YAZARLAR

Veriyi demokratikleştirmek: Kamusal fayda peşinde

Türkiye’deki siyasal müdahale, örneğin ölüm istatistiklerini dahi erişilmez kılan karartmalar çok can yakıcı. Ancak veri güvenilir olsa da sorun bitmiyor, çünkü her verileştirme işi siyasal bir beyan teşkil ediyor.

Sözcü gazetesinde Ege Cansen’in işletme artığını sermaye geliri, işgücü ödemelerini ise emeğin payı olarak yorumlayanları eleştirmesi sonrasında kısa bir süreliğine Türkiye’de ücretlilerin gelirden payının ne olduğu tartışıldı.

Kısaca tartışmayı hatırlatıp, yanlış bir yere kıstırıldığımızı vurgulayacağım.

 

EMEĞİN PAYI NE KADAR?

Cansen, eleştirel iktisatçıları “solcu ve amatör” olarak görmekle kalmadı, temelsiz bir şekilde emeğin payı “en az yüzde 60’tır” yazdı. Ertesi gün itiraf etmeliyim ki 'Bir delinin attığı taşı çıkartabiliyor muyuz?' diye etrafa bakınıyoruz hissine kapıldım. Meslekten siyaset bilimci ve bu nedenle zaten iktisat alanında amatör sıfatını kullanan birisi olarak Cansen’in sayıklamalarını üstüme hiç alınmadığım halde ben dahi düzeltilmiş ücret hesabımı yeniledim ve yaygın kullanılan, Türkiye’deki araştırmacıların da atıfta bulunduğu ücret payı hesabıyla Cansen’in verdiği oranların birbirlerinden ne kadar uzak olduğunu tekrar gördüm.

Meraklılar TÜİK’in erişilmesini giderek zorlaştırdığı tabloları indirerek ILO yöntemiyle düzeltme yapabilirler (ILO’nun 2019 tarihli Global Labour Income Share and Distribution metodoloji raporu 8. Sayfa). Bu düzeltmeyi işgücü ödemelerinin GSYH’ye oranını alıp, daha sonra ilk oranı ücretli ve kendi hesabına çalışanların paylarını ücretli payına bölüp elde ettiğiniz oranla çarparak yapıyorsunuz. Düzeltilmiş ücret payının (eğer kendi hesabına çalışanların gelirini ortalama ücretle eş tutarsak) 2010’lar sonunda yüzde 40 civarından radikal bir düşüşle 2022’de yüzde 30’a yaklaştığını görebilirsiniz.

Kısacası, karşımızda kullanabileceğimiz, ama bütün hikâyeyi buna indiremeyeceğimiz bir ücret payı hesabı var.

Tartışmanın başına dönersek, TÜİK’in açıkladığı işgücü ödemeleri (düzeltilmemiş haliyle) emeğin gelirden aldığı payı 2022 yılı ikinci çeyreği itibarıyla yüzde 25.4 olarak gösteriyor. Bu verinin kendisi de aslında düzeltilmiş ücret payı hesabında olduğu üzere vekaleten bir veri. İşgücü ödemelerinin azalıyor olması bize çok önemli bir şeyler anlatıyor, yaşanan sert düşüş bir şok dalgası yayıldığını gösteriyor. Lakin, her şeyi açıklamıyor, üstelik tek başına kullanılması başka sorunlar yaratabiliyor.
Fakat son TÜİK verilerine bakarak emeğin payını yüzde 60 üzerinde göstermeye çalışmak kötü niyete işaret ediyor. Haydi diyelim işgücü ödemelerine kurumsal sektör hesaplarından hane halkı işletme artığını eklemeye kalktınız, ILO’nun düzeltilmiş ücret payını yetersiz buldunuz, başka bir vekaleten veri peşindesiniz. Bu durumda dahi varacağınız oran yüzde 52 oluyor ve son beş yılda çok sert bir düşüş yaşandığını görüyorsunuz.

Neden emekçiler açısından büyük bir kayıp döneminin ortasında bazıları verileri çarpıtmakla zaman harcıyor okuyucunun takdirine bırakıyorum. Daha önemli konu ise bu ve benzeri tartışmalarla ikide bir nereye doğru sürüklendiğimiz.

 

SİYASAL BİR ALET, PERFORMATİF BİR HESAP

GSYH hesaplaması modern halini kısmen 1930’ların Büyük Buhranı ve II. Dünya Savaşı sırasındaki arayışlara borçlu. Ekonominin bütüncül bir resmini çekmek üzere yapılan hesaplamalar esasında düzenlenmemiş piyasanın yarattığı aşırılıkları törpüleyebilme çabasına da işaret ediyorlardı.

GSYH sanayi işçilerinin (o dönem beyaz ve erkek) faaliyetleri ve sınai üretimdeki dalgalanmaları gözlemleme çabasının bir ürünüydü. Bugün, ilerletilmiş, revize edilmiş haliyle dahi GSYH bizi belirli bir kalıp üzerinden düşünmeye zorlamaya devam ediyor. Öyle görünüyor ki, istatistiklerin performatif bir tarafı bulunduğu Türkiye’de büyüme ve emeğin payı tartışmalarında gözden kaçıyor.

En temelde GSYH, manşet verisi ve öne çıkartılan oranlarıyla sektörler ve insanlar (sınıflar) arasındaki devasa farklılığın üzerini örtüyor. Ayrıca ücretsiz kadın emeğini büyük resmin dışına itiyor. Borçla yaratılmış zenginlik ve şişkinlikleri üretken faaliyetin sonucuymuş gibi görmek üzere bizi koşulladığından, örneğin Türkiye’nin büyük felaketi olan AKP döneminin bir kısmını büyük atılımmış gibi göstermeye de yarayabiliyor.

Çalışmalarında sıklıkla makroekonomik verileri deşmeye çalışan eleştirel bilim insanlarını azade tutmak peşinde değilim. Ancak şu ayrımı görerek ilerlemeye çalışıyoruz: Toplumsal gerçekliğin karmaşıklığını kavrayabilecek araç yokluğunda eldeki verileri vekaleten kullanarak sorgulamaya devam etmek, verili olanı aşmak ve hayatı daha farklı bir zeminde örgütleyebilme çabasını diri tutmak için faydalı olabilir.

Bu düşüncenin bizi tekrar vurgulamaya götürdüğü yer toplumsal ve siyasal önceliklerle, veri toplama ve kullanışlı/uygun araçlar yaratma arasında bir boşluk olduğu ve bunun farkında olmamız gerekliliği. Aradaki bu açı bazı toplumlarda bazı dönemlerde genişleyebilir, Türkiye’de örneğin son altı yılda görüldüğü üzere çok büyük bir uçurum oluşabilir. Toplum bilimcinin (iktisat hariç değil) işi bu açıyı kapatmak için de uğraşmak.

 

DAHA ZOR OLANA ODAKLANMAK

Eleştirel sosyal bilimcilerin TÜİK’in verilerini bu kadar eleştirmesinin ardında ve bir yandan da örneğin 2009 bazlı GSYH serisi büyük sorunlar taşırken her açıklanan hasıla tablosu sonrasında bazı vekaleten veriler devşirmeye uğraşmasının arkasında bu uğraş yatıyor.

Elbette, biz verinin güvenilir olmaması sorununu henüz aşabilmiş değiliz, çifte bir zorluk altındayız. Türkiye’deki siyasal müdahale, örneğin ölüm istatistiklerini dahi erişilmez kılan karartmalar çok can yakıcı. Ancak veri güvenilir olsa da sorun bitmiyor, çünkü her verileştirme işi siyasal bir beyan teşkil ediyor. Örneğin kategorileri, güvencesiz ve çok sınırlı sürelerle istihdam edilen, esasında işsizlik benzeri bir durum deneyimleyen milyonların istihdamdaymış gibi sunulmasına neden olan Eurostat’la da işimiz var. Ölene kadar araştırdığı ve fakat iktidar gözüyle verileştirdiği yerli halkların istatistiklerini post-kolonyal dönemde ya da uzlaşı çalışmaları sırasında halklarla paylaşmayan sömürgeci devletlerin istatistik aygıtlarıyla da.
Kısacası, sosyal bilimci geçinen münasebetsizlere yanıt yetiştirmek faydalı. Ancak (bu yazının kendisi tekrar tartışmayı hatırlatıyor dursa da) kendi çöplüğünde öten horozlara harcadığımız enerjinin daha fazlasına başka alanlarda ihtiyaç duyuyoruz. Bilimsel üretimi, halkın gündemi doğrultusunda örgütlemek, veriyi demokratikleştirmek, kamusal fayda doğrultusunda verileştirme için baskı kurmak daha önemli. Sabahı örgütlemeyi de unutmamalı.


Ali Rıza Güngen Kimdir?

Siyaset Bilimci, araştırmacı ve çevirmen. Doktorasını ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde tamamladı. Türkiye’de borç yönetimi, devlet bankaları, küresel Güney’de finansallaşma ve devlet kuramı alanlarında yayımlanmış çalışmaları bulunmaktadır. Araştırmalarına York Üniversitesi'nde devam etmektedir.