Vatan, millet, Sakarya
Yeşilin ve mavinin her tonunu barındıran ama doğasından çok insanı konuşulan bir il Sakarya... Karışık etnik yapısıyla “Ne millettensin?” sorusunu sanırım en fazla burada duyabilirsiniz. Ha bir hitap kelimesi olarak kullanılan “hafız”ı... Gerçi günden güne artan Arap nüfusuyla Türkçe bir kelime duymak da giderek zorlaşmış mıdır acaba? Ne dersiniz?
Günün birinde Sakar Dede adlı bir ermişin yolu Adapazarı’na düşmüş. Nehir üzerindeki Beşköprü’den geçerken durdurulmuş ve kendisinden geçiş vergisi istenmiş. Ermiş, parası olmadığını ve veremeyeceğini söylediyse de kimse oralı olmamış. İzni alamadığı gibi hakaret de işiten Dede, eliyle Kirazca köyü yönünü göstererek, dua okumaya başlamış. Daha duası bitmeden nehir yatak değiştirerek, Sakar Dede’nin gösterdiği ovanın başka yönünden akmaya başlamış, köprü kuru toprak üzerinde kalmış. Dede, “Geçme namerd köprüsünden / Ko aparsın su seni / Sinme tilki gölgesine / Ko yesin aslan seni” diyerek, karşıya geçmiş. “Sakar Dede”den söz ederken “Sakar ya” biçiminde halk arasında söylenişinin yaygınlaşmasından sonra ırmak, halk arasında Sakarya Nehri adını almış. Ogün bugün Erenler Tepesi’nin eteklerindeki türbede yatan ermişin “Sakar Dede” olduğuna inanılmış. Sakarya’nın adının nereden geldiğiyle ilgili birçok açıklama bulunsa da söylence bu tabii... Düz mantıkla konuya yaklaşıp “sakarların yaşadığı yer” diye espri yapanların bu söylenceye göre kısmen haklılık payı da olmuyor değil.
SAKARYA MI, ADAPAZARI MI?
Sakarya’nın adını Adapazarı olarak bilen de azımsanmayacak sayıda. Aslında ilin merkez ilçesinin adı Adapazarı... Kısaca şu bilgiyi vermekte fayda var: 1324’te Orhan Gazi’nin fethiyle kurulan Ada karyesi (Adaköy), zamanla nahiye, sonra da Kocaeli’ne bağlı önce, ilçe sonra kaza olmuş. 1954 yılında resmî olarak Kocaeli’nden ayrılarak, Sakarya ili kurulmuş. Şimdi çok mektup yazan yok ama geçmişte, “Adapazarı, Sakarya, Kocaeli” karmaşası yüzünden postacılar çok çekmiş olmalı. Şehrin merkezine Sakaryalılar “Ada” diyor. Hatta bu yüzden İstanbul’da “Ada’ya nasıl gidilir?” diye sorup İstanbul’daki Adalar’ın yolunu tutan da yok değil hani... Sakarya, 2000 yılında da çıkarılan bir KHK’yle büyükşehir unvanına sahip oldu. Bu unvanı almasında birçok can ve mal kaybının yaşandığı 1999 depremlerinin de etkisi var. Depremin yaralarını sarmak için büyükşehir statüsünü hak etmemesine rağmen sırf şehirlere ödenen ödenekten pay alabilmek için büyükşehir statüsü verilen Sakarya, günümüzde bir milyonu aşan nüfusuyla Türkiye’nin en kalabalık yirmi ikinci ili... Yaşanan acıları elbette kelimelerle anlatmak çok zor ama depremin şehrin yapısına diğer bir etkisi de yapılaşma konusunda olmuş. Depremden sonra belediyelerin en fazla üç kata kadar ruhsat vermesi sebebiyle şehirde yatay mimari ciddi oranda fazla, yüksek katlı bir bina pek bulamıyorsunuz. Var olanların ise deprem öncesi döneme ait sağlam yapılar olduğu söyleniyor.
'NE MİLLETTENSİN?'
Karadeniz’e kıyısı bulunan Sakarya’nın komşuları; Kocaeli, Bursa, Düzce, Bolu ve Bilecik... Sakarya, belki de etnik yapısı itibariyle Türkiye’nin en karışık şehri olma unvanına sahip; ciddi şekilde göçmen nüfus bulunuyor. Hatırı sayılır bir Karadenizli, özellikle de Trabzonlu nüfusu var. Şehrin demografik yapısını yerli halktan Manavlar, Yörükler; Kafkasya halklarından Çerkezler, Abhazlar, Acaralı Gürcü, Mohti Lazlar, Hemşinliler, Kırım Tatarları; Balkanlar ve Rumeli göçmenlerinden Bosna, Arnavut, Pomak, Sırp ve Bulgaristan ile Yunanistan’dan göçen muhacirler oluşturuyor. Biraz da Abdallar, Romanlar, Rumlar, Ermeniler bulunuyor. Hâl böyle olunca da Sakarya genelinde “Ne millettensin?” sorusunu duymaya alışmış insanlar. Yalnızca “Türk” diye verilen cevaplar da kabul edilmiyor; biraz daha detay verilmesi bekleniyor.
ARAPLAŞMA!
Adına meydan muharebesinin yaşandığı Sakarya’da, son zamanlarda Arapların sayısında ciddi artış var. Arapların en fazla arsa satın aldığı dördüncü il olduğu ile ilgili bir istatistik gördüm. Şehir merkezi ve özellikle de Sapanca’daki “Araplaşma” oldukça dikkat çekici... Bunu ekmek kapısı gibi gören de, bir Arap şeyhi ile geldiğinde izdiham yaratan da, bütün bu gelişmelerden oldukça rahatsız olan da var. Hele ki Tank Palet Fabrikası’nın bir kısmının Katarlılara satılması bu rahatsızlığı daha da artırmış. Bakın Sapanca’dan birisi ne diyor: “Artık Araplara hizmet edip asgari ücret alan Türkleriz orada (Sapanca) sadece maalesef. Ama sorsak en milletçi kimdir diye, Sapanca’nın insanı da kendisi bu sıralamada yukarda görür. Fakat Sapanca’da bazı iş yerlerinin Türkçe tabelası dahi yok. Bakın Arapça tabela var demiyorum. Koca tabelada rakamlar dışında ortalama bir Türk’ün anlayacağı karakter yok. Bu durumu görmek beni üzüyor.”
Aklıma, hani hamaset yapanlara söylenen “Vatan, millet, Sakarya” sözü geldi; bir de Uğur Mumcu’nun şu sözleri: “Milliyetçilik, ‘vatan, millet, Sakarya, kan, ırk, bayrak’ edebiyatı mıdır yoksa ulusun, ülkenin çıkarlarını, onurunu herkese karşı savunmak, yani tam bağımsızlık mıdır? Her, ulusun, ülkenin onuru, çıkarları ayaklar altında çiğnenirken 'vatan, millet, Sakarya, kan, ırk, bayrak' edebiyatını, yani milliyetçiliği salt kitleleri uyutmak, kandırmak için kullanıp aslında bütün bu değerleri salt kendi siyasal ya da bireysel-sınıfsal çıkarları için kullanmak milliyetçilikse, bunun karşıtı nedir?”
'ÇOK GÜZEL BİR ŞEHİR DE...'
Daha önce Düzce’yi yazdığım yazımda bahsetmiştim; Ekşi Sözlük’te “Kocaeli Sakarya Düzce Şeytan Üçgeni” diye başlık var. Yetmemiş, “Adapazarı, Sakarya, Kocaeli Yobaz Üçgeni” diye de açmışlar. Sakarya’yla ilgili hemen her başlıkta yazanları okudum. Biri “Marmara’nın Konya’sı desem cuk oturur.” derken öbürü “Burada çalışmaya başlayana kadar Konya’yı berbat bir şehir zannediyordum.” demiş. Birisi “sözlükte Yozgat’tan daha çok sevmeyeni bulunan il” ilan etmiş Sakarya’yı. Genelde ise Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “ağaç denizi” olarak bahsedilen Sakarya doğasının hakkı verilmiş ama “çok güzel bir şehir, tabii içinde insan olmazsa”, “toprağı güzel, insanı çirkin”. “mafyatik tiplerle dolu bir yer” gibi söylemlerle insanı yerden yere vurulmuş.
ÇARK’TAN SERDİVAN’A
Gençler genelde “sığır gibi” yaşadıklarını söylüyor. Bu benzetme bana ait değil, lütfen, hemen eleştiri oklarını bana yöneltmeyin. Aslında etkinlik ve faaliyet olarak küçücük illerden gidenlere belki cennet gibi gelebilir ama burada büyüyen ya da büyük şehirden gidenler, Sakarya’yı “cehennemin bir diğer adı” olarak nitelendiriyor. Sonuçta İstanbul ve Ankara’da pek uzak sayılmaz. Hatta Kocaeli bile insanlar için bir alternatif olarak görülüyor. Bir yere gidemeyenlerin uğrak yeri Çark Caddesi... Hayat çoğu insan için bu caddede geçerken, şehir merkezi günümüzde Serdivan tarafına kaymış durumda. Serdivan’da yaşayanların gelir seviyesinin bir tık daha yüksek olduğunu; alışveriş merkezlerinin, restoranların, kafelerin genelde burada bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu arada Adapazarı’nın dünyanın en çok tavuk döner tüketilen yeri olduğuyla övünen bir arkadaşım vardı; demek ki neymiş: Tavuk döner varsa umut vardır!
'HAFIZ N’ABER?'
Sakarya’da hitap olarak en çok kullanılan kelime sanırım “hafız”. Herkes birbirine “hafız” diye sesleniyor. Şehirde bir de değişik ve gereksiz bir gerginlik hissediliyor. Sanki her an bir kavga çıkacak gibi... Sebebi nedir, bilmiyorum. Bu satırları yazarken Sakarya’nın ateşli taraftar grubu “Tatangalar” geldi aklıma ama futbol konularına girmeyi canım istemedi.
Muhafazakâr bir toplum yapısı var ilin. Mesela yaşlı bir adam, yolda yürürken gördüğü genç bir kadına “Ya ben yetmiş altı yaşındayım, beni tahrik ediyorsun!” diye çıkışabiliyor. Ya da Kent Park’ta gençlerin uygunsuz davranışlar sergilediğini öne süren, çoğunluğu türbanlı kadınlardan oluşan bir grup çevre sakini, “Aşk parkı değil aile parkı istiyoruz” diyerek, eylem yapabiliyor. Kent Park demişken burası 160 bin metrekare alanın enkazdan yeşile dönüştürülmesiyle oluşturulmuş. Eski Zirai Donatım Kurumu Fabrikası arazisine inşa edilmiş ve yaklaşık 4 bin 500 metre karelik yürüyüş alanına sahip; doğal ortam ve ağaçlar korunarak, tüm yüzey çimlendirilmiş. Aynı zamanda parkta 14 bin metrekare gölet bulunuyor. Yanındaki Çark Deresi’yle sıcak yaz aylarında, ağaçların gölgesinde dinlenmek için güzel bir yer. Aman dikkat, aşk yasak!
DEPREMİN MÜZESİ OLUR MU? OLUR!
Böylece “Sakarya’nın gezilecek yerleri” konusuna da ufaktan bir giriş yaptık. Önce müzelerine bakalım. Sakarya merkezde, tren garı karşısında yer alan Sakarya Müzesi’nde (Atatürk Evi), il sınırları içerisinde bulunan arkeolojik ve etnografik eserler sergileniyor. Kavaklar Caddesi’ndeki Adapazarı Deprem ve Kültür Müzesi’nde, 1967 ve 1999 yılı depremlerine ilişkin deprem öncesi ve sonrası fotoğraflar ile suni deprem yaratan titreşimli elektronik bir stant, depremde yıkılan binaların yapım tekniğiyle ilgili inşaat malzemeleri, sismograf ve depremle alakalı diğer unsurlar bulunuyor. Eski belediye binası ise Özel Ali Fuat Paşa Kuva-yi Milliye Müzesi hâline dönüştürülmüş. Önemli gün ve geceler için bir kutlama alanı hem de mesire yeri olan Bayraktepe’de de tarihî eserlerin sergilendiği bir müze var. Ayrıca Hendek Şehitliği de bu alanda...
Adapazarı aynı zamanda Tozlu, Orta, Ağa ve Orhan camileri etrafında kümelenmiş çarşıları; çarşıların etrafına kümelenmiş mahalleleriyle geç dönem bir Osmanlı şehri... Çevre çarşılar kurulurken iki katlı ve sağlam olmasına çok dikkat edilmiş olsa gerek Uzun Çarşı ve civarında ciddi bir yıkım olmamış. Eskiden esnafın çoğu Bulgaristan, Bosna, Arnavutluk, Romanya muhacirleriymiş; daha eski zamanda ise Ermeni ve Rumlar çarşının ilk kurucularıymış. Hâlen şehrin alışveriş hayatında önemli bir yeri var.
JUSTİNİANUS KÖPRÜSÜ
Sapanca Gölü’nün sularını Sakarya Nehri’ne boşaltan Çark Deresi (Melas Çayı) üzerinde “Justinianus” isimli muhteşem ve görkemli bir köprü bulunuyor. Bizans İmparatoru Justinianus (527-565) tarafından MS 558-560 yıllarında yaptırılan bu taş köprü, 365 metre uzunluğunda, 9,85 metre genişliğinde ve toplam 12 kemerli... 2018 yılında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne alınmış.
Aynı zamanda Sakarya Köprüsü ile II. Bayezid Köprüsü de şehrin sembollerinden...
KALELERİ
Harmantepe köyünün kuzeyinde kalan Harmantepe Kalesi, küçük ve doğal bir tepecik üzerine kurulmuş. Etrafı sulak ve bataklık alanken her iki yanından daha sonra geçirilen kanallar sayesinde verimli tarım alanlarına dönüştürülmüş. Yağmurlu havalarda ulaşımın biraz güç olduğu Harmantepe Kalesi, Bizans’ın doğu sınırını korumak amacıyla XII. veya XIII. yüzyılda yapılmış.
Sakarya’da Seyifler ve Paşalar kalelerinin kalıntılarını da görebilirsiniz.
SAKİN ŞEHİR TARAKLI
Adını şimşir tarak yapımından alan Taraklı, ses ve çevre kirliliğinden uzak konumuyla İtalya merkezli cittaslow (sakin şehir) ağına dâhil olan sayılı ilçelerimizden biri... Doksan dört adet tescilli sivil mimarlık örneği bina ve sekiz adet doğal kültür varlığı bulunan Taraklı’da, 1992 yılından itibaren Koruma Amaçlı İmar Planı kapsamında çalışmalar yürütülüyor ve tarihi dokunun korunmasına özen gösteriliyor. Sakarya’nın en uzak ve dağlık bölgesinde bulunan Taraklı, Osmanlı ahşap mimarisinin en güzel örneklerini barındırıyor. Mimar Sinan tarafından yaptırılan 493 yıllık Yunus Paşa Camisi bunlardan biri...
Bizans döneminden kalma kil hamamı kaplıcalarının bulunduğu Taraklı’nın Yusufbey Mahallesi’ndeki yaklaşık beş asırlık çınar ağacı da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca doğal anıt olarak tescillenmiş. Taraklı, Tuzla köyünden başlayan Hark Kanyonu ve Mağarası, Güngörmez Şelalesi, Kemer Köprüsü, Acısu, Hıdırlık Tepesi, Gürleyik Suyu, Belengermesi, Hamza Pınarı, Çile Pınarı, Ak Çeşme ve Çoban Çeşmesi’yle görülmeye değer şirinlikte bir kasaba.
Tamamen ahşaptan yapılmış evleriyle dikkat çeken Karagöl Yaylası, Taraklı’nın yirmi bir kilometre kuzeydoğusundaki Samanlı Dağları’nın uzantısı olan dağlar üzerinde yer alıyor. Tabii ki Sakarya’nın yaylaları Karagöl’le sınırlı değil. Yeşilin ve mavinin her tonunu barındıran Sakarya, özellikle yayla turizmi ile öne çıkan bir şehir... Soğucak, Kırca, Acelle, Çiğdem yaylalarında şenlikler düzenleniyor. Keremali, Katırözü, Kirpiyan, Sultanpınar, Yanık, Sulucaova, Yörükyeri, Çilekli, Akar, Haydarlar-Kuloğlu, Dikmen, Hamzapınar, Belengerme, İnönü, Güzlek ve Turnalı yaylaları da hem turistlerin hem de doğa sporcularının ilgisini her geçen gün daha fazla çekiyor.
KÜÇÜK KARADENİZ: YENİMAHALLE
Bu arada ilginizi, özellikle de fotoğrafçıların ilgisini çekebilecek bir yeri daha söylemeden geçmeyeyim. Karasu’da Sakarya Nehri’nin tam da denize döküldüğü noktadaki yerleşim yeri “Yenimahalle”ye yerleşenlerin büyük çoğunluğu Doğu Karadeniz Bölgesi’nden genellikle de Trabzon’dan göç etmiş ailelerden oluşuyor. Mahallenin girişinde parke taşlarından döşenmiş oldukça güzel bir yol denize kadar uzanıyor. Yolun kara tarafında tek katlı evlerin ön cepheleri Sakarya Nehri’ne dönük... Hemen önlerindeki nehirde ise Karadeniz insanın vazgeçilmezi olan balıkçı tekneleri duruyor.
SAPANCA
Gelelim Sakarya’nın en meşhur yerine: Sapanca... Korunabilseydi belki de Türkiye’nin en güzel ilçelerinden biri olarak kalmaya devam edebilirdi Sapanca... Yukarıda değindiğimiz “Araplaşma” kartpostal güzelliğindeki Sapanca’nın çehresini oldukça etkilemiş.
Sapanca Gölü’nün havzası 252, yüzölçümü 47 kilometrekare... Eski kaynaklarda adı Ayan Gölü olarak geçen Sapanca’yı bakın Evliya Çelebi nasıl anlatıyor: “Cümle halkı bu haliçin suyundan içtiklerinden yüzlerinin rengi kırmızıdır. Ürünleri çok ise de bağları yoktur. Bahçeleri hadden aşkındır. Bu gölün kenarında bir tür kavun ve karpuz olur ki ancak ikisini bir eşek çekebilir. Bu göl içinde seksen pare (parça) kayık ve çırnaklar (tahıl kayığı) vardır ki köyden adam, kereste ve eşya götürürler. Bu gölde bulunan yetmiş, seksen çeşit balıktan avlanıp kâr ederler. Alabalığı, sazan balığı, turna balığı gibi tatlı su balıkları gayet lezzetli olur. Gölün derinliği ekseri yerlerinde yirmi kulaçtır. Suyu gayet saf ve berraktır. Kıyısında olan köylerin kadınları elbise yıkadıklarında asla sabun sürmezler.”
Sapanca’da su kayağı, yelken, kürek, wakeboard, knee board, katamaran, kano, hava durumuna bağlı olarak rüzgar sörfü ve göl kıyısında kiralanabilen diğer araçlarla su sporları yapılabiliyor. Özellikle hafta sonları ziyaretçilerinin sayısı oldukça artıyor. Kalabalık olduğunda rotayı gölün yükseklerindeki Arifiye Ormanı’na doğru çevirmek faydalı olabilir. Ayrıca yine Poyrazlar Gölü, Saklıgöl, Küçük Akgöl ve Reisler Okçular Gölü’nün hem piknikçilerin hem de kampçıların tercihi olduğunu ekleyeyim.
ACARLAR LONGOZU
1,562 hektarlık bir alanı kapsayan Acarlar Gölü, Sakarya’nın önemli turizm merkezlerinden. Acarlar Gölü Longoz Ormanı ise birinci derece doğal sit alanı ve gerçekten muhteşem... Longozun yüzölçümü bin 562 hektar ve derinliği bir buçuk metreye kadar çıkıyor. Yazın suları çekilen longozun toprakları köylüler tarafından tarım arazisi olarak kullanılıyor. Longozun çevresi bütünüyle dişbudak ormanlarıyla çevrili ve bu ağaçlar yer yer gölün bataklık kesimlerine sokuluyor. Buralarda sülün, çulluk ve yaban ördeği gibi hayvanlar yaşıyor ve birçok balık çeşidi bulunuyor. 2 bin 300 civarında bitki türüne de ev sahipliği yapıyor; su menekşesi, su lalesi ve çeşitli renkte nilüferler bunlardan bazıları...
ŞELALELER
Doğançay Şelalesi, deniz seviyesinden 600 metre yükseklikte bulunuyor. Şelaleye giden yol, yürüyüş-trekking parkuru olarak da kullanılıyor. Çoğu insan için “Sakarya’da görülebilecek yerler” listesinde ilk sıralarda yer alıyor.
Harkköy Şelalesi, beş kattan oluşan doğal şelale... Soğucak Şelalesi, kestane, kayın ve ıhlamur ağaçlarından oluşan patikasıyla dikkat çekiyor. Maden Deresi ve Şelalesi de yürüyüşler için ideal bir yer. Bölgedeki mesire alanları, alabalık tesisleri ve balık restoranlarının da epey ziyaretçisi oluyor. Baştan uyarayım; mesire alanlarına giriş ücretli...
DİĞER DOĞA SPORLARI
Su sporlarından ve yürüyüşlerden bahsettik ama yamaç paraşütünü de eklemeliyiz. Yamaç paraşütü konusunda bölgedeki en iyi uçuş alanı Sakarya’nın Serdivan ilçesinde bulunan Kırantepe... Burası paraşüt tepe olarak da biliniyor. Sakarya’da pek çok yerde motocross, ralli, Rafting, off-road yapılıyor. Aynı zamanda Adapazarı Camili bölgesinde, uluslararası bisiklet turnuvalarının düzenlendiği bir bisiklet adasının olduğunu ben bilmiyordum. Sakarya’nın plajlarını çoğu insan biliyordur ama bahsetmemezlik etmeyeyim. İlin Karadeniz kıyısında Karasu, Kocaali ve Kaynarca plajları bulunuyor.
BİR DENİZALTI HİKÂYESİ
Son olarak Karasu’daki batık bir denizaltıdan ve hikâyesinden söz etmek istiyorum: İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Naziler, Kuzey Denizi’nde İngiliz gemilerine karşı denizaltılar kullanıyormuş. Almanya’nın ilk deniz zaferi, savaşın daha ilk günü Shetland Adaları açığında bir İngiliz gemisini batıran U-23 ile gelmiş. Bu denizaltı, Nazilerin en ünlü deniz subaylarından Otto Kretschmer’in komutasındaymış. Hitler Karadeniz’deki Sovyet gemilerini hedef almaya karar vermiş fakat Türkiye savaşta tarafsız olduğu için Nazi denizaltılarının Boğaz’ı kullanması söz konusu değilmiş. Bunun üzerine denizaltılar, Almanya’nın kuzeyindeki liman şehri Kiel’de parçalara ayrılmış. Kanal yoluyla Elbe Nehri’ne indirilen denizaltılar, bu nehrin kaynağı olan güneydeki Dresden’e getirilmiş. Buradan yine parçalar hâlinde kamyonlara yüklenip karayoluyla Ingolstadt şehrine götürülüp Tuna Nehri’ne indirilmiş ve Romanya’nın Köstence şehrine ulaştırılmış. Almanya’nın Rusya’yı vurmak amacıyla kimi zaman nehirlerden geçirerek kimi zaman parçalara ayırarak trenlerle ve kamyonlarla Karadeniz’e gönderdiği altı denizaltı bulunuyormuş. 3 bin 300 kilometre yol kat ederek Köstence Limanı’nda üslenen altı denizaltı, 27 Ekim 1942’den 25 Ağustos 1944’e kadar onlarca Rus gemisini batırmış. Buna karşılık U9, U18 ve U24 de Rus donanması tarafından suların derinliklerine gönderilmiş. Köstence Limanı’nı Rusların bombalamasıyla gidecek yerleri kalmayan U20, U23 ve U19’u Adolf Hitler Türkiye’ye satmayı teklif etmiş. Savaş ilan etme sebebi sayılacak teklifi İsmet İnönü reddetmiş.
Romanya, 1944 Ağustosu’nda taraf değiştirip Almanya’ya savaş ilan edince, gemiler Karadeniz’de tam olarak mahsur kalmış. Almanlar, bunların açık denizde batırılması emrini vermiş. Bu gemilerden biri olan U20 gemisi, Sakarya’nın Karasu ilçesi açıklarında mürettebat tarafından batırılmış. U20 adlı denizaltının batığı, sahilden iki buçuk kilometre açıkta, kule derinliği on sekiz metre ve dip derinliği yirmi üç metrede bulunuyor. Dünya kamuoyu, denizaltının yerini, 2008’de Sunday Telegraph gazetesinin haberiyle duymuş. Nereden nereye...
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI