Voltaire'in Candide'i Lale Devri'nde
Nedim Gürsel'in yeni romanı 'Aşk ve İsyan', Doğan Kitap tarafından okurla buluştu. Gürsel, okuru Voltaire’in kahramanı Candide ile birlikte Lale Devri’nde bir yolculuğa çıkarıyor.
Zeynep Yalçın
İyimserlik, 2020 yılında en az hissedilen duygu denilse kimse itiraz etmez herhalde. Son yıllarda gittikçe artan ama bu yıl zirveyi bulan olumsuzluklar, artık aklın, hayalin bile bundan ötesi yoktur deyip durduğu ama sürekli yanılıp daha ötesini de gördüğümüz zor zamanlar…
Covid-19 virüsü, dünyayı huzursuz edip, herkesin moralini bozmuş, iyimserlik duygusu uzun süredir kaybolmuşken, dışarıdaki dünyanın sorunlarına, sorumluluklarına bir süre ara vermek için kitaba sığınmak normal bir davranış. Ama alınan kitabın açılan ilk sayfasında koronaya edilen teşekkürü okumak, şaşırtıcı.
Sözünü ettiğim kitap, Nedim Gürsel’in Doğan Kitap etiketiyle eylül ayında yayınlanan yeni romanı ‘Aşk ve İsyan’. Nedim Gürsel, On Dokuzuncu Covid Çelebi'ye, eve kapanıp yeni bir roman yazdırdığı için teşekkür ederek başlar ‘Aşk ve İsyan’ adlı romanına.
Nedim Gürsel, yeni romanının ana karakterini, Voltaire’in yazdığı 'Candide ya da İyilik' adlı eserinden konuk eder. Gürsel, mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımıza inanan saf oğlan Candide’i, sevgilisini aramak için Venedik’ten demir alan gemiyle İstanbul’a getirir.
Voltaire, 1759 tarihli 'Candide ya da İyimserlik' adlı eserinde, Leibniz’in “Mümkün dünyaların en iyisinde her şey insanın iyiliğini gözeterek gerçekleşir” felsefesi ile alay eder. Hedefinde kadercilik yaparak tembelleşen insan vardır. Eser, Voltaire’in on sekizinci yüzyıl eleştirisidir. Kuşkusuz kötümserdir Voltaire bu eserinde ama cesaretini yitirmemiş bir kötümser, öyle olduğu için de eleştirirken daha iyi bir dünyayı sezdirir bize. Oysa yirmi birinci yüzyıldayız ve o “daha iyi bir dünya” henüz oluşmuş değil. İnsanın gerçekleştirdiği siyasi, ekonomik, kültürel felaketlere yenileri eklenip durmakta. Bu gelişmelere/gerilemelere kayıtsız kalamayan Gürsel, Voltaire’in adı geçen ve güncelliğini koruyan eserini ele alarak bir parodi yazmış.
‘Aşk ve İsyan’ romanını neden yazdığını daha ilk sayfada ‘yazar’ karakterine söyletir Nedim Gürsel: “İyimser olmayı gerektirecek bir neden yokken tam da bu sebeple iyimserlik üzerine bir anlatı kaleme almak gerekliydi. İnsanoğlunun başına bela olabilecek her türlü kötülük alaya alınmalıydı. Şu kavanoz dipli dünyada kederlenip endişelenmeye, ağlayıp dövünmeye, ille de gözyaşı dökmeye değmezdi.”
‘Aşk ve İsyan’da Nedim Gürsel, ‘yazar’ karakteri ile romana dahil eder kendini. ‘Yazar’, bu anlatıyı yazmaya Voltaire’in Ferney’deki şatosunda başlar. Kış boyu burada kalıp yazısını tamamlayacaktır. ‘Yazar’ın amacı Voltaire’in Türkler üzerinde yazdıklarını yerinde inceleyerek, 'Candide ya da İyimserlik”' adlı anlatının bir tür parodisini yazmaktır. Candide’i bu amaçla İstanbul’a getirir. Candide, sevgilisini İstanbul’da ararken okur da Osmanlı tarihinin az bilinen, hatta geçilmesine izin verilmeyen sokaklarında, Lale Devri’nin Osmanlısında dolaşır.
III. Ahmed, Lale Devri denilince akla gelen ilk isimlerden. Fakat romanın geçtiği zaman diliminde tahttan indirilmiş, tekrar kafese hapsedilmiş, hal’edilmiş bir sultandır. Hava değişimi için kısa süreliğine Venedik’e gidip geri dönmüştür. Venedik’ten demir alıp İstanbul’a giden gemide tesadüfen karşılaşır Candide ile. Onunla yaptığı uzun sohbette anlattığı, atalarının yaptığı “siyaseten katl” örneklerini, devlet nizama ve hizaya girsin diye öldürülen aile üyelerini tek tek sayar. Osmanlı mülkünün tek sahibi, azgın Tuna’dan deli Fırat’a, Karpatlar’dan Kızıldeniz’e hakim bir cihan padişahı ve Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi olan Sultan Ahmet Hanı Salis’in; sahip olduğu her şeyi kaybedip canını kurtardığına sevindiğini anlattığı Helva Sohbeti, okurun merakını diri tutan bir bölüm. Tahtını kaybettikten sonra yeryüzünde bir karınca kadar değerinin kalmadığını, tahtsız ve bahtsız bir hiç olduğunu itiraf etmesi ise ibretlik, biraz da günümüze göndermelik sanki.
Lale Devri’nin sultanı III. Ahmet’e verilen sözün uzun olması tesadüf değil elbette. Candide’i Helva Sohbeti'ne çağırıp onu sofrada yanı başına oturtan, hayatı gösteriş ve lüks içinde geçen, Osmanlı’nın en eğlenceli devrinin padişahı; kullandığı unvanları, sahip olduğu diğer zenginlikler gibi başkasına devrettiğinden artık sade bir insandır. Sofrada rahatça sohbet eder. O dönemin hanedan mensuplarının yaşantısı, dünyaya bakışları, yetenekleri, hayalleri, korkuları, günahları, sevapları da sofradaki yemekler gibi etrafa dağılır. Tarihteki tüm egemenler için geçerli olan bir cümle de sabık sultana, romanın en safı olan Candide tarafından söylenir; “Mağrur olmayın. Bilin ki sizden büyük Allah var!”.
Mümkün olan dünyaların en iyisinde yaşadığına inanmaya çalışan Candide; Lale Devri’nden sonraki yıllarda harap, yanmış ve yıkılmış sokaklarda, meyhane, kahvehane, han, hamam, atölyelerde dolaşır, karşılaştığı kişilerin hikâyelerini dinlerken insanlardaki hırsın ve hırsızlığın sonsuzluğuna tanık olur okur. Bu, her alanda gösterilen hırs ile yapılan hırsızlığın yüzyıllar boyunca aynı topraklarda katlanarak devam ettiği, o dönemlerde başlayan ahlaki çöküntü ile birlikte ortaya çıkan sonuçların günümüze kadar ulaştığı yine roman sayfaları çevrildikçe anlaşılır.
Nedim Gürsel, 'Aşk ve İsyan' romanında, saf oğlan Candide’i, iyimserliğin en son olması gereken Ortadoğu’nun kalbine, İstanbul’a getirerek çoğu gerçekten yaşamış kişilerle aynı mekânlarda dolaştırır. Bunu yaparken de tarihsel gerçeklerle kurmacayı belli bir denge içinde yürütmeyi başarır. Böylece okurun eğlenceli bir üslup eşliğinde kâh gezerek kâh dinleyerek kendini romanın sonunda bulduğu, sürükleyici tarihi içerikli bir roman ortaya çıkar.
Sadece bir kısım tarihçinin okuduğu, çok az kişinin duyduğu cümlelerin romanın genelinde yüksek sesle dile getirilmesi, yazarın cesur tavrının ve özgüveninin bir sonucu. Bu topraklarda, özellikle geçmiş ile ilgili gerçeklerin hazmedilmesinde bir sıkıntının yaşandığı bilinen bir gerçek. Bu nedenle 'Aşk ve İsyan' romanını okuyan bir kesimde benzer rahatsızlıklar baş gösterebilir.
Nedim Gürsel’in romanını kurgularken sağlam, yazılı ve görsel tarihi belgelere dayandığı net olarak bellidir. Osmanlı Devleti’nde bulunan, Lale Devri’ne tanıklık eden ilk ve tek oryantalist ressam Van Mour’un çizdiği tablolar, sözcüklerle romanda yer alır örneğin. Lale Devri’nde İstanbul’da bulunan İngiliz elçisinin eşi Lady Montagu’yu önce mektupları, sonra tablosu, en sonunda bir zaman yolculuğu ile evinde ağırlayarak okurla tanıştırması ise bir diğer örnek.
‘Aşk ve İsyan’ adlı romanda Lale Devri yaşantısı, felsefesi, olayları yer alırken ilginç kişiliklere beklenmedik mekanlarda rastlıyorsunuz. Olmadı, bizzat yazar araya girip sizi tanıştırıyor. Giysiler, yemekler, resimlerin arasında kendinizi kaybetmişken bir meddahın çevganı ile karşılaşıp, depremde ölenlere üzülürken Casanova’nın çapkınlık takibinde yetersiz kalabilirsiniz. Ayrıca o dönemin erkek egemen dünyasının, değişmediğini gördükten sonra günümüzün de denilse yanlış olmaz, cinselliğe olan bakış açısını hemen her bölümde ayrıntılarla okuyabilirsiniz.
Bir devrin egemenleri, elçileri, asilleri, asileri, laleleri, şairleri ve leydilerinin olduğu, tarihin sadece dekor olarak kullanılmadığı bir roman ‘Aşk ve İsyan’. Günümüz şartları, geçmişin gölgede kalmış notları ve perde arkasında yer alan anlatı ile harmanlanmış bir parodi. Yazarının “Carpe diem! Ben size daha ne diyem!” cümlesiyle okurun hayatına aşkı ve isyanı davet ettiği bir yapıt.