YAZARLAR

Vicdan uyanıyor mu?

Bir resim izleyicisini yanılsamalara nasıl yönlendirir? William Holman Hunt'ın 1853’te Victoria İngiltere’sinde yaptığı bir eser, nasıl olur da bugünkü Türkiye’yi, İran’ı ve benzerlerini anlatır?

William Holman Hunt'ın "The Awakening Conscience / Uyanan Vicdan” (1853) tablosu, sanat tarihinde çokça konuşulan eserlerden biridir...

Fakat neden; basit, sade gibi görünen bu tabloda neler oluyor?

Dahası bu eser beni neden salt Victoria döneminin Birleşik Krallık’ına değil, aynı zamanda bugünün Türkiye’sine, İran’ına, Ortadoğu’nun yasaklarla, baskılarla dolu ülkelerine götürüyor?

***

Kadın neden adamın kucağında?

Erotik bir tabloya mı bakıyoruz?

Kalakalmışlıkla hareket arasındaki bu yüz bize ne söylüyor?

Bunlara ve daha başkalarına yanıt aramak için İngiltere’ye, Victoria dönemine (1837-1901) gitmemiz gerekiyor.

William Holman Hunt'ın "Uyanan Vicdan” (1853) tablosu ressamın ayrıntılara aşırı düşkünlüğünü ve teknik ustalığını yansıtan önemli eserlerinden biridir. Yapıtta işlenen inanç alegorisi araştırmacıları, eleştirmenleri günümüzde de kendine çekmeyi sürdürüyor.

***

Yola çıkarken biraz tabloyu tanımaya çalışalım: Sanatçı ve sanat tarihçisi John Ruskin, tabloyu anlatırken simgeleri de Victoria döneminin ikonografisini gösterircesine çözümlüyor:

Çılgın bir ayrıntıcılıkla resmedilmiş mobilyalarıyla bu ev, dönemin aile yuvasına benzemiyor. Pahalı bir garsoniyer (bekar odası). Kadının parmaklarında farklı yüzükler var ama alyans yok. Bu, kadının bir metres / Victoria toplum anlayışına göre fahişe olduğunu düşündürüyor...

Aynalar, kadının kayıp masumiyetini temsil ediyor.  Masanın altındaki kanadı kırık kuşla oynayan kedi kadının tuzağa düşmüş ‘av’ halini simgeliyor. Yere atılmış eldiven, kadının sonunda böyle fırlatılacak bir değersizlik olabileceğine yoruluyor.

Halının üzerinde uçları gözüken iplikler ve yumak, hapsolmayı simgeliyor.

***

Bu simgeler örüntüsü, Kraliçe Victoria’nın ve hem kuzeni hem kocası olan Prens Albert'ın yaşamlarını örnek kabul eden bir ülkede, aile kavramına düşman bir kadının ve onunla garsoniyerinde oynaşan zengin bir adamın yaşantısına baktığımızı gösteriyor.

Fakat ressam, kadının ulvi bir aydınlanmayla, bir tövbe ve kurtuluş anı yakaladığını görmemizi istiyor...

Handiyse fala bakar gibi sıralanan bu simgelere daha başkaları da eklenebilir. Örneğin, ressamın ilmek ilmek özenle çalıştığı, kadının iç elbisesinin eteğindeki kirler aileye yaraşır birinin değil, sokağa düşmüşlüğün göstergeleri sayılıyor. Çan ve kadife çiçekleri kederin uyarıcılığına; yıldız rengi vahiye işarettir.

***

Ressam William Holman Hunt'ı ve sanat anlayışını şekillendiren dönemin İngiltere’sinin bir özeti resimle ilişkimizi kolaylaştıracaktır. Ülkemizde İngiliz edebiyatının üstadı sayılan Mina Urgan bize yardım edebilir. Onun yazdığı paragrafları özetleyerek sıralamaya çalışacağım:

1. Aileyi, kadın için ‘saygıdeğer’ olmanın ilk sırasına koymak ve bunun getirdiği ikiyüzlülük; yani cinselliğin bakireliğe ve evliliğe indirgenmesi, boşanmayı kadın için olanaksız hale getirerek, sevgisiz evliliklerin de kutsal kabul edilmesi.

2. Toplumsal ekonomik ve bireysel koşullardan aptalcasına memnunluk.

3. Para ve eşya severlik.

4. Alt sınıfların çirkin ve saygıyı hak etmez bulunması.

5. Plansız gelişen sanayileşme ve sömürünün zirvesi sayılan çalışma şartları...

6. Bütün bu dar kafalılık ve dinsel yobazlığa karşın bilimsel gelişmelerin topluma kazandırdığı dinamikler...

***

Eserin beni neden aynı zamanda bugünkü Türkiye’ye, İran’a ya da benzer ülkelere götürdüğünü anlatmak için de yukarıdaki maddeler yeter sanıyorum.

***

Piyanonun üzerinde bir beste duruyor. Bu, Thomas Moore'un “Oft in the Stilly Night” şarkısıdır. Şarkıda, bir şeylerin "kalbin uyuşmuş yerlerine çarptığına" ilişkin sözler, kadının uyanış anının, doğru yola yönelişinin müzikli simgesi sayılıyor.

Kadının bakışlarındaki harelenmeyi, bedenindeki yekinme hareketini açıklamaya çalışan sanat tarihçileri bunları ulvi anahtarlar olarak kullanıyor. 

Günahkarla kurtuluş arasında gidip geliyoruz. Trajik, acınacak ve hayli komik bir alegoriye bakıyoruz.

Çünkü, dönemin İngiltere’sinde kadın cinsinin üretimden, yaratıcılıktan, adaletli çalışma yaşamından yoksun bırakılmasına yol açan nedenlerin başında kilisenin art arda verdiği fetvalar, yaydığı hurafeler var.

***

1500’lü yılların ortalarına doğru Birleşik Krallık, Roma Hristiyanlığından ve papalıktan ayrıldı. Kendi kilisesini kurdu. Bu nedenle Evanjelist inanç bu topraklarda daha rahat gelişti. Pre-Raphaellocuların kurucularından biri olan Hunt bu ortamda, “tutucu” denecek denli koyu dindarlarındandır. Bu nedenle inancının kaynağı olan Kutsal Topraklara, Kudüs’e, Ortadoğu’ya gitmiştir. Ancak ilk yolculuğundan önce, koleksiyoncu Thomas Fairbairn'den aldığı sipariş üzerine bu tabloyu yapmıştır. Hatta bu yüzden ‘kutsal yolculuğunu’ ertelediğini öğreniyoruz.

***

Dolayısıyla bakirelik, iffet, namus, ağırbaşlılık, annelik, aile, sadakat ve bunlara akraba olan pek çok diğer kavramı ressam tepeden tırnağa sahiplenmektedir. Bu tablo topluma bir uyarı, ressamın dinsel inançlarının bir açıklamasıdır.

Kadın cinsini belirlemek, baskı altına almak, hizaya getirmek için yüzyıllardır kullanılan bu kavramların bir kadının kurtuluş umudu sayılmasını arzulamak, elbette koyu bir dindarın dünyasında yer bulabilir.

Peki ya ötesi?

***

Bunları düşünerek yaklaştığımızda tablo, salt düşürülmüş insanı ve onun kurtuluş anını işlemiyor. Kadın aracılığıyla, onu bu hale düşüreni kurtarıcı olarak görmemizi, ondan medet ummanın tek ve nihai kurtuluş olduğunu kabul etmemizi istiyor. Yani izleyici bir yanılsamalar silsilesini yaşamsal bir gerçeklik olarak algılamaya yönlendiriliyor...

Kadının / kadınlığın bu halde olmasını nedenleriyle görmeyi öğrenememiş insanların buna inanmasından daha doğal ne var?

Ötesi de var.

***

Ruskin, Mayıs 1854'te Hunt'ın Kraliyet Akademisi'nde sergilenen The Awakening Conscience'ını savunmak için The Times'a yazdığı yazıda tablonun simgelerini sayıp döküyor, ama tablodaki kadının kimliğini saklıyor.

Kadın işçi sınıfına mensup. Adı Annie Miller'dır. Bir dönem ressamın sevgilisi olmuştur. Ancak Hunt’ın dinsel yollarla hizaya getirme çabalarından bezip sıkıldığı için, onu terk etmiştir. Ve kadının erkeği terk etmesi, kendine “saygın” diyen bütün çevreler için korkunçtur. Adı anılmaya bile değmez...

***

Hem zaten biz bugünün izleyicileri Annie’nin yüzüne bakmıyoruz. Resmin satın alıcısı, kadının yüzünün işçi sınıfına çok benzediği, yeterince uhrevi olmadığı gibi bir gerekçeyle ressamdan yüzü değiştirmesini istemiş. O da değiştirmiş.

Tablonun oval üst kesitinin köşelerindeki yazıcıklar bu bakımdan da önemlidir.

***

Tabloyu analiz edenlerin bir kesimi, ressamla, tablodaki zengin, baştan çıkarıcıyı özdeşleştiriyor. Dahası, tabloya, “ressamın otoportresi” diyenler var. Bu tezi ileri sürenler hem kadının ve ressamın ilişkilerindeki ekonomiye dayanıyor hem de Hunt’ın arkadaşlarının yaptığı ve ressamı gösteren kimi çizimlere. Resmi anladıkça bu düşüncenin yabana atılacak cinsten olmadığına ben de kani oldum.

***

Tabloya karakteristiğini kazandıran özellikler arasında ayna kavramı öne çıkıyor. Hunt’ın ayna olgusunu Jan Van Eyck'ten (Portret van Giovanni Arnolfini en zijn vrouw / Arnolfini’nin Evliliği) devraldığı kesin gibi. Ancak, Hunt aynayı hem çok baskın biçimde kullanmış hem de Eyck’ten farklı olarak düşünsel başka anlamlar yüklemiş.

Bu aynaların en büyüğü, tablonun handiyse bütün arka planını kaplayan bahçeyi, kadının sırtını ve yekinmesini ve adamın yüzünün bir kesitini yansıtandır.

Kadın bahçeye, bahçede parlayan kurtuluş ışığına bakıyor ve biz bahçeyi aynadan görüyoruz.

***

Bu ayna izleyiciyi, cinsellik yüklü bu sahneye bir yanıyla dahil ediyor. Bahçeyi görüyorsa izleyici de o aynanın içindedir. (Akla elbette Velazquez’in Nedimeler’i geliyor ama farklar var.) İnsanda klostrofobiyi akla getirecek denli dar ve sıkış tıkış bu alandaki 3 farklı ayna hem ışığı ve birbirlerini etkiliyor hem de birbirlerinin etki alanlarına doğrudan girmeden işliyor.

***

Kadının elleri inceden gergin. Bakışları gördüğü ilahi ışıkla dalgalı... Ah acaba vicdan uyandı mı? Kadın yekinmiş ama bir çare var mı? Sorular kilidin ta kendisi ve anahtar paslı... Gelin de Vasıf Öngören’in o muazzamlar muazzamı oyununu hatırlamayın: Asiye Nasıl Kurtulur?


Tevfik Taş Kimdir?

Şair, yazar ve gazetecidir. Halkın Kurtuluşu, Özgürlük, Demokrasi gazetelerinde başladığı gazeteciliği 1980’den sonra Yeni Ülke, Haberde ve Yorumda Gerçek, Evrensel Kültür dergisi, Evrensel gazetesi, Keşif Ve Coğrafya Dergisi Atlas gibi yayın organlarında yazar ve gazeteci olarak sürdürdü. Eskatalogya (Şiir); Bakmak-Görmek (Kavramlar ve kategoriler üzerine deneme); Günün Kapıları (Şiir); Görünüş ve Gerçek (Fotoğraf, resim, heykel, afiş ve bunların politikayla bağıntıları üzerine inceleme); Irak Yakın Acı (şiir); Deprem 7.2 - Irkçılık 77.2 (2011 yılında Van’da meydana gelen depremden sonra, Kürt halkına karşı basın ve yayın organlarında yapılan ırkçılık üzerine inceleme); İstanbul'un Gizemleri; Anadolu'nun Gizemleri; 50 Simgeyle Anadolu’nun Tarihi gibi kitaplarının yanı sıra çocuklara dünya resim tarihinden tablolar anlattığı 12 çocuk kitabı var.