XXI. Luis
Bir “teknik direktör takımı” yaratmak kolay değil. Bunu milli takımda başarmak ise imkansıza yakın bir görev. Luis Enrique’nin değeri biraz da buradan geliyor…
Sergio Ramos’un yerine Eric Garcia’yı, David De Gea’nın yerine Unai Simon’u tercih etmek, milli takım aday kadrosunu bisiklet üzerinde açıklamak, kırık burunla hakem fırçalamak veya ultra-maraton koşmak, normal bir teknik direktörün yapacağı şeyler değil. Zaten Luis Enrique de normal olmayı hiç istemedi ve köşeli karakterine karşın sahada ve kulübede başardıklarıyla kendini kabul ettirdi. İspanya Milli Takımı’nın 52 yaşındaki hocası, birkaç ömre yetecek hikayesine hayatın ve futbolun en büyük sevinçlerini ve dramlarını sığdırdı. Buna Dünya Kupası zaferini de eklerse, futbolun tartışmasız krallarından biri olacak…
TASOTTİ’NİN DİRSEĞİ
Luis Enrique’nin Dünya Kupası macerası 28 yıl önce Amerika’da başladı. 1994’teki İtalya-İspanya çeyrek finali, bir buçuk ay önce oynanan ve Milan’ın favori Barcelona’yı 4-0 yendiği Şampiyonlar Ligi finalinin rövanşı gibiydi. İki ülkenin çekirdeği iki dev kulübün oyuncularından oluşuyordu. Ama başkaları da vardı. Örneğin Real forması giyen, 21 numaralı, biraz deli bakışlı, çıkık çeneli Luis Enrique.
Maç çekişmeli geçti. İtalya Roberto Baggio’nun 88. dakikadaki golüyle 2-1 üstünlüğü buldu. Duraklama bölümünde ilginç bir pozisyon yaşandı. İtalyan sağ bek Tasotti, arka direğe doğru gelen ortaya kafa vurmak isteyen Luis Enrique’yi sert bir dirsek darbesiyle yere indirdi. Kanlar içinde ayağa kalkan Enrique ne kadar bağırıp çağırsa da hakeme derdini anlatamadı ve penaltı kararı çıkmadı. Neticede İtalyanlar rövanşı vermedi. Ama yaşananlar İspanyol “indie” grubu Deneuve’ün albümüne adını verdi: El Codazo de Tasotti (Tasotti’nin Dirseği).
İspanya’nın Gijon kentinde doğan Luis Enrique aslında Milli Takım’la başarıya aşinaydı. En üst seviyede her zaman hayal kırıklığı yaratan İspanya, Lucho lakaplı Enrique’nin de forma giydiği 1992 Barcelona Olimpiyatlarında altın madalya almıştı.
Küçüklüğünde basketbola meraklıydı. Ancak çevrenin de etkisiyle yerel bir futsal takımına girdi. Takım arkadaşlarından biri, yıllar boyu Gijon, Barcelona ve İspanya Milli Takımı’nda birlikte oynayacağı Abelardo Fernández’di. İkili futbolda beraber yükselecekti.
Gijon’dan ilk ayrılan Lucho oldu ve Real Madrid’e gitti. Sağ kanat ve ofansif orta saha başta olmak üzere, stoper hariç hemen her pozisyonda oynayabilen, çalışkan, makul teknik kapasiteye sahip, dayanıklılığı üst düzeyde bir oyuncuydu. 1995-96 sezonunda Real’in Barça’yı 5-0 yendiği maçta gol atarak şampiyonluğa özel bir katkı verdi. Ancak beş sezon oynadığı başkentte taraftarı ve camiayı hiçbir zaman kendisine yakın hissetmedi. Yeterince takdir edilmediğini düşünüyordu. 1996 yılında “çıkıntı” karakterinin gereğini yaptı: Kontrat yenilemedi ve bonservissiz olarak Barcelona’ya geçti. Olimpiyat şampiyonu olduğu kente dönmüştü. Üstelik kadroda ahbabı Abelardo da vardı.
Real Madrid’den geldiği için başlarda şüpheyle karşılansa da kendini kabul ettirmesi uzun sürmedi. Kendi taraftarının bayıldığı, rakip taraftarın nefret ettiği türden bir oyuncuydu. Adanmışlığı sayesinde Katalanların kaptanlığına yükseldi. İki lig şampiyonluğu, bir Kupa Galipleri Kupası sevinci yaşadı. Sekiz sezonun ardından futbolu bıraktı.
Kariyeri boyunca Radomir Antiç, Jorge Valdano, Bobby Robson ve Louis Van Gaal gibi büyük hocalarla çalışan Enrique formasını çıkardıktan sonra kendini başka meşgalelere verdi. Hiperaktif yapısı ve kendini sürekli test etme arzusuyla dayanıklılık odaklı, bazen ekstrem sporlara yöneldi. New York Maratonu’na katıldı. Pireneler’de 225 kilometrelik bisiklet yarışında görüldü. Fas’ta düzenlenen ultra-maraton kategorisindeki “Marathon des Sables”da mücadele etti. Ironman’de yarıştı. Ama futbol tutkusu dinmedi. 2008 yazında A takımın başına geçen Pep Guardiola’nın yerine Barcelona B’nin teknik direktörlüğüne getirildi. Takımı 11 yıl aradan sonra ikinci lige, oradan da play-off’a götürdü.
KENDİNE AİT BİR OYUN
Agresifliği ve inatçılığı sebebiyle iyi bir hoca olamayacağı yönündeki öngörü kötü geçen Roma ve Celta serüvenleriyle pekişti. Ama Pep gibi safkan bir Cruyff müridi olmasa da kulüp kültürünü benimsemiş olması ve lider özelliğiyle Katalanlar tarafından 2014 yazında yeniden göreve çağrıldı. Bu kez A takıma. Busquets, Iniesta, Rakitic orta sahası ve Messi, Suarez, Neymar (MSN) hücum hattıyla, topa sahip olmayı takıntı haline getirmeyen, geçiş oyununa ve fizikselliğe de alan bırakan hibrit bir plan yürüttü. Kişiliğinde ise değişen bir şey yoktu. Gazetecilerle tartışmaları devam etti. Bir ara Messi’yle atıştı. Ama sahada kazandı. Hem de çok.
Barça’daki üç sezonunda bir Şampiyonlar Ligi, iki La Liga, üç Kral Kupası, bir İspanya Süper Kupası, bir UEFA Süper Kupası, bir FIFA Dünya Kulüpler Şampiyonası zaferi yaşadı. 2017 ilkbaharında Şampiyonlar Ligi son 16 turunda PSG’ye karşı 4-0’ın rövanşında alınan 6-1’lik galibiyet futbol tarihine geçti. Tuhaf bir şekilde hâlâ en iyiler arasında anılmıyordu. Halbuki Messi onun Pep ile birlikte çalıştığı en iyi iki hocadan biri olduğunu söylemişti. Thiago Alcantara’ya göre ise “Pep’in analitik anlayışını Klopp’un agresifliği ile birleştiren” bir karakterdi.
XANA
Barça’dan ayrıldıktan bir yıl sonra, 2018 Dünya Kupası’nda hüsrana uğrayan İspanya’nın kulübesine geçti. Zamanlama açısından şanslı değildi; tarihin en baskın kulüp futbolunu oynayan Barcelona’nın ana parçaları sahneden çekiliyordu. Avrupa’da uçan Real’in ise İspanyol bir çekirdeği yoktu. Sonra araya hayat girdi ve bütün bu dertlerin dert olmadığını gösteren, hiç yaşanmaması gereken bir şey oldu.
2019 yılının Haziran ayında Luis Enrique’nin üçüncü ve en küçük çocuğu olan dokuz yaşındaki Xana’ya osteosarkom tipi kemik kanseri teşhisi kondu. Hoca durumun ciddileşmesi üzerine görevinden ayrıldı. Federasyon onun yerine geçici olarak yardımcısı Robert Moreno’yu getirdi ve bir şart koştu: Enrique istediği zaman geri dönecekti.
Maalesef çabalar sonuç vermedi. Xana 29 Ağustos 2019’da hayatını kaybetti. Yaşamı boyunca tuttuğunu koparmasıyla meşhur Enrique, "hayatın devam ettiğini bütün ailesine göstermek" için futbola sığındı ve kasım ayında göreve döndü. Yeni zorluklarla karşılaştı. Dostu ve yardımcısı Robert Moreno, Enrique giderken onun dönüşüne en çok sevinen kişinin kendisi olacağını açıklamıştı ama dört aylık başarılı döneminin ardından koltuğu iade edip yardımcılığı sürdürmek yerine istifasını sundu. Başta kalmayı hak ettiğini düşünüyordu. Hayatının en zor döneminde gelen bu "sadakatsizlik" Enrique’yi derinden yaraladı. 2020 yılının başında bu kez Celta ve Barcelona’daki yardımcısı ve yakın arkadaşı Juan Carlos Unzué ALS hastalığına yakalandı. Hastalığa dikkat çekmek için yapılan etkinliklerde Lucho da sık sık yer aldı.
YENİDEN FUTBOL
Yaşadıkları Luis Enrique’yi hem değiştirdi hem değiştirmedi. İnatçılığı bakiydi ancak üzerine bir rahatlık gelmişti. Hoca olarak oyun ve oyuncu tercihini iyiden iyiye keskinleştirdi. Eleştirilere aldırmadı, gerekli gördüğünde sert cevap verdi. Barcelona’da yapmadığını İspanya’da yaparak tamamen topa sahip olma oyununa döndü. Geçen yaz oynanan Euro 2020’de kulüp takımı havasına sahip az sayıdaki ekipten biri İspanya’ydı. Yarıfinalde İtalya’yı müthiş zorlamalarına rağmen penaltılarda elendiler. Yine de tarihin ilk Real Madridsiz İspanya kadrosunu kuran hoca bütün dünyadan güvenoyu aldı.
Katar’a da iyi durumda geldiler. Lucho yeni jenerasyona herkesten çok güvenmenin karşılığını almaya başladı. Busquets savunma önünde toparlayıcı rolünü korurken Pedri (20) ve Gavi (18), Xavi-Iniesta ikilisinin yerini mümkün olduğunca doldurmaya aday. Kosta Rika karşısındaki ilk maçta Dani Olmo, Marco Asensio ve Ferran Torres’ten oluşan, santrforsuz ileri üçlü son derece hareketli ve üretken göründü. 7-0’lık skor İspanya’nın Dünya Kupası tarihindeki en farklı galibiyeti oldu. Stoperde Rodri’ye görev vermesi ise yine bir “imza hamleydi”. İspanya, maçı bine yakın pasla tamamladı. Bir “teknik direktör takımı” yaratmak kolay değil. Bunu milli takımda yapmak ise bugünün şartlarında imkansıza yakın. Enrique’nin değeri biraz da buradan geliyor.
Gövde gösterisinin ne kadar süreceği belirsiz. Ancak ilk maçların ardından en akışkan oyuna sahip takım oldukları söylenebilir. Kritik anlarda daha net bir santrfora, kaleciye ve stopere ihtiyaç duyup duymayacaklarını zaman gösterecek. Kupa için şansları yok değil. Hoca saha dışında da elinden geleni yapıyor. Twitch üzerinden canlı yayınlarla dikkatleri kendi üzerine çekip genç kadro üzerindeki baskıyı almayı şimdilik başardı.
Her ne olursa olsun memleketi Gijon’da bir kahraman olarak kalacak. El Clasico’da her iki takım formasıyla gol atmış çok az isimden biri. Mütevazı hemşerisi David Villa’nın yıllar önce, “Günün birinde Luis Enrique kadar büyük bir futbolcu olmak istiyorum” demesi abartı gibi görünebilir ancak Lucho’nun statüsünü görmek için iyi bir örnek. Abelardo da çocukluk arkadaşına her fırsatta destek çıkıyor: “İspanya için ondan iyi hoca bulamayız” sözleri bunun kanıtı.
Luis Enrique bugüne kadar 21 numaralı Real Madrid ve Barcelona formalarıyla İspanya’yı fethetti. Ardından Barça kulübesinde Avrupa’nın zirvesine kuruldu. Sırada Dünya Kupası var. Futbolculuk döneminde üç kez gittiği turnuvadan eli boş dönmüştü. Ama inadı ve zekasıyla bu kez başarabilir. Hayatında kaybedebileceği en büyük şeyi kaybetmiş bir idealistin, pragmatist hocalarla dolu turnuvayı kazandığını görmek önemsiz ama değerli bir teselli olabilir…