Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın
Kadınların özgürlüklerinin erkekler lehine kısıtlanmasına dair tasarıları ve erkekleri sürekli mağdur gösteren ama kadınların mağduriyetleriyle ilgilenmeyen lobi gruplarını sorgulayarak çemberin dışı yerine artık içine odaklanalım. EŞİK Platformu’nun çağrısına kulak verelim: “Yasalara Dokunma, Uygula”.
Son günlerde Rus empresyonist ressamlardan Leonid Pasternak’ın “Yaratma Sancısı” tablosu zaman zaman gözümün önüne geliyor. Yazma sürecinde kendi içimize inmeye, kendi can sıkıntımızı yaratıcı bir şekilde beslemeye, devinim karşısında derinlikli bir hareketsizliğe dair en etkileyici sanatsal üretimlerden biri...
Türkiye’de ise, kadının insan haklarını kendine dert edinmiş her yazma süreci, yazarını farklı bir alana ve sorunsal öbeğine sürüklerken, bu süreçte çekilen sancıların büyük kısmı Matruşka bebeği misali birbirleriyle bağlantılı hale geçen sorunlar...
Portekizli şair ve yazar Fernando Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı'nda “Hepimiz kendi dışımızdaki koşulların tutsağıyız” ifadesinde olduğu gibi, kadınların özgürleşmek, onurlu bir yaşam sürmek, ayaklarına bağlı kum torbalarından kurtulmak için çırpınışları ve sancıları ise bir noktada kendileri dışındaki koşulların, sistemin ve sistem içindeki lobi odaklarının tutsağı haline geliyor.
Kökeni antik Roma’ya dek uzanan, Türkiye’de 1988’e dek bir yıl süreli olarak uygulanıp o tarihten itibaren süresiz hale getirilen, İslam hukukunda da “geçimlik” adı altında yeri olan nafaka, 2016 yılından beri yasama ve yargı düzeylerinde tartışılan, nafaka-karşıtı platformların sosyal medya kampanyalarını saldırgan biçimde yürüttüğü bir güç mücadelesi alanına dönüşüyor.
Nafaka ödeme yükümlüsünün adına kayıtlı evi, arabası, ofisi, bilinen bir bankada mevduat hesabı, sabit bir işi ve işyeri olmadığı durumlarda nafakanın tahsil edilmesi hemen hemen olanaksız. Nafaka en kolay olarak kayıtlı çalışanlardan, yani memurlar, emekliler veya işçilerden tahsil ediliyor.
Ama çoğu zaman bir işadamından veya ülkenin farklı yerlerindeki pazarlarda tezgâh açan pazarcıdan tahsil edilemiyor. Bu iki tip erkeğin sosyo-ekonomik olarak farklı katmanlarda yer alan eşleri ise, bir anda kendilerini ortada beş parasız, komşudan gelecek çorbaya muhtaç halde bulabiliyorlar. Çünkü uzayan boşanma süreçleri, ikametinde bulunamayan erkek ve daha nice “cin fikirli” davranış, kadını boşandığına pişman etmek için ağız birliği yapmış gibi olabiliyor.
Bu yasal boşluktan yararlanan erkekler ise, başkası adına kayıtlı arabalara binerek, patronlarıyla anlaşıp sigortalarını iptal ettirerek, başkası adına kayıtlı şirketlerde çalışarak, vekaletle iş görerek yaşıyor ve işyerinde maaşları ödenirken diğer yandan Medeni Kanun uyarınca ve mahkeme kararıyla çocukları ile eşlerine ödemekle yükümlü oldukları iştirak ve yoksulluk nafakalarından eser yok.
Bu yükümlülüğünü yerine getirmeyenlere yönelik tazyik hapsinde ise nafaka borcunun ancak belli bir kısmı tahsil edilebiliyor ve bu sürecin de çok uzun bir usul ve prosedürü olduğundan pek tercih edilmiyor. Bu konularla uzun zamandır çalışan değerli bir avukat olan Gülser Erkoç’un bana söylediği gibi, “mahkemenin bağladığı nafakayı tahsil edebilenler bu ülkede şanslı azınlık”.
Öte yandan, süresiz nafaka diye bir şey de yok. Zira kadının çalışmaya başlaması, yeniden evlenmesi, kadına miras kalması gibi durumlarda zaten kesiliyor.
Kadın örgütlerinin mücadelesini verdiği ve itirazlarını dillendirdiği temel nokta ise, nafakanın kazanılmış bir hak olduğu ve bu konuda atılacak her türlü geri adımın kadın politikasına zarar vereceğidir.
Ardında güçlü bir lobinin bulunduğu nafaka konusu, Meclis gündemine gelmesi beklenen altıncı yargı paketi içinde ele alınabileceği gibi bağımsız bir yasa olarak da çıkabilir. Adalet Bakanı’nın değişmesinin ardından bu paketlerin sonucunun ne olacağı henüz belirsiz. Meclis’in yakın dönem gündeminde görülmese de, yasalaşmasına yönelik taslak, çalışmalar içerisinde yer alıyor.
Dolayısıyla, henüz belirsizliğin geçerli olduğu, hükümet alanında da halen tartışma konusu olan bir alan...
Birkaç yıldır düzenleme yapılacağı söylenen yoksulluk nafakasının, evlilik süresi baz alınarak ödenmesi isteniyor. Yani iki yılın altındaki evliliklerde 5 yıl, 5 yılın altındaki evliliklerde 7-8 yıl, 5-10 yıl arası evliliklerde ise 12 yıl nafaka ödenmesi isteniyor.
Zaten ortalama 262 TL olan yoksulluk nafakasının kesilmesine dair tartışmalar; ekonomik bir geliri olmayan, evlilik boyunca çalışmasına ve hatta okumasına “izin” verilmediği için mesleki becerilerini yitirmiş veya evin tüm yükünü üstlendiği için mesleğini yapamamış ev kadınlarının mağduriyetini ikiye katlayan, erkek egemen toplumda onu bir kat daha yoksulluğa hapseden bir hak gaspı riskine işaret ediyor.
Yoksulluk nafakalarının yüzde 66’sı da zaten ödenmiyor.
Nafakayı bir sadaka olarak gören anlayışa ilişkin olarak, yıllardır hane içi emeğini sömürdükten sonra boşandığı eşine dekontun açıklama kısmına “helal etmediğim nafaka”, “haram olsun” yazan eşe, geçtiğimiz günlerde 15 bin TL manevi tazminat cezası verilmesi, aslında toplumun bir mikro-kozmosunu yansıtması açısından çarpıcı bir örnek.
İştirak nafakasında ise, her ne kadar kadınlara ödeniyormuş gibi bir algı yaratılsa da, aslında erkeklerin çocuklarına ödedikleri bir nafaka. Şu anda tartışılan yasa taslağında, nafakadaki süre sınırının çocuk için de geçerli olması gündemde. Yardım nafakasının 18 yaşından büyük ve okula giden gençler için geçici işlerde çalışması durumunda bile kesilebileceği konuşuluyor. Yani hızlıca boşanabilen erkek, babalık görevleri dahil tüm sorumluluklarından da kurtulmuş olacak.
Süreli nafaka, birçok açıdan kadınları -fiziksel ve/veya psikolojik şiddet görseler, sadakatsizliğe maruz kalsalar bile- boşanmaktan “aç ve açıkta kalma korkusuyla” caydıran bir dinamik...
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’nün de belirttiği gibi, nafaka mağduru kaç erkek olduğu, mağduriyetin nedeni ve yasanın neden uygulanmadığı gibi kilit sorular yanıtsız bırakılıyor.
TÜİK verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de boşanmaların sadece yüzde 2,2’si bir yıldan az süreli evlilikleri kapsıyor ve bu boşanmalarda nafakaya hükmedilip hükmedilmediğine dair resmi bir istatistik yok.
KONDA’nın yine 2020 yılında yaptığı bir araştırmaya göre ise, 10 kişiden 7’si nafaka hakkını destekliyor. İştirak nafakasını destekleyenlerin oranı yüzde 87 iken, yoksulluk nafakasına destek oranı ise yüzde 76.
Nafaka meselesinin bir oy devşirme aracı olarak görülmesi ise son derece tehlikeli, çünkü bunun seçmen tabanı üzerinde de kayda değer etkisi var.
Partilerin seçmen kitlesi “mağdur babalardan” ibaret değil. Bu konuda atılacak herhangi bir geri adımda her partinin kadın seçmenini somut, birebir etkileyecek ve kendi hakkının erkekler lehine kısıtlandığı duygusu eşliğinde partisine küstürecek sonuçlar doğurabilir.
İdeal dünyada, şu anda mecliste, komisyonlarda, Genel Kurul’da konuşulması, tartışılması ve acilen çözüm bulunması gereken konu “nafaka” değil, akut bir hal almış olan “kadın yoksulluğu”dur.
DİSK / Genel-İş Sendikası’nın geçtiğimiz günlerde yayımlanan Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk Raporu’na göre Türkiye’de 9,2 milyon yoksul kadın var ve kadınlar arasında yoksulluk oranı yüzde 22,5.
Çalışabilir durumdaki her on kadından sadece üçü kayıtlı ve tam zamanlı istihdam dahilinde. Gerisi güvencesiz koşullarda çalıştırılıyor. Ekonomik kriz dönemleri ise en çok kadınları etkiliyor.
Çalışamayan, devletten kreş desteği alamayan, istihdamdan çocuk bakımı sebebiyle uzaklaşan kadın, evlilik içi rolüyle kendini ve hayallerinin sınırlarını daraltıyor. Kadın yoksulluğuna karşı koruyucu düzenlemelerin hayata geçirilmesi ana gündemimiz olmalı.
İş yaşamında olmayan kadınların boşanma süreçlerinde nafakaya gereksinim duyması ise, birliktelik sırasındaki “eş” ve “anne” rolünün ötesinde, kendilerine toplumsal bir statü ve ekonomik olarak sabit bir gelir kaynağı yaratacak herhangi bir meslek edinememelerinden kaynaklanıyor.
Çalışan kadın ise, çoğu zaman, evlilik süresince üstlenilen ortak borçları ve ortak çocuğun sosyo-kültürel gelişimine yönelik masrafları –örneğin piyano kursu veya erkeğin terk ettiği evin kirası- kendi geliriyle tek başına karşılayamıyor.
Sorsan hepimiz kadınız... Ama birilerimiz yaralı, diğerlerimiz sağaltıcı... Kimimiz örgütlü, kimimiz tek başına, sesi kısılmış, çaresiz, kırgın...
Yani nafakaya bağımlılık bir neden değil sonuç.
Hiçbir kadın nafaka almak için evlenmez. Tıpkı hiçbir kız çocuğunun geleceğe dair tek hayalinin, eşine akşam ne yemek yapacağı veya ileride kaç çocuk büyüteceği olmadığı gibi...
Kadınların özgürlüklerinin erkekler lehine kısıtlanmasına dair tasarıları ve erkekleri sürekli mağdur gösteren ama kadınların mağduriyetleriyle ilgilenmeyen lobi gruplarını sorgulayarak çemberin dışı yerine artık içine odaklanalım. EŞİK Platformu’nun çağrısına kulak verelim: “Yasalara Dokunma, Uygula”. Yani, aslolan Medeni Yasa ile oynamak yerine bu yasada korunan nafaka hakkının gereğince uygulanmasıdır.
Kadınların hak taleplerine dair “çemberin dışında” kurgulanmış sınırların, örgütlü kadın hareketlerinin yarattığı akılcı ve cesur mücadeleyle ve onların meclisteki muhalefet partilerinden bekledikleri acil farkındalıklarla birlikte ortadan kalkması için bu ekonomik şiddet türünün takipçisi, sesi çıkmayan kadınların sesi ve sözü olalım.
Çünkü ya içindeyiz bu çemberin, ya da hep dışında kalacağız.