YAZARLAR

Varolmak başka bir yerde

Çekoslovakya'nın Ağustos 1968'de Sovyet askerlerince işgal edilmesiyle sona eren Prag Baharına giden yolda Çek Yeni Dalgası’ndan Miloš Forman’ın Venedik ve Paris’de ödüllenen Bir Sarışının Aşkları’nın kahramanı Andula da Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin kahramanlarından Tereza benzeri, her şeyi geride bırakıp sevdiği adama koşan bir genç kadındır.

Yaşayan son varoluşçu olarak nitelendiriliyordu…

Milan Kundera, hayatını kaybettiğinde sinemaya da uyarlanan Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği olmak üzere onu aşkın kitabıyla bir kez daha hatırlandı.

Yaşayıp gördüklerini Kafka ya da Karel Čapek’ten çok Rousseau ve Stendhal'in etkisiyle yazdığı belirtilen Şaka, Yaşam Başka Yerde, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı gibi romanları ve Prag’ın 1968’de Sovyetlerce işgali sonrası artan politik baskılar Fransa’ya göç etmesine neden oldu.

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, 80’lerin sonuna doğru anavatanında yayımlanabildi, Kundera vatandaşlığını da kırk yıl sonra geri alabildi. Yazdığı gibi “her şeyin herkes tarafından tümüyle unutulması” olanaksızdı, dönemin Çek politikacılarına “belleğin yok edilemeyeceğini” anımsatınca -Gülüşün ve Unutuşun Kitabı- vatandaşlıktan çıkartılmıştı. (Milan Kundera, kişisel tarihini ‘Bilmemek’ romanında daha açık yazacaktır)

 Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği-Milan Kundera

HAFİFLİĞİN FİLMİ Mİ?

Philip Kaufman, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği filminin senaryosunu, Luis Bunuel’den Andrzej Wajda’ya onlarca büyük yaratıcı ile çalışmış Jean-Claude Carriere ile birlikte yazdı. Akademi-En İyi Uyarlanmış Senaryo ödülüne aday gösterildi. Ingmar Bergman filmleriyle ünlenen yönetmeni Sven Nykvist görüntü yönetmeniydi.

Kundera senaryonun yazımına karışmadı, yapım aşamasında eğer sorulursa düşüncelerini iletti. Romanın filme uyarlanırken ‘hafifleyen” anlatısında sanırım en ağır olan bölümlerden biri 20-21 Ağustos 1968 gecesi Alexander Dubček’in Prag Baharı adı verilen siyasi liberalleşme reformlarını durdurmak için Sovyetler ile diğer Varşova Paktı müttefiklerinin -Romanya ve Arnavutluk katılmayı reddetti- askeri işgaliydi. 

Philip Kaufman arşiv görüntülerini Lyon'da yeni çektikleriyle kurguladı. Görüntülerde yer aldığı gibi saldırı sırasında yüzü aşkın öldürülen ve çok sayıda yaralananlar vardı.

Gilles Deleuze sinema felsefesinin merkezinde ‘sinema-düşünce ilişkisi’ olduğundan söz eder, Philip Kaufman’ın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde bu ilişkiyi aramak boşunadır; romanda ise “yazın-düşünce ilişkisi” açıktır. Kaldı ki romanın girişindeki Ebedi Dönüş düşüncesinde gizemli bir yan vardır ve Nietzsche öteki düşünürleri sık sık şaşırtmıştır bu düşüncesiyle; düşünün bir kere, her şey tıpkı ilk yaşandığı biçimiyle yineleniyor ve yinelenmenin kendisi de sonsuza kadar koşuluyla yineleniyor! Ne anlama gelir bu çılgın mitos? sorusu, roman kahramanlarının arayışına yol gösterici olacaktır.

Tezini de zaten “Sonsuza Kadar Yinelenme yüklerin en ağırıysa, bizim yaşamlarımız bu ağırlığın karşısında göz kamaştırıcı bir hafiflik içinde belirmektedir. “ düşüncesine -Kundera’nın/yazarın sesi ile- dayandırır.

Foça doğumlu doğa filozoflarından Parmenides’in (M.Ö 515-445) dünyayı “aydınlık/karanlık, incelik/kabalık, sıcak/soğuk, varlık/yokluk” gibi çifter karşıtlıklara bölünmüş, her birinin bir yarısını olumlu (aydınlık, incelik, sıcak, varlık) öteki yarısını da olumsuz olarak nitelediğinden söz eder.

“Bu olumlu ve olumsuz kutuplaştırmasını çocukça denecek kadar basit bulabiliriz. Yalnız bir sorun var: Hangisi olumlu, ağırlık mı, hafiflik mi? Parmenides şu karşılığı veriyordu: Hafiflik olumludur, ağırlık olumsuz. Doğru bilmiş miydi, bilememiş miydi? İş burada. Bir tek şundan emin olabiliriz; hafiflik/ağırlık karşıtlığı bütün karşıtlıkların en gizemlisi, en çift anlamlısıdır.”  

Sovyet tankları Prag Baharı'na son veriyor. (20-21 Ağustos 1968)

MİLOŠ FORMAN’SIZ ÇEK SİNEMASI OLMAZ

Yıllardır kafasını kurcalayıp duran Tomas’ı romandaki değindiğimiz giriş yardımıyla “ilk kez oradaki düşüncelerin ışığında apaçık görecektir”. Amacı “Roman kişilerinin bir zamanlar gerçekten yaşamış olduklarına okuyucuyu inandırmak” değildir, böyle bir çalışma için “yazar açısından anlamsız bir çaba” diyecektir.

“… Roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan hayatının araştırılmasıdır…”

Filmde ise Tomas gibi diğer karakterler de derin izler bırakmadan silinir, yerine sanki olay ve konuşulanlardan habersiz ‘birileri, ama müthiş oyunculuklarıyla inandırıcı’ karakterler çıka gelir.

Sonuçta romanının sinemaya uyarlanmasına başlangıçta aldırış etmeyen Kundera, milyonlarca kişiyi birkaç haftada salonlara sokacak bu ‘tensel aşk ve siyaset’ filminin “hafifliğinin” onaylandığına tanık olunca, diğer yapıtlarının filmleşmesine, hatta oyunlaştırılmasına izin vermeyecektir. Üstelik yapıtlarının çevirisinden de korkmaktadır, doğru anlamıyla çevrilebilmesi için yetmiş üç sözcükten oluşan bir çeviri kılavuzu da hazırlar.

Çekoslovakya'nın Ağustos 1968'de Sovyet askerlerince işgal edilmesiyle sona eren Prag Baharına giden yolda Çek Yeni Dalgası’ndan Miloš Forman’ın Venedik ve Paris'te ödüllenen Bir Sarışının Aşkları’nın kahramanı Andula da Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin kahramanlarından Tereza benzeri, her şeyi geride bırakıp sevdiği adama koşan bir genç kadındır. Hem Tereza, hem Andula için aşk unutulmazdır, “küçük rastlantılar Assisli Francis’in omuzlarına konan minik kuşlar gibi hemen o an kanat çırpa çırpa gökten aşağı süzülmüştür.” (Kundera, romandan)

Bir Sarışının Aşkları, Miloš Forman’ın öncesinde, sinematografik bir devrim olarak nitelenen Maça Ası (1963) filmi sonrası çektiği en önemli filmidir..

Komünist sinema bürokrasisinin Locarno’da ödül almasa gösterimine izin vermeyeceği Maça Ası sonrası, konu krizi yaşayan Forman, Prag’da bir akşam geç saatlerde arabasıyla evine dönerken, taşıdığı ağır bir bavul -Teresa’da Prag’a Tomas’a giderken yanına ağır bir bavul alacaktır- köprüyü geçmekte olan genç bir kızla karşılaşmasını aklına getirir. 

Genç kız, küçük bir sanayi kasabasında tanıştığı genç mühendise aşkla bağlanmıştır. Oradaki kasvet dolu yaşamından uzaklaştıracağına inandıran mühendis genç, Prag’a dönerken ona sahte bir adres vermiştir. Yabancısı olduğu kentte, aldatıldığını bilmeksizin elindeki ağır bavulla adres arayan bu genç insanla karşılaşan Forman’ın genç kızın başına gelenlerden yararlanarak yazdığı senaryo denetimden onay alamaz.

Gerekçesi, ’sıradan kahramanları, yanı sıra hikayenin gösterişsiz ve ticari çekiciliği  olmadığı’dır. Stüdyo başkanının yardımıyla, bu defa gerçekten sıradan/amatör oyuncular ve doğaçlama diyaloglarla, Forman’ın benzetmesiyle bir “ev filmi” havasında gerçekleşir. 

Andula bir gecelik aşkının peşinden Prag'a gidiyor (Bir Sarışının Aşkları-Miloš Forman)

FABRİKA KIZININ HİKAYESİ

Andula ise, küçük bir yerleşimde, devlet planlamasına bağlı bir fabrikada çalışan işçi kızlardan biridir. Fabrikada kadınların sayısı erkeklerden kat kat fazladır, yönetim çevredeki birliklere konuşlanacak askerlerle evlilik hayalindeki bu genç kızların tanışması için Prag Meteor Orkestrası'nın da çalacağı Kültür Evi salonunda bir balo düzenler. Orkestranın yakışıklı piyanisti Milda ile o gece yaşadığı kısa aşk ilişkisinin evlilik için başlangıç olduğunu düşünen Andula bavulu elinde, Prag’a dönen Milda’nın peşinden gidecektir…

Bir Sarışının Aşkları, Forman’ın totaliter bir yönetim altındaki Çek toplumuna yönelik keskin eleştirisi, günlük yaşamdaki sıradan olguların kara mizah ve biraz da hüzün içeren ustalıklı bir anlatısı olarak nitelendi.

Politik ve gerçekçi filmleriyle tanınan İngiliz yönetmen Ken Loach, piyanist genci oynayan Vladimír Pucholt dışında tümü amatör oyuncularla ve doğaçlama diyaloglarla çekilen (Çek Yeni Dalga ve İtalyan Yeni Gerçekçi filmleri hatırlatarak), “bu filmlerde insanlar varoluyordu, rol kesmiyorlardı ve benim yaptığım ise oyuncuların performansını ortaya çıkarmaktı” açıklamasını yaptığı filmlerin kendi sineması üzerinde etkisinden söz edecektir. Örneğin, şaka gibi gelişen bir sahnedeki şu diyaloglar:

Milda “- (Bir el hareketiyle) Şey…bazı kadınlar yuvarlaktır. Ya da örneğin bir gitar gibi yuvarlaklaşmışlardır. Görüyor musun? Sen de bir gitar gibisin, ama Picasso’nun bir gitarı gibi.

Andula: “- Kim o?”

Milda: “- Bir ressam. Öyle bir biçimde çizen ressam ki… örneğin… bir kadın çizdiği zaman… öyle bir biçimde çizer ki onu, şurasında (omuzunu gösterir) bir göz yapar ve örneğin şurada (alnını gösterir) bir bacak koyar ona (Andula güler). Sana daha bir sürü tablosunu çizebilirim. Örneğin, evet evet parmaklarını şöyle çizdiği zaman (elini kapar.)

Andula: (Gülümseyerek) Acayip!

Milda: “- Evet, acayip.”

Andula: “- Ama ben öyle değilim” (Çev: Jak Şalom) 

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği filminde Daniel Day-Lewis (Tomas), Juliette Binoche (Tereza), Lena Olin (Sabina).
FİLMİN DIŞINDA BİR FİLM

İlginç olan, Bir Sarışının Aşkları filminde anlatılanların gerçek hayatta da yaşanmış olmasıdır. Setteki, üstelik sarışın işçi bir genç kız, yapım ekibinden genç bir teknisyene aşık olur. Evli ve bir çocuğu olduğunu saklayan teknisyen Prag'a dönüşünde bir daire kiralayacağı ve onu çağıracağı sözünü verir. Uzun zaman bekleyen genç kız, daha fazla dayanamayıp bavulunu alıp Prag'a gittiğinde aldatıldığını anlar. Sonraki yaşamı Andula’nınkine göre fazlasıyla acıdır, evine dönemez, seks sömürüsüne kurban olur, hapse girer, intihar girişiminde bulunur. Sonuçta Çek erkek göçmenlerden birinin evlilik davetine “evet” diyerek Avustralya’ya gider…

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde 1968 ilkbaharında Yazarlar Sendikası'na gönderdiği ve okur mektubu olarak yayımlanan mektubu nedeniyle Tomas’ın başı derde girer.

Tomas, Oedipus hikayesinde, Oedipus’un bilmeyerek neden olduğu felaketleri görmeye dayanamadığı için gözlerini kör etmesini ve kör haliyle Tebai’den çıkıp gitmesini komünist yöneticilere gönderme yaparak “Yaptıklarınızı görmeye nasıl dayanabiliyorsunuz? …Görecek gözünüz yok mu? Gözünüz olsaydı, gözünüzü kör eder, Tebai’den çıkar giderdiniz!” diye yazacaktır. 

Benzetme Tomas’ın hoşuna gitmiştir ama, mektubun yayımlanmasından rahatsız olan Başhekim çevresindeki doktorlar bir yana, İçişleri Bakanlığındaki yetkililer haftalık gazetenin yazı işlerini suçladığı bir itirafname ile mektubunun geri alınmasını beklemektedir. Ancak böylelikle cerrah olarak mesleğine devam edebilecektir, ama Tomas bekleneni yapmaz, ertesi gün klinikten istifa edecek, cam siliciliğine başlayacaktır.

Yves Montand İtiraf-L'aveu filminde (Costa-Gavras, 1970)
ERKEN BİTEN PRAG BAHARI

Prag Baharı sonrası yaşananların öncesi vardır. Kundera “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”nda 1952 yılında yaşanan, on dört komünist siyasetçinin tutuklanışını hatırlatır.

Tutuklananlar arasında bulunan on kişi Yahudi Çek yurttaşıdır. Costas Gavras’ın uyarlayacağı İtiraf (1970) filminin kahramanı -Dışişleri Bakan Yardımcısı Arthur London’ın kendisi- asılsız suçlamalarla, aylar süren sorgulama ve Prag ya da Slánský adıyla anılan davanın görüldüğü düzmece bir mahkemede yargılanır, işkence görür. Önce müebbet hapis cezasına mahkum edilen ve beş yıl sonra serbest kalabilen Arthur London “…İşlemediğimiz bir suçtan ötürü partiye karşı bir suçluluk duygusu içine düşürülmüştük; parti tarafından emredilmiş bir tutuklanma ve Başkanı tarafından doğrulanmış bir suçtu…” açıklamasını yapacaktır.

Onu suçlayanlardan biri gerçeği söyler: “Biz geçmişteki olayları zamana göre değil, bugün geçen olayların ışığı altında değerlendirmek zorundayız. Aksini yaparsak, hiçbir zaman bir dâva açamayız. Oysa partinin bir dâvaya ihtiyacı var."

Romanın sonuncu ve “Karenin’in Gülümseyişi” başlığını taşıyan bölümünde Tereza dans pistindelerken artık cam silicilik işi yapan Tomas’ın başına gelenler nedeniyle kendini suçlar:

Teresa: “- Cerrahlık senin misyonundu.”

Tomas: “- Misyon dediğin sersemce bir şey Tereza. Misyonum yok benim. Kimsenin yok. Özgür olduğunu, bütün misyonlardan arınmış olduğunu fark etmen o kadar büyük bir ferahlama ki.”

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni izlemek okumak siyasi tarihe yönlendiriyor insanı -Kundera’nın tarih yazarlığı unuttuğu olaylar üzerine- dünün ve bugünün labirentinde kaybolduğumuz, özgürlük ve ferahlık arayışımızın sürdüğü “kökenle ya da mitik gerçeklikle bir ilişkisi olmayan” (Baudrillard) bir tarih… Bizden çalınmış bir tarih… 


Kızarmış köfte Karbanátek

Çek mutfağı tarihi 6. yüzyıla dek uzanmaktadır. Birçok ülkenin ve ulusların mutfağından etkilenen Çek mutfağı, aynı zamanda Orta Avrupa’da çok yaygın olan kek ve hamur işlerinin kaynağı mutfaktır.

500 gr kıyma

1 adet yumurta

1 adet soğan (doğranmış)

4 adet sarımsak (ezilmiş)

2 yemek kaşığı un

1/2 su bardağı su

Maydanoz, tuz, kimyon, karabiber

Galeta unu

Sıvı yağ

Mercanköşk (varsa, 1 çay kaşığı)

Suyu kıymaya ekleyin, yarım saat buz dolabında dinlendirin. Soğan, yumurta, karabiber biber, kimyon, sarımsak maydanoz tuz, un-az miktarda galeta ununu ve kıymayı birlikte bir kapta karıştırın, yoğurun. Karışımdan köfteler yapıp galeta ununa bulayın, kızgın yağda kızartın. Patates püresi ile sıcak servis edin, üzerine kıyılmış taze soğan serpin. Not: Kızartmak yerine fırında da pişirilebilirsiniz.


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.