Yabancıların şiiri
Babi Badalov, "Dil bir kurgudur," fikriyle yola çıkarak anadili İngilizce olmayanların kullandığı kırık, hatanın standart olduğu bir dil ile normların ötesinde şiirler yazmış. Badalov, yoğurduğu bu dilin esnekliğinden yararlanarak, dilin insanlara dayattığı sınırları harflerle oynayarak deneyimlemiş ve bu deneyimi bizlerle paylaşmış. Hem yazarak hem çizerek görsel şiiri, dilin politik ve şiirsel olanaklarını araştırıyor Xenopetri sergisinde duvardan duvara kolajlar halinde.
"Evden uzakta", "Orient-Occident" (Doğu-Batı), "Kelimelerin tutsakları", "Borders-Orders" (Sınırlar-Kurallar), "Kırık Dil", "Mükemmel olmayan telaffuz", "Langu-edge" (Dilin sınırı)...
Babi Badalov’un İsviçre Musée cantonal des Beaux-Arts - Lozan’daki ilk sergisinde kendimi harika hissetmediğim, evimden uzakta ve ruhum soğukta kalmış gibi hissettiğim bir gün, kendimi buluyorum. Kelimeleri severim ve bu sergide kelimelerle oynanarak tam da o "soğukta kalmış gibi" hissim anlatılıyor. Kelimeler hem sığınak hem bir isyan olmuş Xenopetri (yine bir kelime oyunuyla, var olmayan bir kelime üretilerek oluşturulmuş sergi adı: Yabancıların Şiiri) sergisinde. Sınırlardan, endişelerden kurtulduğumuz, anarşik bir düzende, yeni yaratılan kelimelerle kendimizi ifade ettiğimiz bir ütopya bu sergi alanı.
Farklı farklı ülkelerde yaşadım; öğrenciydim çoğunda, geçici olacağını biliyordum kalışımın. Yetişkin hayatımda iki senedir İsviçre’nin Fransız kantonlarından birinde yaşıyorum. Ne yalan söyleyeyim, pek sevmiyorum bu "mükemmel" ülkeyi. Mükemmelik beni sıkıyor, yeni maceralar arıyorum, belki de bir gün eve, Türkiye’ye, dönmeden daha çok sevebileceğim başka hangi ülkelerde nasıl yaşayabilirim diye planlar yapıyorum. Sonra sergi ile ilgili Babi Badalov ile konuştuğumda vurguladıkları beni üzüyor: Evden uzakta sonsuza kadar "yabancı" olacağım. Aslında kimse bana kötü davranmıyor, ayrımcılığa maruz kalmıyorum, zaten dünya artık hepimizin gibi, benim gibi farklı ülkelerden gelmiş bir sürü insanla beraber yaşayıp sanki otuzlu yaşlarımızda bir "globalizm okulu"na gidiyor gibiyiz. Okul eğlenceli, deneyime açık ve biz "uzaktakiler", birbirimize hep destek oluyoruz ama işte bazı nüanslar içimizdeki boşluğu bir anda “şak!” ortaya çıkarıyor. Tanıştığım İspanyol bir çocuk "Aslında ben İspanyolca konuşurken daha komiğim," demişti. O kadar iyi anlamıştım ki bu küçük üzüntüsünü. İsviçre’ye ilk geldiğimde şimdikinden daha da zayıf olan Fransızcamla entegre olmak için kafa göz girdiğim İngilizce konuşulmayan ortamlarda kişiliksiz gibi hissetmiştim. Kelimeleri severim ve onları insanlarla yakınlaşmak için iyi kullanırım. Dahil olmadığım muhabbetlere girer, sorulmayan fikirlerimi ortaya atıveririm. İşe yarar... Girdiğim spor takımlarında, kurslarda, dili iyi kullanamadığım için yapamadım bunları. Sanki sessiz, sakin bir insandım (değilim!). Dil, benim kimliğimi çaldı. Kendime bile "yabancılaştım".
Azerbaycan'da doğan ve Azeri, Fars ve Sovyet kültürlerinin kesişme noktasında büyüyen bugün Fransa’da yaşayan Babi Badalov (Buraya bir not düşelim; Badalov Türkiye’de de bir süre yaşamış, hatta geçtiğimiz yıllarda Yapı Kredi Kültür Sanat’taki "Hayat, Ölüm, Aşk ve Adalet" sergisinde Lozan’daki işlerine benzer işlerle yer almış hatırlayanlar için.), yedi dil bilse de hiçbirine tam anlamıyla hakim değil. Bildiği dillerin çoğu büyüdüğü coğrafyada konuşulan diller olduğu için batıda bir anlamı da kalmamış. Kendi hayatı dilleri, göçmenlik durumu üzerine düşünen sanatçı, yazı ve dili eserinin merkezine yerleştirmiş. Karmaşık kelime oyunları ve alfabelerle oyun oynayarak dilin yarattığı iletişim zorluklarını gösterirken diğer yandan da dili kalıpları yıkmak, sınırları aşmak için kullanmış. 2010'lu yıllardan başlayarak, İngilizcenin basitleştirilmiş bir versiyonu olan Globish (Glolizce) adında, herhangi bir dile atfedilmeye direnen görsel şiir yaratmış. "Dil bir kurgudur," fikriyle yola çıkarak anadili İngilizce olmayanların kullandığı kırık, hatanın standart olduğu bir dil ile normların ötesinde şiirler yazmış. Badalov, yoğurduğu bu dilin esnekliğinden yararlanarak, dilin insanlara dayattığı sınırları harflerle oynayarak deneyimlemiş ve bu deneyimi bizlerle paylaşmış. Hem yazarak hem çizerek görsel şiiri, dilin politik ve şiirsel olanaklarını araştırıyor Xenopetri sergisinde duvardan duvara kolajlar halinde.
Sergi yazısını yazan, dilin sosyal ve politik boyutları üzerine araştırmalar yapan akademisyen Julie Abbou, çok beğendiğim bir tanımla, Badalov’un dili bir hammadde olarak kullandığına dikkat çekiyor. "Dil, hem üzerinde çalıştığımız malzeme hem de birlikte çalıştığımız araçtır," diyor. Dilin kullanımı bir yolculuktur ve bu yolculuktan herkes farklı çıkarımlar yapar. Biri anlatır, diğeri duyar. Biri yazar, diğer okur. İnsanlar arasındaki iletişim, her zaman anlatılmak istenenden başka bir şey duyma, anlama olasılığı taşır. İşte bu olasılıklar bu serginin, sergide yazılan "şiirlerin" konusu: Dilin kendisinden ziyade insan ilişkilerinin dili, anlamın değişmesi, "yer değiştirmesi", tıpkı yerinden edilen (displaced) insanlar gibi. Yerini değiştirmek, anlamları değiştirmek, yaptığın çağrışımları da değiştirmek bir nevi. Fiziksel sınırları geçtiğinde takıldığın dil sınırları, sana yeni bir iktidar dayatır. Babi Badalov, çalışmaları ile dilin iktidarını sabote ediyor tüm zorunlu veya isteyerek yer değiştirenler için. Kurallarına uymadığı ve parçaladığı bir dilin enkaz ve kalıntılarından yazıyor Yabancıların Şiiri – Xenopetri’yi.
Sınırlar, kurallar, topluluklar içinde dilin yetersizliği, yokluğu bize bir hapis olabilecekken diğer yandan bir dili konuşabilmenin, kullanabilmenin keyfi de her zaman baki. Bu sergiyi de düşününce hayatın değişik bir tesadüfü olarak, okuduğum ilk Fransızca kitabı düşündüm. Rus bir kız çocuğu, ailesiyle Fransa’ya göçtükten sonra kaybolan Rusçasına, Rus aksanına melankolik bir veda ederken Rus kimliğini geri kazanma çabalıyordu. Herkesin dille derdi ayrı olduğundan, kitaptaki kızın tersine, Yunan bir arkadaşım ikimizin de Fransızcası gelişsin temennileriyle hediye etmişti kitabı bana. Kitabı okuyabilmem bir zaferdi benim için. Sonra bir kış günü gece Lozan’ın dik yokuşlarından inerken alkolün verdiği güvenle açılan dilimle Fransızca gevezelik yaptığımız bir anda herkes söylediğim bir şeye güldü. O an herkesi durdurup bağırdım: “Bir dakika, ilk Fransızca şakamı yaptım!” Bir dili kullanabilmek, onunla oyun oynayabilmek ne mutluluk!