Veysi Altay: Çektiğiniz belgeselle devletin hışmına uğramışsanız doğru yoldasınızdır

Veysi Altay ile belgesel sinemayı konuştuk. Altay, "Siz politik belgeseller çekerek devleti teşhir etmeye çalışırsınız, devlet de işlediği suçları gizlemeye çalışır" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR -  Yaklaşık yirmi yıldır fotoğraf sanatıyla ve sinemayla profesyonel olarak uğraşan Veysi Altay, İnsan Hakları Derneği ve Uluslararası Af Örgütü’nde uzun bir süre yöneticilik yapar. 2013 yılında kurulan Vicdani Ret Derneği’nin kurucu üyesi olan Altay, 2013 yılında Serêkaniyê'de, 2014 yılında ise Kobanê'de savaş muhabirliği yapar. Mayın, linç kültürü, milliyetçilik, mevsimlik işçiler ve kayıplarla ilgili pek çok arşivsel çalışma yürüten Altay, çok sayıda belgesel filme de imzasını atar.

"Sessiz Hayatlar" (2009), "Faîlî Dewlet" (2012), "33 Yıllık Direniş - Berfo Ana" (2014), "Nûjîn" (2016), "Bîr" (Kuyu – 2019) gibi belgeseller yöneten Altay ile bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını konuştuk.

Veysi Altay

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı? 

Aslında belgesel de bir nevi kurmacadır. Ayrıca belgesel-kurmaca ayrımı yapmak bana hep tuhaf gelmiştir. Hepsi de sinemanın kendisidir. Belgesel için çektiğiniz görüntüyü nasıl kullanacağınıza karar verdiğiniz anda ve görüntüye müdahale etmeye başladığınızda ya da kamerayı kendi istediğiniz yere koyduğunuzda bir nevi “gerçeklikten” çıkıp kurgu, kurmaca halini alıyor. Yönetmenin kamerayı koyduğu yer ve bakış açısına göre her şey değişiyor. Her belgeselci ya da belgesel, gerçeğe sadık kalmıyor. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların veya başka devletlerin “dosta güven düşmana korku” salmak için propaganda amaçlı çektiği/çektirdiği belgesellere baktığımızda gerçeğin ne kadar ters düz edildiğini görebiliriz. Yani mesele belgeseli çeken kişiye ve niyetine göre değişiyor. Yine de her şeye rağmen, kısa ve kurmaca filmlere göre gerçekliğe en yakın olan belgesel, bence yönetmenin bakışını kısıtlamaktan ziyade daha geniş bir alan açıyor. Çektiğiniz insan hikâyesi ya da kameraya çektiğiniz görüntü, seslerin ve doğanın, diğer canlıların yaşamları ya da yaşadıkları, “doğru” kullanabilirseniz size inanılmaz bir alan açıyor. Ayrıca belgeselin ve belgeselcinin gerçeğe olduğu gibi formel şekilde sadık kalması, gerçeği işlemesi gibi bir görevi yoktur. Ters giden farklı yönleri ile göstererek gerçeği değiştirmek, yerine yeni ve farklı bir perspektif getirmek gibi bir görevi de vardır. 

'KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDAN DESTEK ALARAK 'DERDİ' OLAN BİR BELGESEL ÇEKMENİZ ÇOK ZOR'

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz? 

Türkiye’de belgesel sinemanın önemsenmediği doğrudur. Hatta belgesel filmler, çoğu zaman sanatsal bir yapım-film olarak da kabul görmez. Biri ne iş yaptığınızı sorduğunda, belgeselciyim cevabına “neden film çekmiyorsun?” sorusu gelir. Mesele biraz politik ortam, devletin ideolojik olarak durduğu yer, demokrasi ve özgürlüklere bakış açısına göre de değişiyor. Egemenini ve erki öven veya herhangi bir konuda rahatsız etmeyen belgesel çektiğinizde yer bulmanız kolay olur. Festivallere de katılırsınız. TRT’ye de belgeselinizi satabilirsiniz. Kültür Bakanlığı'ndan da destek alır, para bulmakta da zorlanmazsınız. Bunun önünde herhangi bir engel yok. Fakat devletin bireye ya da toplumlara karşı işlediği suçlara; soykırıma, kadın haklarına, LGBTİ+ bireylere, doğa katliamına, Kürdistan’da işlenen insanlık suçlarına ilişkin bir belgesel çektiğinizde, bütün kapılar yüzünüze kapanır. Bırakın festivalde yer bulmayı ve televizyonda filmi göstermeyi, kendinizi mahkeme kapılarında bulursunuz. Başınıza gelmedik şey kalmaz.

Zaten böyle bir sistemde, devlet gibi ve devlet aklından bile daha geri düşünen festivallere ve televizyonlara film gönderme fikrini belgeselcilerin binlerce kere düşünmesi gerekir. Yani bir festival herhangi bir belgesele sansür uygulayıp, programdan çıkardıktan sonra gösterdiğimiz tepkiler, topladığımız imzalar sonrası durduğu sansürcü duruşundan bir tek geri adım atmamış aynı festivalin kırmızı halılarında festivalin sansürcü duruşuna karşı imzasını atmış, kendini rahatlatmış olarak dolaşmamızın sinemaya veya değişime hiçbir katkısı olmayacaktır. Aynı zamanda, valiliklerden, kaymakamlıklardan ve Kültür Bakanlığı'ndan destek alarak da “derdi” olan bir belgesel çekmeniz çok zor. Çektiğiniz belgeselin politik olduğunu söyleyip, jeneriğinizde devletin çeşitli kurumlarına teşekkür yazısı yazmışsanız, kendi elinizle derdi olan belgesel kimliğinizi yok etmiş olursunuz. Bu da politik belgeselin gücünü azaltan, kendi kendimizi “üvey evlat” konumuna düşüren bir davranıştır. Derdi olan belgeselcilerin kendilerine daha bağımsız ve özgür alanlar yaratması gerekir. Bunu da doğru bir şekilde örgütlenerek yapmamız gerekir. 

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz? 

Sondan başlayacak olursak, kendimi bu gelenek içerisinde, devletin bireye, toplumlara ve doğaya karşı işlediği suçlara karşı taraf olarak görüyorum. Taraf ama çektiğim hikâyelere ihanet etmeden, subjektif davranmadan objektif bir yerde konumlanmaya çalışıyorum. Aslında belgeselin tarihsel süreci ve geldiği nokta, gelişen teknolojik aletler ve sunduğu imkânlar dışında bir değişime uğramadı diye düşünüyorum. Özellikle bağımsız ve direniş belgeselleri çeken bizim gibi yönetmenler için. Bizim gibi yönetmenler genelde güç odaklarının kendisi gibi düşünmeyen, kendi gibi giyinmeyen, yemeyen, içmeyen ve yaşamayanlara karşı direnen insanların, katledilen doğanın ve diğer canlıların hikâyelerine odaklanıyor. Tarihsel geçmişe baktığımızda da sömüren ve sömürülen insanlar ve canlılar hep olmuştur. Hikâyeleri birbirine çok benzer. Güç odakları, hep birilerini ezmeye çalışır. Buna karşı her zaman onuru ve kişiliği için birileri hep direnir. Biz direnen tarafın yanında, onların hikâyelerini geleceğe aktarmaya çalışırız. 

'BELGESEL, GELECEĞE GEÇMİŞTEN BİR AYNA TUTAR'

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Belgesel, isminde olduğu gibi belge ve bilgi niteliğindedir. Bilgi taşır. Ama sadece bilgi taşımaz. Hafıza ve bellek oluşturur. Geleceğe hikâyeler ve arşivler bırakır. Geleceğe, geçmişten bir ayna tutar. Tutması da gerekir. Uzun bir süredir sosyal medya ve cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla birlikte bahsettiğiniz gibi birçok görüntü izlenime sunuluyor. İstismara çok açık olmasının yanı sıra herkesin derdini bir şekilde anlatabileceği, ekonomik olarak zorlanmadan bir şeyler yapabileceği kolaylıklar da sağlıyor. Estetik ve içerik olarak büyük oranda kötü işler olsa da aynı zamanda çok güzel işleri de görebiliyoruz. Yani alan geniş. Bunu kategorize etmek çok zor. Ve kategorize etmemiz de gerekmiyor sanki. 

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Şayet sistem ve egemenlere karşı gerçeğe en yakın dili, yani belgeseli çekiyorsanız, egemenlerin işlediği suçları teşhir etmeye yönelik çalışmalar yapıyorsanız, işin doğası gereği egemenler de size her türlü engel olmaya çalışacaktır. Türkiye gibi ülkelerde mağdurun ve direnenin tarafındaysanız, bu daha da zordur. Siz politik belgeseller çekerek devleti teşhir etmeye çalışırsınız, devlet de işlediği suçları gizlemeye çalışır. Durmamız gereken yer; egemenleri rahatsız edeceğimiz yer olmalıdır. Şayet devletin hışmına uğramışsanız demek ki doğru yoldasınızdır. Burada hışma uğramaya güzellemeler yapmıyorum. Maalesef bizim gibi coğrafyalarda bu da başka bir gerçekliğimiz. Yakın zamanda "Nujîn" ve "Bakur" filmleri Batman'da mahkemeler tarafından cezalandırıldı. Birçok yönetmen belgesel çekerken gözaltına alındı ya da film çekimleri engellendi. Belki de odaklanmamız gereken şey bu gerçeği değiştirmek olmalı. 

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz? 

Sermayedarlar, kurdukları ilişkiler ve beslendikleri kişiler ve alanlar itibariyle bizim gibi sinemacılara zaten alan açmazlar. Var olan platformlara baktığımızda her ülkenin politik duruşu ve düşüncesine göre filmler üretirler ya da satın aldıkları filmleri gösterecekleri ülkelerin nabzına göre izleyiciye sunarlar. Bizim için bu tür platformların ciddi faydası olacağını düşünmüyorum. Bizi özgürleştirecek şey, internet mecralarından alacağımız destekten ya da ekonomik katkıdan ziyade, kendimize uyguladığımız otosansürden kurtulmak, egemenlerle olan ilişkilerimizi gözden geçirip, özgürce işimize odaklanmaktır. Bahsettiğiniz platformların alternatifini ve kendi alanlarımızı oluşturmaktır. Estetik ve politik olarak çektiğimiz belgeselleri en iyi nasıl anlatabileceğimize odaklanmaktır. Çektiğimiz filmleri ulaştırmak istediğimiz kitleye en iyi nasıl ulaştırabiliriz’in yollarını aramak, bağımsız, özgür mecralarımızı birlikte yaratmaktır...

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor? 

Evet, yeni bir çalışmam var. Yaklaşık bir yıldır yeni bir hafıza çalışması yapıyorum. Daha önce çektiğim belgeselleri tamamlayabilecek bir eser olacak. Irkçılığın, cinsiyetçiliğin, kadına yönelik şiddetin ve katliamlarının, hak ihlallerinin ve haksızlığın her alanda çok uzun süredir var olduğu bir coğrafyada moralim yüksek bir şekilde günlerimi geçirmeye çalışıyorum.