YAZARLAR

Vicdan yolları enfeksiyonu

Kim bilir belki de Özlem Türeci ve Uğur Şahin bu şiddet pandemisine karşı da etkili bir çözüm bulur ve insanlığa yine ve yeniden büyük bir armağan sunar. Şiddet hücresinin antijenlerini tanımak için eğitilen bağışıklık hücrelerinin şiddet dokusunu gördüğü yerde saldırıp yok ettiği bir aşı… Hayal bu ya: Topluma özel şiddetle mücadele aşısı!

Yer: Şanlıurfa, Viranşehir.

Olay: Bir hastanenin acil servisinde sıra beklemek istemeyen ve "SGK sisteminin hata vermesi nedeniyle sinirlenen" hasta yakınları, Şeyhmus Baraş isimli bir doktoru sopa ve yumruklarla öldüresiye dövdü. Saldırganların adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığını öğrenen doktor, “Diplomam canımdan daha önemli değil. Bu benim süresiz eylemimin başlangıcıdır” diyerek diplomasını adliye önünde yırtarak istifa ettiğini duyurdu. Olay, “Hekimlik Paramparça” etiketiyle sosyal medyanın gündemine yerleşti ve olayla bağlantılı kişiler tutuklandı. Baraş’ın kaburgasında çatlaklar, yüzünde şişlik, sırtında ve kolunda darp izleri var.

Şiddete uğrayan hekimin annesi, “el bebek büyüttüğüm bir fiske atmadığım büyütüp doktor ettiğim oğlumun bugün 8 kişi tarafından linç edilmeye çalışıldığı videoları her yerde görüyorum. Dört doktor annesiyim, yüreğim kaldırmıyor. Hesabını kim verecek?” diyerek öfkesini dillendirdi.

Tanı: Vicdan yolları enfeksiyonu

Tedavi: Adalet duygusu ve hesap verebilirliğin yeniden güçlendirilmesi, yasaların etkin uygulanacağının ve faillerin cezasız kalmayacağının bilinmesi, sağlıkta şiddeti önlemeye dönük olarak emek örgütleri, STK’lar, yerel yöneticilerin işbirliğinde güçlü mekanizmalar tesis edilmesi.

Yoksa: Önümüzdeki dönemde doktor kalmayacak ve bunun bedelini hepimiz ödeyeceğiz. Hekimler ya mesleği bırakacak ya da ülkeden göçecek.

“Hamileyim, yapmayın” demesine rağmen şehir hastanesinde dövülen hemşireden, “reçeteye yanlış barkod yapıştırdı” diye poliklinikte veya korna çaldığı için yol ortasında dövülen kadın doktora, “işini iyi yapacaksın, yoksa hesaplaşırız” diye tehdit edildikten sonra görevi başında bıçaklanan şehrin tek kalp ve damar cerrahına, nöbet sırasında ölüm tehdidi alan intern doktorlara, ücreti yüksek buldu diye altmışlarında geçim kaygısıyla halen çalışmak zorunda olan bir diş hekiminin bıçaklanarak öldürülmesine dek bitmeyen bir şiddet döngüsü içerisinde hekimler can güvenliğinden emin olarak çalışmak istiyor. Son üç haftada üç ayrı sağlıkta şiddet vakası yaşandı.

Gallup Küresel Duygular Raporu’nun 15 yaş üstü 1000 kişilik bir örneklem üzerinden 100’ü aşkın ülkede yaptığı araştırmanın son verilerine göre, 2021-22 yılları arasında dünyanın en öfkeli ülkeleri arasında Lübnan’dan sonra ikinci sırada geliyoruz. Öfkeliyiz, mutsuzuz, kaygılıyız ve kimileri bunu ötekinin yaşam hakkını hiçe sayarak dışa vuruyor.   

Halkı sağlık emekçilerine şiddet uygulamaya yönelten etkenlerin incelenmesi gerekiyor. Şiddet, sadece yasa çıkararak veya sağlıkta şiddeti katalog suçlar kapsamına alarak önlenemiyor. Hayat eve sığar mı sığmaz mı diye tartışırken, can güvenliği hekimliğe sığamıyor.

‘Sağlıkta dönüşüm’ programıyla sağlık sisteminin hızla özelleştirilmesi ve tedavi edici hizmetlerin gündeme gelmesi sonucunda hastaneler dolup taşıyor; OECD verilerine göre 100 bin kişiye düşen 193 doktorla 42 ülke arasında 41. sırada olan Türkiye’de zaten az sayıda olan sağlık çalışanları, beş dakikada bir verilen randevularda artan ihtiyaçlara yetişemiyor, hasta-hekim ilişkisi sakatlanıyor.

Hasta tedaviden veya sorununa verilen yanıttan memnun kalmadığında ise, sağlık sistemine kızmak yerine, öfkesini karşısındaki savunmasız hekimden çıkarıyor. Siyasilerin hekimlerle ilgili kullandıkları ötekileştirici dil de sağlık emekçilerini bir kat daha yalnızlaştırıyor.

Şiddeti besleyen bu kısır döngü devam ettikçe, şiddet etmenleri tedavi edilmedikçe şiddet hastalığı da dolu dizgin devam ediyor. Türk Tabipleri Birliği’nin bünyesindeki Şiddet Çalışma Grubu ve TTB Hukuk Bürosu ise bu alanda çok titiz ve ciddi çalışmalarını sürdürüyor.

Upuzun yıllar süren bir eğitime adanan, zihinsel ve bedensel açıdan her türlü özverinin ortaya konduğu, o meşhur Japon atasözünü haklı çıkarırcasına yedi kez düşen sekiz kez kalkan kutsal hekimlik mesleği, günbegün artan vandallık karşısında bir güvercin tedirginliğiyle varlığını sürdürüyor.

Kimileri, doktor dövmeyi, “hasta yakını psikolojisi” bahanesi altında bir tür özgürlük alanı olarak kurgular oldu. Hatta hekimlere şiddet vakalarının yaygın olarak görüldüğü güneydoğu illerindeki feodal ilişkiler karşısında aşiretlerle işbirliğinde bulunması yönünde öğütler de duyar olduk.

Düzenlemeler yapılsa da, Beyaz Kod’lar getirilse de, bu hatlara 9 yılda 110 binin üzerinde şiddet vakası bildirilse de, canları pahasına çalışan sağlık emekçilerinin beklentilerini karşılayacak düzenlemeler ve caydırıcı mekanizmalar ortaya konmuyor. Cezasızlık algısı, şiddete meyilli kişilerin elini güçlendiriyor. Oysa sağlıkta yaşanan her bir şiddet, halkın tümünün sağlık hakkına ve ülkedeki sağlık sistemine yönelik bir saldırıdır.

Geçmişte dedelerimizin önlerinde saygıdan ceketlerini iliklediği, anneannelerimizin en güzel döpiyeslerini giyerek karşılarına çıktığı, yeryüzünün bütün vakitlerini hastalarına ayırmak için didinen sağlık emekçilerine yönelik artan şiddet, Covid-19 salgınından beter bir hal aldı. Günün birinde doktorsuz kalma ihtimali bile korkutmuyor bu eşkıyalığı.

Çünkü utanmıyorlar. Çünkü öfkelerini yönetecek olgunluğa sahip değiller. Çünkü zihinlerinde kurguladıkları hekimlik, onlardan çok para kazanan, sefa içerisinde yaşayan, onlara üstten bakan, güya “nankör” bir meslek grubu…

Yeraltında bulunan jelibonlu gündemlerden bile irkilmeyen topluluklara, hakikati anlatmak atomu parçalamaktan daha zor bir hal alıyor. Meslek onurunu her daim ayakta tutan hekimlerin can güvenliğinin nasıl ayakta tutulacağı konusunda ise net, kararlı ve tutarlı bir uygulama ise halen yok.

Son olarak da bu kervana muayene ve tedavi ücretlerini önceden öğrenmenin son derece kolay olduğu özel hastanelerdeki fiyatlandırmadan yakınırken bunu şiddete zemin oluşturacak şekilde dillendiren, ancak her ne hikmetse birkaç dakika şov karşılığında kaç bin lira kazandığı sorgulanmayan ünlüler de eklendi. Vicdanları acımıyor, şovları bitmiyor.

“Hekimlere yağmur gibi öfke yağıyor Olric. Islanıyor etraf, ağlasak kimse anlamaz değil mi?” derdi belki de Oğuz Atay bu sahneleri görse… Zira performansa dayalı ek ödeme sistemi yüzünden kurulmuş makine gibi çalışmak zorunda bırakılan hekim, yan odasında şiddet gören arkadaşına anında yetişemeyebiliyor. Ağlasalar kimse anlamıyor.

Sadece sağlık emekçileri değil, vicdanı olan herkes gereğinin artık acilen yapılmasını talep ediyor. Çünkü düzeltmeli ne varsa. Ve başlamalı yeniden...

Kimbilir belki de kalın bağırsak, yumurtalık, testis, cilt, pankreas kanserinin aşı yoluyla tedavisi yönündeki çalışmalarını sürdüren, savunma sistemini istenen yönde eğitme gücü sağlamayı hedefleyen Özlem Türeci ve Uğur Şahin bu şiddet pandemisine karşı da etkili bir çözüm bulur ve insanlığa yine ve yeniden büyük bir armağan sunar.

Şiddet hücresinin antijenlerini tanımak için eğitilen bağışıklık hücrelerinin şiddet dokusunu gördüğü yerde saldırıp yok ettiği bir aşı… Hayal bu ya: Topluma özel şiddetle mücadele aşısı!


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.