YAZARLAR

Venedik Bienali ve mümkünse apolitik Türkiye

İKSV ne şiş yansın ne kebap demiş gibi... Evet politik sanat geçmişi kuvvetli bir sanatçı seçiyoruz ama mesela Almanya’nın 1987’li Türk asıllı göçmeni seçip alıp göçmenleri Almanya Pavyonu’nda aslanlar gibi spot ışığı altına koyduğu bir ortamda, Türkiye’nin sanki hiç derdi yokmuş, söyleyecek sözü yokmuş gibi öyle genel geçer bir mesajla dünya haline üzülüyoruz...

"60. Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi, yabancının, uzak olanın, dışlananın, kuirlerin ve yerlilerin bir kutlaması olacak", diyor Bienal'in küratörü Latin Amerikalı ve ilk açık olarak kuir küratörü Adriano Pedrosa. Bienalin başlığının Foreigners Everywhere - Yabancılar Her Yerde olduğunu duyunca acayip hoşuma gitmişti. Ben de artık bir "yabancıyım" sonuçta. Son dönemde Avrupa’ya beyin göçü yapan binlerce insandan biriyim. Beni bırak, Türkiye, Avrupa her gün savaşlardan kaçan yabancıları konuşuyor. Sağcılık yükselirken nüfuslar çeşitleniyor. Tam bugüne ait, yüzleşme ve hesaplaşmaların çok yaşanacağı, harika bir konu.

Adriano Pedrosa, bienalin başlığının iki anlamı olduğunu açıklıyor: Nereye giderseniz gidin ve nerede olursanız olun her zaman yabancılarla karşılaşacaksınız - yabancılar, her yerdeler. İkinci olarak, kendinizi nerede bulursanız bulun, derinlerde her zaman bir yabancısınızdır; insan, kendi kendine ve bulunduğu ortama yabancılaşabilir. Bu nedenle, 2024 Bienali'nin ana odak noktası yabancı, göçmen, gurbetçi, diasporalı, sürgün veya mülteci olan, özellikle de Küresel Güney ile Küresel Kuzey arasında hareket eden sanatçılar. (Bu arada iş dünyasında çok sık kullanılmaya başlayan bu "Küresel Güney" teriminden de güneyli bir yabancı olarak nefret ettiğimi not edeyim. Yüzlerce farklı, birbirinden alakasız kültürü, ekonomik duruma bakıp bir küre yarısına sıkıştırıyor Batılılar sağ olsunlar...) Bienal, hakikaten de çeşitlilik sağlıyor ve Fransa’dan Suudi Arabistan’a, ortasında bulunduğumuz tanıdık coğrafyadan ülkelerin yanı sıra Kızılderililer’den Avustralya Aborjinleri'ne farklı halk ve 80 ülkeden toplam 331 sanatçı ve kolektif yer alıyor. Özellikle muazzam olan Giardini’deki ana sergi mekanına bayıldım; Türkiye’den Nil Yalter, Semiha Berksoy ve Fahrelnissa Zeid’in de eserlerinin yer aldığı, tekrar tekrar gezilesi bir sergi. Özellikle serginin içindeki Portreler kısmı, Yeni Zelanda’dan Zimbabwe’ye oradan Şili’ye "Küresel Güney"den yaklaşık yüz sanatçı içeriyor. Farklı kültürler, renkler, resimler muazzam... Küratörün Brezilyalı olmasının kerametini gördüğünüz bir alan.

Türkiye ve Türkler tarafına geçmeden önce son not etmek istediğim konu, Ukrayna’nın Bienal'i politik pozisyonlanma olarak çok iyi kullanması olacak. Hem kendi pavyonunda kuvvetli politik mesajlar vermiş hem de ayrıca bir mekan tutarak orada da savaşın insani yüzünü, zararları yansıtmış ülke. İsrail-Filistin meselesi ile ilgili en kuvvetli mesajı ise İsrail’in sanatçısı barış ilan edilene kadar eserlerini sergilemeyi reddederek vermiş. Keza, Filistin’in Ukrayna kadar harcayacak parası ve Batılı destekçileri olmadığı için, Filistin’in küçük pavyonu, ana mekanın dışında bir sokak arasında ancak denk gelirsen görebileceğin bir yerde.

YABANCILAR HER YERBE

Bienal'in Giardini ve Arsenale olmak üzere iki ana mekanı var. İlk mekan, genel olarak daha üst düzey gelirdeki ülkelerin mesken tuttuğu Giardini. Oradaki sergiye (pavyonların dışında bir de bienal küratörünün düzenlendiği iki adet sergi var iki ayrı mekanda) Türkler olarak çok havalı bir giriş yapıyoruz. Bu seneki bienalde Altın Aslan Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alan ve kendisi de (Fransa’da) bir göçmen kadın olan Nil Yalter’in "Topak Ev" ve "Şu Gurbetlik Zor Zanaat Zor" isimli yerleştirmeleri kapıdan girer girmez hop ilk eserler olarak karşınıza çıkıyor. Bienalin konusuna birebir uyan, ismini uzun yıllar Rusya'da sürgünde kalan Nâzım Hikmet'in şiirinden alan "Şu Gurbetlik Zor Zanaat Zor", Avrupa’da yaşayan Türk işçileri konu alıyor. Arsenale’de ise (ayrıca başka bir yazıda bahsedeceğim), kendisi de bizzat göçmen bir aileden gelen, yıllardan beri bir nevi bienaldeki anlamı ile "yabancılar", dışlanmış, azınlık olarak kabul edilen gruplar ile çalışan Güneş Terkol’un İstanbul’daki atölye çalışmaları sonrası, Venedik’te 40 gün kalarak oradaki göçmen dernekleri ve gönüllüler ile hazırladığı "Dünyaya bir Şarkı" pankartları yer alıyor. Bienal küratörü Adriano Pedrosa, Türkiye’den sergilenecek eserleri seçerken turnayı tam gözünden vurmuşken Türkiye Pavyonu için seçim yapan İKSV için maalesef aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Dümdüz, sadece kişisel tercihlere dayalı, dayanaksız bir eleştiri yapmadığımı anlatabilmek için önce birçoklarının gibi benim de favorilerimden olan ve gidenlere tavsiye ettiğim ülke pavyonlarının sanatçılarına ve konularına bakalım:

Almanya: Pavyonun üç sanatçısından biri 1987 doğumlu Türk asıllı Ersan Mondtag ve Almanya Pavyonu’nun ortasındaki dev yerleştirme, Almanya’ya işçi olarak gelen Türk babasının hikayesini anlatıyor.

Amerika Birleşik Devletleri: 1972 doğumlu Kızılderili sanatçı Jeffrey Gibson, Kızılderili ve kuir sembollerle eğlenceli bir direniş alanı yaratıyor.

İspanya: 1972 doğumlu Perulu sanatçı Sandra Gamarra Heshiki, İspanya’yı sömürgeci geçmişi ile yüzleştiriyor.

Mısır: Mısır’ın ünlü sanatçısı 1972 doğumlu Wael Shawky, Mısır tarihindeki sömürgecilere karşı bir ayaklanmayı, dekorlarını ve kostümlerini kendi hazırladığı, 400 kişiyle birlikte çektiği rengarenk bir müzikal ile anlatıyor.

Sırbistan: Avrupa Birliği ile de bir güzel dalgasını geçen 1963 doğumlu Aleksandar Denić, içinde gezebileceğiniz acayip yerleştirmede sömürgeciliğin çağdaş sonuçlarını ve halkların ve kültürlerin bölünmesi ve boyunduruk altına alınmasının devam eden etkisini sorguluyor.

Suudi Arabistan: 1973 doğumlu Manal AlDowayan, ülkesindeki kadınların sesi oluyor, özgürlük mücadelesi ve talebini etkileyici bir yerleştirme ile anlatıyor.

(Mansiyon ödülünü de akıl hastalığı seviyesinde bir kitschlikle kendini Süper Üstün Medeniyet ilan eden ikinci memleketim İsviçre’ye veriyorum; ancak görünce anlayabileceğiniz bir acayipliğe cesaret etmişler.)

Gördüğünüz gibi ülkeler, kendi tarih ve kültürlerindeki yabancılık konularına değinerek, hatta ülkelerindeki "yabancıları" ulusal pavyonu temsil eden sanatçı olarak seçerek iddialı Bienal konusuna kendilerini anlattıkları veya hatalarıyla yüzleştikleri cevaplar vermişler. Bu insanların biri hariç hepsi 70’li yıllarda doğmuş, son dönemin sıkıntılarını birebir yaşamış, bir kısmı göçmen, bir kısmı başka ülkede yaşadığı için "yabancı" statüsünde olan, bir kısmı etnik kökeni farklı sanatçılar. Ve gel gelelim Türkiye... "Yabancılar Her Yerde" dendiğinde, konuşulacak banko konuları sokaktan geçen, mecliste oturan, boğazda purosunu içen, altın varaklı evinde çayını içen herhangi bir Türkiye vatandaşına sorsan üç aşağı beş yukarı aynı cevapları verebilir bence: Suriyeli göçmenler, Afgan göçmenler, Kürtler, LGBTİ, eski gurbetçiler, Avrupa’ya son dönemde beyin göçü yapan yeni gurbetçiler... Denizde kum, bizde yabancılarla ilgili konu... Amma velakin bakınız Türkiye Pavyonu’nun konusunu İKSV’nin websitesinden kopyalayıp yapıştırıyorum:

"Venedik Bienali Türkiye Pavyonu, sanatçı Gülsün Karamustafa’nın mekana özel yeni yerleştirmesi Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hâli’ne ev sahipliği yapıyor. 50 yılı aşkın süredir güncel sosyopolitik ve kültürel meseleleri odağına alan Gülsün Karamustafa, dünyanın farklı coğrafyalarındaki yıkıcı savaşlar, depremler ve çevre felaketleri karşısında, içinde bulunduğumuz suskunluk ve çözümsüzlük hâlinin insanlarda yarattığı boşluk, oyukluk ve kırıklık hissini bir enstalasyonla mekana taşıyor.

Gülsün Karamustafa ise Türkiye Pavyonu’nda yer alan eseriyle ilgili olarak şunları söyledi: 'Bugün Sale d’Armi’de yerini almış olan projemin ilk düşünceleri yıkımlar, acılar, kayıplar ve insan ilişkilerindeki kof değerler arasında derinden hissettiğim boşluk, oyukluk ve kırıklık duygusunu mekanda var etmek arzusundan kaynaklandı. İşin temelindeki unsurlar, üç semavi dini temsil eden avizeler, kendi başına ayakta duramayan sütun kalıpları, bunları destekleyen demir strüktür ve son olarak raylar üzerindeki konteynerler İstanbul, Venedik ve Çin’in Zengzhou kentinden bir araya geldiler. Neredeyse sekiz aydır tarihi ticaret yolları üzerinde iz sürdüğümüzü gördüm böylece.'"

Yani ben size çevireyim, gördüğünde bile anlaması oldukça güç (haydi o benim algı eksikliğim olsun) ve Türkiye’nin güncel konuları ile alakası hiç olan bir eser. Diğer ülke pavyonlarının sanatçılarının yaşlarından bahsettim, bakın Gülsün Karamustafa’nın yaşına yaklaşan yok. Karamustafa 1946’lı ve zamanında acayip güncel ve politik işler üretmiş, başarılı ve saygıdeğer bir sanatçı. Ama 2024 yılında memlekette olanların baskısını hepimizin üzerinde hissetiği bir dönemde belki de zaten hali hazırda var olan yüzlerce daha genç Türk sanatçıdan biri seçilmesi gerekiyordu bugüne ve ülkenin gündemine dair bir laf edebilmek için. İKSV ne şiş yansın ne kebap demiş gibi... Evet politik sanat geçmişi kuvvetli bir sanatçı seçiyoruz ama mesela Almanya’nın 1987’li Türk asıllı göçmeni seçip alıp göçmenleri Almanya Pavyonu’nda aslanlar gibi spot ışığı altına koyduğu bir ortamda, Türkiye’nin sanki hiç derdi yokmuş, söyleyecek sözü yokmuş gibi öyle genel geçer bir mesajla dünya haline üzülüyoruz...

HER YERBE YABANCI

60. Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi’nin "Yabancılar Her Yerde" başlığı, 2004 yılında Claire Fontaine’in farklı dillerde ve renklerde neon heykellerle yazdığı "Yabancılar Her Yerde" sözünün yer aldığı eserinden geliyor. Bienalde önce herkes gibi ilk gün Giardini’den başladık, ikinci gün Arsenale gezdik ve ikinci günün kapanışında, alanın en sonunda, Adriyatik Denizi’nin üstüne yansıyan "Foreigners Everywhere" neonlarının Türkçesini bulmak için hevesle bakındık. Bir gördük ki affedersiniz ama eşek kadar neonda "HER YERBE YABANCI" yazıyor. Of zaten pavyonumuz da bir üzücüydü. Bilemiyorum Altan...

Son bir not olarak, bienale eşlik eden, şehrin içine, kiliselere, palazzolara yayılmış onlarca sergiden görebildiklerimden önerdiklerim de bienali ziyaret edecekler için burada:

  • Reza Aramesh - Number 207, Chiesa di San Fantin
  • Breasts - ACP Palazzo Franchetti
  • Ewa Juszkiewicz - Locks with Leaves and Swelling Buds, Palazzo Cavanis, Venice
  • Helmut Newton Legacy, Isola di San Giorgio Maggiore
  • Walton Ford – Lion of God, Ateneo Veneto
  • Yuan Goang-Ming: Everyday War, Palazzo delle Prigioni
  • Ukraine: Daring to dream in a world of constant fear, Palazzo Contarini Polignac
  • Mongol Zurag: The Art of Resistance, Garibaldi Gallery, Via Giuseppe Garibaldi 1815
  • Jean Cocteau: The Juggler’s Revenge, Peggy Guggenheim Collection
  • Willem de Kooning and Italy, Gallerie dell’Accademia


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.