Wang Yi’nin Orta-Doğu ziyaretleri ve Kuzey Kore sorunu
İçeride 2018’den beri daha merkezî ve baskıcı hale gelen Çin rejiminin global alanda liderlik yapması ancak insan hakları ve demokrasi alanında sicilini düzeltmesine bağlı.
Hakan Okçal*
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi geçen hafta Orta-Doğu’da Türkiye’nin de dahil olduğu altı ülkeyi kapsayan bir ziyaret turu gerçekleştirdi. Sırasıyla, Suudi Arabistan, Türkiye, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Umman’ı kapsayan bu ziyaretler dış dünyada en çok İran nedeniyle dikkat çekti. Gazete Duvar’da çıkan çok değerli yazılarda ziyaretlerin içerik ve anlamları hakkında ayrıntılı yorumlar yapıldı. Bizim de bu konuda küçük bir katkımız olabilirse ne mutlu.
Wang Yi’nin ziyaretleri, Alaska’da Çin ve ABD temsilcileri arasındaki çatışmalı buluşmadan sonra gerçekleştiği için, bazı yazılarda Çin’in ABD’ye karşı hamlesi olarak yorumlanma eğilimi ağır bastı. Alaska buluşmasını “Çin ile ABD arasında kılıçlar çekildi-1 ve 2” başlıklı yazılarımızda incelemeye çalışmıştık. Alaska’da TV kameraları önünde cereyan eden sert tartışmalar, Çin-ABD ilişkilerinde çatışmalı bir dönemin başladığını haber verse de, Çin Dışişleri Bakanı'nın ABD’ye karşı elindeki kozları hemen açtığını düşünmemek lazım. Wang Yi’nin ziyaretlerinin hazırlığının uzun zamandır yapıldığı aşikâr. Ziyaretlerin içerikleri ve altı ülkeyi kapsaması nedeniyle, kısa süre içinde planlanması esasen olası değil. Çin uzun vadeli bir plan çerçevesinde oynuyor, ekonomik ilişkileri önceliyor. Bunun parametreleri bu yıl uygulamaya konulan 14. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda mevcut. Çin önümüzdeki dönemde dünyanın en büyük ekonomik gücü ve teknoloji önderi olmayı hedefliyor. ABD’yi gerileyen, kendisini yükselen güç olarak görüyor. Acelesi yok, zamanın kendi lehine çalıştığına inanıyor. ABD karşısında eskiden olduğundan çok farklı bir konuma geldi. Oyunun kurallarını ABD’nin belirlemesine artık izin vermek istemiyor. Bu yüzden Alaska’da kılıçlar kınından çıktı.
Wang Yi’nin ziyaretlerinin ayrıntısına girmeden önce, Kuzey Kore’yle ilgili gelişmelere kısaca göz atmakta yarar var:
Kuzey Kore, Biden yönetimi işbaşına geldikten sonra takındığı sessizliğini bozarak bir hafta arayla iki kez kısa menzilli füze atışı gerçekleştirdi. Bu atışların Alaska toplantısından sonra gelmesi, Kuzey Kore’nin iki büyük güç arasındaki çatışmalı ortamdan yararlanmak amacını güttüğünü hatıra getiriyor. Füze atışların diğer bir amacı da, ağır ekonomik sorunlarla karşı karşıya olan Kuzey Kore’nin üzerindeki ambargoları kaldırmak için sahip olduğu güce ve maraza çıkarma yeteneğine dikkat çekmek olabilir.
Kore Yarımadası ile Çin arasındaki Sarı Deniz yönünde yapılan ilk iki kısa menzilli “cruise” füzesi atışları BM yaptırımları kapsamına girmediğinden çok tepki çekmedi. Ancak, daha sonra Japon Denizi (Kore için Doğu Denizi) yönünde yapılan kısa menzilli iki balistik füze atışına, başta Güney Kore olmak üzere Japonya ve ABD’den sert açıklamalar geldi. Japonya yönünde atılan bu füzeler yaklaşık 75 km irtifaya çıkarak, 550 km uzağa düştüler. Biden’ın ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan, füze atışlarından sonra zaman geçirmeyerek Kuzey Kore’ye karşı alınacak ortak tutumu görüşmek üzere Güney Koreli ve Japon karşıtlarını Washington yakınlarındaki Annapolis donanma üssünde ağırladı. Üç ülkenin ulusal güvenlik danışmanlarının bu şekilde bir araya gelmeleri alışıldık bir durum değil. Kuzey Kore’nin rejimin bekası olarak gördüğü nükleer silahlardan tek taraflı olarak vazgeçmesini beklememek lazım. Kuzey Kore en iyi senaryoda ancak alacağı tavizler karşılığında nükleer silahlarını uluslararası denetime açabilir. ABD ve müttefiklerinin bunun için Çin’le işbirliği yapmaktan başka seçenekleri bulunmuyor. ABD-Çin ilişkilerinin mevcut durumunda bunun nasıl yapılacağı ise tam bir muamma. Japonya Başbakanı Yoshihide Suga iki hafta sonra Beyaz Saray’da Biden tarafından ağırlanacak. Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in’in de Haziran’da İngiltere’de yapılacak G-7 Zirvesi’nden önce Biden’la buluşması öngörülüyor. (G-7 Zirvesi’ne Güney Kore’den başka, Çin’den rahatsız olan Quad üyeleri Hindistan ve Avustralya da davetli.) Biden’in Suga ve Moon’la yapacağı görüşmelerde Kuzey Kore meselesinin gündemin başlarında olacağını tahmin etmek zor değil.
Kuzey Kore’de ekonomik durum hiç iyi gitmiyor. Yazılarımızı takip edenler, Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’un yılbaşından bu yana başında bulunduğu yönetimin ekonomik performansına sert eleştiriler yönelttiğini ve reform sözü verdiğini hatırlayacaktır. Covid-19 nedeniyle iyice dış dünyaya kapanan Kuzey Kore’nin Çin’den yaptığı ithalatı yüzde 90 oranında düşürmesinden sonra ülkede gıda, temel ihtiyaç maddeleri ve ilaç sıkıntısının dayanılmaz boyutlara ulaştığı haberleri geliyor. Pyongyang’daki Rusya Büyükelçiliği sosyal medyada yaptığı bir paylaşımda bu sorunlar nedeniyle yabancıların kitleler halinde Kuzey Kore’yi terk etmeye başladıklarını, ülkede diplomatlar dahil sadece 290 yabancının kaldığını, pek de diplomatik olmayan ve Rusya’nın Kuzey Kore ile ilişkilerinin “fıtrat”ına uymayan bir şekilde açıkladı. Kuzey Kore’nin iç sorunları nedeniyle içten çökmesi ve Çin’e kontrolsüz şekilde Kuzey Kore’den kitlesel bir göç hareketinin başlaması, hele Kuzey Kore rejimi yıkılırken sorumsuz liderliğin bir nükleer savaş başlatması, bu ülkeyi yarımadada konuşlu ABD kuvvetleriyle arasında tampon bölge olarak gören Çin için felaket senaryoları. Bu sebeple, sadece ABD’nin Kuzey Kore konusunda Çin’e ihtiyacı yok, Çin’in de ABD’ye ihtiyacı var.
Kuzey Kore meselesi, istenmeyen bir nükleer savaş senaryosunu içermesi nedeniyle, iki global gücün karşılıklı rekabetlerinde kılıçları çekilmiş olamasına rağmen, işbirliği yapmaları gereken çok kritik bir alan. Wang Yi’nin Orta-Doğu ziyaretlerine Kuzey Kore meselesinin de dahil edildiği daha geniş bir perspektiften bakmak gerekiyor.
Altı ülkeye yapılan ziyaretlerde daha ziyade “Kuşak ve Yol Girişimi” projeleriyle ilgili yatırım anlaşmaları imzalandı. İnsan hakları ve demokrasi konuları Çin’le benzer anlayışlara sahip altı ülke tarafından, Türkiye’nin Sincan konusundaki “hassasiyetini” belirtmesi dışında gündeme getirilmedi. Alaska’da Çinlilerin Amerikalılara dediği gibi, Batı'nın değerlerini paylaşmayan başka ülkeler var. Türkiye de bu yolda kararlı adımlarla ilerliyor.
Wang Yi’nin ziyareti Türkiye ile Çin arasında diplomatik ilişkilerinin kuruluşunun 50. yıldönümü münasebetiyle gerçekleşti. Dışişlerinden yapılan açıklamada “Sayın Bakanımız, diplomatik ilişkilerimizin 50. yıldönümünde Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Wang Yi’yle Ankara’da bir araya geldi. Ekonomik işbirliği potansiyelinin de ele alındığı görüşmede Sayın Bakanımız salgınla mücadele ve aşı konularında işbirliğimizi ilerleteceğimizi belirtti ve Uygur Türklerine ilişkin hassasiyetimizi ve düşüncelerimizi vurguladı” denildi. Saraydaki kabul konusunda Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada ise sadece görüşmenin süresi ve katılımcıları belirtildi, ne konuşulduğu yer almadı. Ziyaretten hemen önce Türkiye’deki Uygurların temsilcilerinden Seyit Tamtürk’ün salgın gerekçesiyle evinde karantinaya alınması, 1950’lerin uygulamalarını ve bizim de Çin’in bu konudaki “hassasiyetlerine” saygılı olduğumuzu hatırlatıyordu. Oysa aynı sıralarda AB Sincan’daki insan hakları ihlalleri nedeniyle dört yerel yöneticiye yaptırım kararı alındığını açıklanmıştı. AB’nin kararı etkisiz ama Çin’in uygulamalarına göz yumulmadığını gösteren bir tavır olarak olumlu.
Belirttiğimiz gibi, Wang Yi’nin Ankara ziyaretinin ne gibi ekonomik sonuçlar doğurduğu bildirilerde yer almadı. Çin’in Türkiye’de yeni yatırımlar yapacağı veya ticaret açığının giderilmesi için önlem alacağı konusunda ortada bilgi yok. Keza iktidarın çok önem verdiği ulaşım koridoru projeleri konusunda da bir gelişme olup olmadığı belirsiz. Sadece “işbirliği potansiyel”inin konuşulduğundan bahsediliyor. Sinovac aşısı tedarikinin devam etmesi ve Ziraat Bankası’nın aldığı 400 milyon dolarlık (bir kısmı Yuan) Eximbank kredisi dışında ziyaretin önemli bir ekonomik sonuç doğurmadığı anlaşılıyor.
Buna karşılık İran, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile Çin arasında altyapı, liman, havalanı, petro-kimya ve yenilenebilir enerji gibi alanlarda çok sayıda yatırım projesi için imza atıldı. Bu projeler Yuan’la (artık “petrodolar” deniyor) veya petrol-doğalgaz karşılığı gerçekleştirilecek. Çin’in enerji ihtiyacının büyük bölümü Körfez bölgesinden karşılanıyor. Çin karşılığını almadan kesenin ağzını o kadar da kolay açmıyor. Suudi Arabistan’la 50 yıllık uygun koşullu petrol garantisi sağlandı. İran’la ise bu süre 25 yıl.
ABD ambargosu altındaki İran’la imzalanan 25 yıllık “stratejik ortaklık anlaşması” özellikle dikkat çekti. Batılı kaynaklar İran’la anlaşmaya varılan 400 milyar dolar tutarındaki Çin yatırımlarının arasında nükleer enerji santrali, petro-kimya ve doğalgaz tesisleri, liman ve altyapı yatırımları ile, (işte burası çok önemli) ne olduğu tanımlanmayan savunma sanayii projeleri de var. Çin Orta-Doğu’ya tedarikçi olarak değil, artık temel yatırımcı olarak giriyor. Yani, mahallede bundan sonra yeni bir ağır ağabey daha var ve bu ağabey sadece İran’la değil, ABD’nin geleneksel müttefikleriyle de teşriki mesai içinde olacak. Üstelik mahallenin yeni ağabeyi insan hakları ve demokrasi konusunda kimseyi sıkmıyor. Kendisinin de sorgulanmasını istemiyor. Ezcümle insan hakları ve demokrasi konusunda herkes aynı dalga boyunda.
İran’la mutabık kalınan savunma sanayii işbirliği konularının neyi kapsadığı henüz açıklığa kavuşmadı. Genellikle uzun zaman alan bu projeler gerçekleştiği takdirde İran’ın elinin güçleneceği açık. Ancak Çin-İran askeri işbirliğinden söz etmek için henüz erken. Bu ileride mümkün olsa da, İran’ın Çin’e Körfez’de askeri tesis veya üs sağlayacağı doğru değil. Bu İran rejiminin temel felsefesine aykırı bir durum yaratır.
Çin Dışişleri Bakanı bazı siyasî girişimlerde de bulundu. Wang Yi’nin İran’da İsrail-Filistin sorunu ve 2015 nükleer anlaşmasına ABD’nin geri dönmesi konusunda arabuluculuk teklifinde bulunduğundan söz ediliyor. Wang Yi İran’dan ayrıldıktan kısa süre sonra, nükleer anlaşmaya yeniden işlerlik kazandırmak maksadıyla İran ve ABD’nin diğer P 5+1 ülkelerinin aracılığında dolaylı görüşmeler yapmak için önümüzdeki salı günü Viyana’da bir araya geleceği açıklandı. Bu görüşmelerde Çin’in önemli roller oynayabileceği kuşkusuz.
İran üzerindeki ABD ambargolarının kaldırılması Çin’in yararına olacak. Buna karşı, İran’ın yeniden sahneye çıkması, Trump döneminde İran’a karşı el altından cephe kuran İsrail ve Suudi Arabistan’ı üzecek. Çin’in hem İsrail ve Suudi Arabistan’la, hem de İran’la iyi ilişkiler içinde olması ona Orta-Doğu’da çok geniş bir diplomatik manevra ve nüfuz alanı doğurabilir. Çin’in, ABD’yle işbirliği içinde İsrail-Filistin sorunu konusunda da arabulucu rolü oynaması mümkün. Resim hayli karmaşık olmakla birlikte içinden çıkılamayacak kadar değil. ABD ve Çin arasındaki rekabet hız kazanırken, iki ülke arasında başta Kuzey Kore olmak üzere, çok sayıda işbirliği alanı da mevcut. Çin’in dünya barışına katkı yapıp yapamayacağı, demokrasi ve insan hakları alanında düğümleniyor. Bu alanda çıtayı yükseltmezse, Myanmar gibi kanlı rejimleri desteklemeye devam ederse, sadece ekonomik bir güç olarak ilgi çeker, hiç bir zaman siyasî liderlik iddiası olamaz. İçeride 2018’den beri daha merkezî ve baskıcı hale gelen Çin rejiminin global alanda liderlik yapması ancak insan hakları ve demokrasi alanında sicilini düzeltmesine bağlı.
*Emekli Büyükelçi