Working class hero
Ünlü bir televizyoncu, ünlü bir şef, ünlü bir oyuncu... Doğrusu sosyalist bir işçi partisinde görmeye alışık olmadığımız simalar bunlar. Ama “ne işleri var” diyeceğimiz bir tuhaflık da yok ortada.
Türkiye İşçi Partisi (TİP), seçime katılacak diğer bütün partiler gibi, Yüksek Seçim Kurulu’na milletvekili aday listesini sundu.
Liste, seçim bildirgesinde belirtilen “yirmi yıllık mağduriyetin hesabını soracak köklü bir siyasal ve toplumsal dönüşüm” hedefine uygun şekilde hazırlanmaya çalışılmış, öyle görünüyor. Bu çerçevede, örneğin, Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş, Gezi tutuklusu avukat Can Atalay, öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin kardeşi Meryem Göktepe, LGBTİ+ hakları aktivisti Esmeray Özadikti ve Çorlu tren faciasında oğlunu kaybeden Mısra Öz’e yer verilmiş.
Bunun dışında, listede dikkat çeken medyatik isimler de var.
Televizyoncu İrfan Değirmenci, İzmir ikinci bölge birinci sıradan...
Şef Ali Ronay, İstanbul birinci bölge üçüncü sıradan...
Gazeteci Umur Talu, İstanbul üçüncü bölge üçüncü sıradan...
Oyuncu Mehmet Aslantuğ, Muğla birinci sıradan aday gösterilmişler.
Ünlü bir televizyoncu, ünlü bir şef, ünlü bir oyuncu... Doğrusu sosyalist bir işçi partisinde görmeye alışık olmadığımız simalar bunlar. Ama “ne işleri var” diyeceğimiz bir tuhaflık da yok ortada. Medyatikleşmiş dünyada medyatiklerin de (yerine getirilmeyi bekleyen) politik işlevleri vardır. Onlar da galiba bunun için buradalar.
Umur Talu, zaten sürdürdüğü gazetecilik faaliyetinin niteliğine bakılırsa, epeydir bu işlevi kendine mal etme eğilimindeydi, diyebiliriz; İrfan Değirmenci de öyle... Ve belli ölçülerde Mehmet Aslantuğ da... Ama, evet, kabul edelim ki Ali Ronay biraz şaşırttı.
Medyatik isimlerin aday gösterilmesi, dediğimiz gibi, medyatikleşmiş dünyada bazı politik işlevler görüyordur... Ama yine de güncel politikanın genel geçer kabulleri tarafından örtükçe dışlanan şu soruyu sormak durumundayız: Bu ne işe yarıyor -ya da yarayacak-?
Bu kaba ve safiyane soru, hem aday belirleyenlere, hem de aday olanlara sorumluluklarını hatırlattığı için önemli bir sorudur. Nihayetinde bu toplum, bir şefin, bir televizyoncunun, bir oyuncunun sosyalist bir işçi partisinden milletvekili adaylığı için yirmi bir yılını harcadı.
Medyatiklerin (hangi partiden olursa olsun) milletvekili adaylıkları, medya ve popüler kültür alanının bunca politikleştiği ortamda (sadece Gülşen ve Sezen Aksu dememiz bu gerçeği hatırlamamız için yeterli olur) beklenen bir şeydi. Esasen bu alan her zaman her yerde politikaya bağlıdır ama bizde iktidar muhipleriyle muhalif kesimler (“kültürel iktidar” ya da “kulturkampf” meselesi nedeniyle) buraya ayrıca önem vermekteler, malûm. Kültür üretimine ve kültür piyasasına hükmeden politik güçlerle suçortaklığı yapmaktan veya işbirliğine girmekten kaçınan medyatiklerin politikaya girmesi ilkin bu konuda bir işe yarayabilir.
İkincisi ve daha önemlisi de şu... Demokrasi ve özgürlüklerin kazanımları her yerde tehdit altındadır, sokakta, evde, iş yerinde, okulda ve elbette kültürel alanda da tehdit altındadır; ve yalnızca otokrat özentili politikacılar, baskıcı polis şefleri, dinci faşizan milisler, görev bekleyen mafyalarca değil, aldatıcı ve ayartmacı medya ve kültür piyasası tarafından da tehdit altındadır. Medyatikler, bu manzara-i umumiyede medyatikleşmiş dünyanın demokrasi ve özgürlüklere yönelik zararlı etkilerini yenebilecek güçtedirler ve yenmek için de çaba sarfetmelidirler. Onlardan yerine getirmeleri beklenen politik işlevler en çok da bu yöndedir.
Böyle söylemekle, onların politik işlevlerini (medya ve kültür alanıyla sınırlı tutmak suretiyle) daraltıyor değiliz. Politik işlev derken medya ve kültür alanına vurgu yapmak, yeteneklerini küçümsemek ya da Meclis'teki varlıklarını değerden düşürmek anlamına gelmez. Sadece, politikaya giren bir televizyoncu, bir şef, bir oyuncu, o kadar da politikacı olmaz, yani “politikacı” deyince akla gelen o bildik tipler durumuna gelmez, bunu demek istiyoruz. Modern siyasi tarihte medyatik isimlerin, özel yetenekleri ile politik yetkilerini birleştirerek, mesleklerine ilişkin değerleri politik mücadeleye yerleştirme çabası içinde oldukları gözlenmiştir daha çok. Ama istisnaya kapalı bir konu değil bu.
TİP, ne devletin ne de piyasanın yasalarınca korunan emekçilerin hakları için medyatiklere görev veriyor. İrfan Değirmenci’nin, Ali Ronay’ın, Umur Talu’nun, Mehmet Aslantuğ’un halihazırdaki kariyerleri ortada. Bu kariyerle politikaya girdiler ama burada kalmayacak, (şayet seçilirlerse) seçildikleri andan sonra da curriculum vitae’larını yazmaya devam edecekler. Ortaya ne çıkacak bugünden bilinmez. Belki, sosyalist bir işçi partisinden seçileceklerine göre, medyatikleşmiş dünyanın demokrasi ve özgürlüklere yönelik zararlı etkilerini yenmek için çaba sarf edecekler. Ve bu sayede belki, söz ve müziği John Lennon’a ait (ama Green Day’den dinlemesi daha güzel) olan o şarkıda söylendiği gibi, her biri bir “işçi sınıfı kahramanı” olacak, kim bilir?