YAZARLAR

Yabancı sermaye nereye, neden gider?

Türkiye, doğrudan yabancı sermaye ve borsaya yatırımcı çekmek için siyasi iklimini normalleştirmek zorunda. Bu da bir hukuk devletine dönme zorunluluğunu gerektirir. Özellikle bu dönemde diplomatik tutarlılık, omurgalı siyaset pratiği önemli. Bunlar, Saray rejiminin yapamadığı işler.

Her lakırdısıyla çam deviren Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin,  Fransa’nın Cannes kentinde yaptığı konuşmada, aklının estiği gibi ettiği laflar yine çok tartışıldı. Şöyle dedi Nebati: "En sevmediğim konu da şu yatırımcılara zorluk çıkaran mevzuat ya da bürokrasidir. Hep beraber kavga edelim, bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda cumhurbaşkanımız var, rahat olun, mevzuatı da değiştiririz. Cumhurbaşkanlığı sisteminde hızlı adımlar atıyoruz."

Nebati, aklınca yabancılara mevzuatın, bürokrasinin engel çıkarmayacağını söyleyerek “Tek adam yönetimi”nin Türkiye’ye sermaye girişini motive edeceğini sanıyor, yani bir anlamda “hukuksuzluğu” cazibe gibi sunuyor. Oysa yabancı yatırımcılar açısından “kurumsallık” onun çerçevelediği hukuk, kurallar, kayırmacılıktan uzaklık, şeffaflık, hesap verebilirlik, yatırım kararı almada önemli. Tabii ki, gidecekleri ülkenin ekonomik parametreleri de önemli. Başta enflasyon, istikrarlı büyüme, bağımsız Merkez Bankası, liyakat, güven veren bir ekonomi yönetimi…

Türkiye’de şu an bunların hiçbiri yok. Onun için Nebati ne kadar yırtınsa çıkmış sermayeyi yeniden çekecek durumda değil. Yine de Nebati, “Çıkmadık candan umut kesilmez” diyerek çağrıları yineliyor. Dış piyasalardan 2 milyar dolar borçlanmak için son tahvil ihalesinde dolar üstünden yüzde 8,5 faiz vermeyi bile göze aldı iktidar.

YABANCI SERMAYE TRAFİĞİ

Yabancı yatırımcılar dünyada hangi coğrafyaları neden tercih ediyorlar, nerelere, neden giriyor ya da oraları neden terk ediyorlar? Bu soruları açıklığa kavuşturmak için önce bazı kavramları hatırlatmak iyi olur

“Yabancı yatırım” derken bir ülkeye üç kanaldan gelen her tür sermaye girişini anlamak gerekir. Bunlardan ilki olan, “Doğrudan yabancı sermaye”den, bir sektöre katma değer üretmek üzere gelen yeni yatırım ya da var olan yatırımdan pay satın alan sermayeyi anlamak gerekir. Yabancı yatırımın bir diğer yolu olan “Portföy yatırımı”, borsadaki hisse senedi ve devlet kağıtlarına yatırım yapmaktır. Üçüncü yol ise ülkeye kredi ve mevduat yoluyla giriş yapmaktır.

Ülkelerin yurt dışındaki yatırımları (Sermaye ihraçları) ve dış piyasalarda değerlendirdikleri rezervleri, “Varlıklarını”; yurt dışından ülkeye yapılmış her tür yatırımın (sermaye ithali) stok değeri ise “Yükümlülükleri” oluşturur. Varlık ve yükümlülük tutarları o günkü dolar kuru ile ifade edilir ve aradaki fark, ülkenin “Net Yatırım Pozisyonu” olarak adlandırılır. Bu, bir anlamda dışarıdan kullanılan ya da dışarıya kullandırılan net kaynağın güncel değeridir.

Lenin, “Emperyalizm”i tanımlarken ayırt edici özelliklerinden birini “Sermaye ihracı” olarak belirtmişti. Ancak aradan geçen yüz küsur yıldan sonra günümüz emperyalizminde sermayenin akışkanlığı olağanüstü arttı ve tüm ülkeler birbirlerine sermaye aktarır oldular. Burada önemli olan ne ölçüde “net sermaye ihracatçısı” ya da “net sermaye ithalatçısı” olunduğu. “Sermaye ithalatçısı olmak”, eskiden sömürge ya da yarı-sömürge oluşun bir özelliği sayılırdı. Oysa bugün bu olgu ayırt edici özellik değil. Örneğin ABD, en büyük sermaye ihracatçısı olmakla beraber, açık ara en önemli sermaye ithalatçısı. ABD’nin 2020’de sermaye ihraç stoku 32 trilyon dolar iken, dünyadan kullandığı sermaye 46 trilyon dolardı ve 14 milyar dolar net sermaye ithalatçısı idi. ABD, küresel sermaye için bir cazibe merkezi, yatırım yapılacak en önemli coğrafya. O nedenle de sermaye ithalatçısı.

Keza, İngiltere, Fransa, İspanya, her biri net 1 trilyon dolar sermaye ithalatçısı durumundaki merkez ülkeler. Bu ülkelerin net sermaye kullanıcısı olmaları, "muhtaçlıktan” değil, “çekici” olmalarından. Oysa aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çevre ülkelerin net sermaye ithalatçısı olmaları farklı. Bu ülkelerde iç tasarruflar büyüme için gerekli sermayeyi karşılamaktan uzak olduğu için, dış kaynak ihtiyacı hep üst düzeyde. IMF verilerine göre, Türkiye’nin yanı sıra Meksika, Brezilya, Hindistan, Endonezya, yabancı kaynak çekmede kıyasıya yarışan başlıca çevre ülkeler.

Kaynak: International Monetary Found 

Kamuoyunda Asya ülkelerinin, özellikle Çin’in yabancı sermaye çekmede birinci ülke olduğu bilinir. Ancak Çin, 2020’de 6,1 trilyon dolar sermaye ithalatçısı iken 8,2 trilyon dolar sermaye ihracatçısı bir ülke oldu ve nette 2,1 trilyon dolar sermaye ihracatçısı göründü. Çin’in net sermaye ihracı 2005’te sadece 350 milyar dolardı. Çin, bunu 15 yılda 5’e katladı.

Japonya, Almanya, Norveç, Hollanda, Kanada gibi “merkez” ülkeler; S. Arabistan, Rusya gibi enerji ihracatçısı ülkeler de net sermaye ihracatçısı.

TÜRKİYE'DE YABANCI YATIRIMLAR

Türkiye, dünya kapitalizmiyle bütünleşmeyi hızlandırdığı 1990’lar sonrasında dış dünyadan daha çok kaynak çekti ama bunu özellikle 2001 krizi sonrası yaptığı ekonomik ayarlamalarla gerçekleştirdi. 1996’da 50 milyar dolar net dış kaynak kullanan Türkiye’nin bu kullanımı, 2002’de 83 milyar dolardı. Sonra hızlandı ve özelleştirmelerle gelen kaynak önemli bir yer tuttu. 2017’de net kullanım 442 milyar dolar ile zirve yaptı. Ne var ki 2018 sonrası tek adam sistemi ile azaldı ve 2021’de net yabancı kaynak kullanımı 230 milyar dolara indi.

2021 sonunda Türkiye’nin dış yatırımları ve elindeki rezerv tutarı 298 milyar dolar iken, yabancıların içerideki yatırımlarının stok değeri 528 milyar dolar kadardı. Bu da, yabancılardan net 230 milyar dolar kaynak kullanmak demek. Yani, yabancıların varlık değerleri 2017’ye göre yüzde 48 azaldı.

Yabancıların, Türkiye’deki doğrudan yatırımlarını da borsadaki yatırımlarını da son yıllarda azalttıkları görülüyor. Bu kararda siyasi olarak otoriter ve hukuka, kurala dayanmayan, kayırmacı, şeffaflıktan uzak Erdoğan rejimine karşı çekinceler elbette önemli. Ama bunun kadar yabancıların, Türkiye’den uzaklaşma ve geri dönmeme eğiliminde, ülkenin derinleşen ekonomik kırılganlıkları, artan riski, yapısal sorunları etkili oldu.

Türkiye’de yaşanan istikrarsızlığın, Erdoğan’ın tek adam sistemiyle daha da arttığı bilinen bir gerçek. 2018 Haziran seçimlerinden bugüne gelinen yolda en büyük sorun, hızla tırmanan ve yüzde 60 basamağına yerleşmek üzere olan enflasyon. Merkez Bankası bağımsızlığını rafa kaldıran, boş inançlarla yükselen enflasyona rağmen faiz indirme gafleti gösteren ve sonuçta TL’ye olağan dışı değer kaybettiren Erdoğan yönetimi, yabancıların güvenini hepten kuruttu. Rusya’nın işgali ile birlikte Türkiye’nin risk primi de tırmandı ve 700’leri gördü. Cari açık, yıllık olarak Ocak 2022 itibariyle, 20 milyar doları aşarken, önümüzdeki aylarda daha da tırmanacak. Önümüzdeki 12 ayda ödenmesi gereken dış borç tutarı yaklaşık 174 milyar dolar olarak açıklandı. Bunlar, dövize yeni bir atak yaptıracak önemli basınçlar olarak yorumlanıyor.

Bütün bu şartlar içinde Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye, borsaya giriş şeklinde “Portföy yatırımı” ve yabancı mevduatı-kredi biçimlerindeki yabancı kaynak girişi artmadığı gibi azalıyor.

NE YAPMALI?

İçerideki ekonomik aktörler kadar, yabancı aktörler de Türkiye’ye yatırım yapacaklarsa bir siyasi iklim değişikliğini, ön koşul olarak görürler. Kimse bu kadar keyfi yönetilen, akıldan, hukuktan uzak, kayırmacı bir yönetim biçimine güvenmez. Türkiye, Rusya işgali sonrası bir çöl fırtınası yaşayan dünyada, doğrudan yabancı sermaye ve borsaya yatırımcı çekmek için siyasi iklimini normalleştirmek zorunda. Bu da bir hukuk devletine dönme zorunluluğunu gerektirir. Özellikle bu dönemde diplomatik tutarlılık, omurgalı siyaset pratiği önemli. Bunlar, Saray rejiminin yapamadığı işler.

Ayrıca, başta zincirinden boşalmış enflasyonun terbiye edilmesi olmak üzere, dengeleri kurmak, ekonomide yeniden yatırımı mümkün kılacak bir iklimi inşa etmek gerekiyor. Türkiye’nin dünya kapitalizmine mevcut eklemlenme biçimi, uzun süre dış yatırımcıya muhtaçlığını inkâr edilmez biçimde ortaya koyuyor. Dünyada hiçbir ülke, yabancı kaynak kullanmaktan çekinmiyor. Önemli olan yabancı kaynağı gelişigüzel değil, akıllıca ve ihtiyaçlara en uygun biçimde kullanmak. Burada yapılması gereken, akılcı doğrudan yabancı sermaye işbirliklerine öncelik vermek. Özellikle yeni yatırım, istihdam, ihracat taahhüt eden, teknoloji getiren projelere yabancı yatırımcı çekmeli. Dış borçla kaynak teminini akılcı kılmak için de risk primini hızla düşürecek iyileştirmelere gitmek zorunlu.


Mustafa Sönmez Kimdir?

ODTÜ İdari İlimler Fakültesi'nden 1978'de mezun olan Sönmez, 1980'li yıllarda önemli kurumlarda araştırmacı-uzman olarak çalıştı. Daha sonra medya sektörüne geçen Sönmez, birçok derginin genel yayın yönetmenliğini yaptı ve 1992’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) araştırma birimi DİSK-AR’ın kurucu yönetmeni oldu. Sönmez daha sonra Cumhuriyet, Yurt, Sözcü, BirGün gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Merkezi Washington’da olan Al Monitor sitesine de 2016’dan bu yana makaleler yazıyor. Artı TV'de başladığı haftalık program yapımını Halk TV'de sürdürüyor. Türkiye ekonomisi üzerine araştırmalarını da devam ettiren Sönmez'in 30'u aşkın kitabı bulunmakta.