm, ressam Gustave Courbet tarafından "savaş ve fethi" simgeleyen anıtların yok edilmesi olarak meşrulaştırılmış. Genellikle küçümsemenin, yaratıcılığın, öfkenin veya her birinin ifadesi olarak yapılıyor. Courbet'nin 1871 Paris Komünü sırasında III. Napolyon ve onun otoriter İmparatorluğunun sembolü olan Vendôme sütununu sökme girişimi, vandalizmin en ünlü olaylarından biri olarak tarihe geçmiştir. Dadacılar da bir sanatsal gösteri olarak vandalizme sık sık yönelmişlerdir.
1866 tarihli L’Origine du Monde isimli tablosu ile feministlerin halen sistematik vandalizmine uğrayan Courbet, belki de bu girişimleri izliyor ve olduğu yerden muzipçe gülümsüyordur!
Vandalizmin günümüzde en sık karşılaştığımız örneklerinden biri, iklim krizini veya akla gelen herhangi bir şeyi protesto etmek üzere ünlü müzelerdeki sanat eserlerine boya başta olmak üzere çeşitli başka şeyler fırlatmak; bu eserleri yok etmeye çalışmak. Çok sık karşılaştığımız bu olayları bugün bizler gibi, geçmişte Nietzsche‘de irdelemiş, kültüre karşı mücadele üzerine epey düşünmüş. Arkadaşı Carl von Gersdorff’a yazdığı 1871 tarihli mektubunda, Paris Komunü’nün girişimleri üzerine şunları söylüyor:
“Kültürle mücadelenin ne anlama geldiğini biliyorum. Paris'teki yangınları duyduğumda birkaç gün boyunca kendimi yok olmuş hissettim; korku ve şüphelere kapıldım. Tüm bilimsel, felsefi ve sanatsal varoluş bir saçmalık gibi görünüyordu. Tek bir gün, en görkemli sanat eserlerini, hatta tüm sanat dönemlerini yok edebilseydi; zavallı insanlar uğruna var olamayacak, ama yerine getirilmesi gereken daha yüksek misyonları olan sanatın metafizik değerine ciddi bir inançla sarılırdım. Ama acının en kötü olduğu anlarda bile, benim için yalnızca genel suçun taşıyıcıları olan bu kafirlere taş atamadım, bu da düşünmem için fazlasıyla sebep veriyor”
Tuileres Sarayı’nın yakılmasını takiben yazılan bu satırlar, bugün, çağımızda bile nasıl da hala geçerli değil mi?
Tarihteki ayaklanmalardan bu yana, vandalizm için artık mutlaka toplu bir kalkışma, protesto ortamı veya savaş gibi şiddet içeren atmosferler gerekmiyor. Çağdaş yaşamda bireyler veya arkadaş grupları, sırf canları istediği için yaşadıkları kentte bu tür bilinçli bir zarar verme, kırma, boyama, değiştirme eğilimi gösterebiliyor.
Büyük kent vandalizmin doğal bir sahnesi.
1974 yılında Norman Vailer Esquire dergisine yazdığı bir makalede vandalizmi grafitti sanatı özelinde yüceltince New York yöneticileri hemen teflon bazlı boyalarla önlem almış; zira The Faith of Graffiti başlığı taşıyan bu yazıdan sonra kentin sokaklarındaki graffiti örnekleri bir hayli artmış. Günümüzde graffiti, Bansky gibi özellikli sanatçılar sayesinde oldukça meşrulaşmış durumda ancak kuşkusuz her graffiti estetik veya sanatsal özellikler taşımıyor. Dünya üzerinde insanlar graffitiyi sanat olarak kabul edenler ve etmeyenler olarak ikiye ayrılıyor.
İstanbul’da Kadıköy, Moda, Beyoğlu başta olmak üzere kentin çok fazla yerinde boyalarla yapılmış karalamalar, sloganlar görmek mümkün. Bunların bir kısmı belirli bir değer taşırken, oldukça fazla bir kısmı ise taşımıyor. Kentin içinde çok sık karşılaştığımız bu vandalizm örneği kirlilik yaratan, değer düşüren, huzur kaçıran bir boyutta yaygınlaşmaya devam ediyor. İfade ettiklerimden graffiti sanatına karşı durduğum anlamı çıkmıyordur umarım; yaşadığım mahalle olan Moda’nın bu genel kaotik görünümünden bir hayli rahatsız olsam da, sokak aralarında karşıma çıkan kimi anlamlı cümleler, kelimeler ve ara ara karşıma çıkan harika eserlerin en çok keyfini çıkaran kentlilerden biriyim bir yandan da.
Grafitti en masum vandalizm örneği. Kamusal alanda kent mobilyalarına reklam panolarına, direklere, parklardaki ağaçlara, havuzlara kentliler tarafından daha yıkıcı zararlar verilebiliyor. Araçlar, sanat eserleri vandalizmden nasibini alıyor. Vandalizm gerçekten de bir yerel yönetim stratejisi gerektiyor.
Uzmanlar vandalizmin ardında yatan psikolojiyi irdeliyorlar. İnsanlar toplu yaşam içinde neden böyle bir saldırgan tutum sergiliyorlar?sorusunun cevabını arıyorlar. Bu nedenler oldukça çeşitli. Kimileri sadece keyif ve kişisel tatmin için bu eğilimde iken, politikaların, yönetimlerin veya olayların protesto edilmesi, eşitlik arayışı, sınıfsal bunalımlar veya bireyin kendi psikolojik sorunları/ arayışları yıkıcı davranışta öne çıkıyor.
Vandalizmin önüne geçmek için kentte uygulanabilecek pek çok yöntem var. Çevre tasarımını iyileştirmek, yapılarda müdahalelere izin vermeyecek uygunlukta malzemeler kullanmak, ulaşım arterleri gibi belirli alanlarda erişimi kısıtlamak, malzeme sağlayıcılar başta olmak üzere kolaylaştırıcıları denetlemek, resmi gözetleme ve cezalandırma yöntemleri, danışmanlık ve eğitim hizmetleri, kontrollü alanlarda ilgili eylemlerin yapılmasını sağlama gibi pek çok yöntem bunların arasında sıralanabilir.
Kentimizin yerel yönetim birimlerinde vandalizme yönelik özel bir masa, kişi, grup, çalışma ve strateji var mı bilmiyorum; olmadığını bir kent sakini olarak gözlemleyebiliyorum.Toronto’da yaşayan kızımı ziyarete gittiğimde, bana kentin grafitti sanatçılarına ayrılmış sokaklarından birini heyecanla gezdirmişti. Bir tür açık hava müzesi gibi olan böylesi bir alan turistik açıdan da önemli hale gelebiliyor. Amerika’da Philadelphia’daki benzer alan, 30 yılı aşkı süredir ziyaretiçileri ağırlıyor.
Bu tür bir eylem için kontrollü alan belirleme denirken tam olarak bundan söz ediliyor olmalı. Diğer yandan, yumurta fırlatan, sokağa çöp atan, bankları kıran, kamusal heykellere zarar veren bir zihniyet için yapılabilecek en önemli şey herhalde eğitim, danışmanlık ve cezalandırmadan başka bir şey olamaz.
Portland yerel yönetimi kontrolsüz yayılan grafitiler için duvarların hızlı yayılan bitkilerle kaplanmasına yönelik bir girişim başlatmış; ayrıca graffitiyi ihbar edebileceğiniz bir call center açmışlar. Kentler, kimyasal temizleyiciler, özel boyalar gibi yöntemlerle mücadele etmeye çalışsa da özellikle grafiiti yaratıcı bir eylem olarak görüldüğünden ve toplumun bir kesimi tarafından takdir görüp; bir kesim için görmediğinden, bu savaşım etkisiz kalıyor gibi.
Buna karşılık, bir bölgeye araçla girip zarar vermek, kamusal tuvaletlerdeki delikleri tıkamak, vitrifiye, batarya gibi unsurları kırmak, parçalamak gibi eylemler daha ciddi suçları teşkil ediyor; yerel yönetimler bunlarla ilgili daha yaptırımcı olurken, tasarımcılar da vandalizme karşı dayanıklı ürünler tasarlıyorlar.
Caddelerde tehlike anında zeminden çıkan bariyerler, bariyer görevi de üstlenen aydınlatma birimleri, dayanıklı malzemelerden üretilen banklar, monoblok pisuarlar gibi pek çok tasarım ürünü, vandalların zararları gözetilerek üretiliyor.
İyi tasarlanmış bir çevrenin, ürünün yağmalayıcı eğilim gösteren kişiler üzerinde geri çekici bir etkisi var. İnsanlar şık ve iyi görülen ortamlara zarar vermeyi düşünmüyorlar; uzmanlar bunu bir tür utanç duygusu ile açıklıyor. Söz gelimi lüks evlerin bulunduğu, kameraların yoğun olduğu bir mahalle, karanlık ve daha özensiz mahallelere göre daha az vandalizme uğruyor. Kentsel aydınlatmanın arttırılması ve özellikle karanlık bölgelerde aydınlatma yapılması da uygulanan çözüm yöntemleri arasında yer alıyor.
Yaşadığımız çağda insanları huzursuz eden gelişmeler günden güne artıyor. Stresli bir yaşam sunan büyük metropoller vandalizme oldukça açık. Kentsel alanda yapılan tüm tasarımlarda, ulaşım araçlarında, mimari yapılarda en çok gözetilmesi gereken unsurlardan biri bu tür zararlara dayanıklı üretimler sağlamak.
Özlem Yalım Kimdir?
Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.
Genç kadın girişimcilerden etik mobilya markası: Edizione Living 17 Kasım 2024
Festivallerden felsefeye ışık hakkında notlar 10 Kasım 2024
Simetri: Duygu dünyamızla tasarım arasında güçlü bir bağ 03 Kasım 2024
Tasarımda global disiplinlerarası pratik: Snøhetta 27 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI