Yağmalanan Brezilya parlamentosundaki saklı işçi mektupları
Brezilya’dan sürreal görüntüler geliyor… Milli takım formalı yüzlerce insan kendi ülkesinin meclisini basıyor. Taş atanlar, yakıp yıkanlar… Bu görüntüler sahiden sürreal mı? Yoksa artık yeni norm bu mu?
1.
Brezilya’da hafta sonunda Bolsonaro taraftarlarınca basılan parlamento binası, ülkenin ünlü mimarı Oscar Niemeyer’in elinden çıkma. Başkent Brasilia’daki bu yapı üç unsurlu bir kurgu. Parlamento binası, Yüksek Mahkeme ve hükümet… Üçü de Niemeyer’in bu ilginç ve benzersiz binasının içinde.
Başkent Brasilia’nın kendisi bir kurgu şehir. Bir tür yokşehir. Tasarlanmış bir şehir. Bir mimari rüya. Şehir, dönemin başkanı Juscelino Kubitschek’in isteğiyle 1956’da Lucio Costa, Oscar Niemeyer ve Joaquim Cardozo tarafından planlandı, 1960’da hayata geçti. O tarihte Brezilya’nın başkenti stratejik nedenlerle, Rio de Janeiro’dan, ülkenin merkezindeki ve yüksek rakımdaki bu yeni şehre taşındı.
Niemeyer’in Palacio del Congreso Nacional ya da Palacio Nereu Ramos diye bilinen üçlü binası da aynı tarihte kullanılmaya başlandı. Bu tür kurgulardan açıklık, ferahlık çıkar mı? Brezilya’da çıktı. Niemeyer’in projesi hâkim, hükümran bir bina değildi. Genişliği, esenliği, özgürlüğü çağırıyordu. Açık şehrin açık bir binasıydı. Bir demokrasi düşüydü.
2.
Kimlerin düşüydü peki?
Niemeyer’n parlamento binasındaki renovasyon çalışmaları sırasında, binanın o ünlü yarı kubbesinden sağa sola gizlenmiş kâğıtlar çıktı. İşçilerin gizlediği kâğıtlar... Geleceğe notlar…
22 Nisan 1959 tarihli bir notta bir işçi şöyle yazmıştı örneğin:
“İleride buraya gelecek insanların çocuklarımıza iyi bakması ve kanunların uygulanması dileğiyle…”
3.
Niemeyer’in binasına geçen hafta saldırdılar. Brezilya’nın kendi çocukları saldırdı. Üzerlerinde o güzelim Brezilya formalarıyla…
Bir siyasi analist Brezilya’daki parlamento baskını hakkında attığı tweet’inde şöyle diyor:
“Brezilya’dan sürreal görüntüler geliyor.”
Gerçekten de yenilir yutulur tarafı yok görüntülerin. Parlamento binasına bir ordu gibi hücum eden yüzlerce kişi… Kırılan dökülen camlar, ateşe verilen koltuklar ve gururlu selfieler eşliğinde zafer işaretleri…
Daha da hayret verici olansa: Bu fotoğrafları ve videoları çekenlerin, koçbaşı gibi kullandıkları güvenlik bariyerleriyle kapıları zorlayanların, içeriye taş ve molotof kokteyli fırlatanların omuzları üzerindeki Brezilya bayrakları ya da bayrak niyetine sırta geçirilen milli takım formaları…
Saldırdıkları yer Brezilya parlamentosu.
Sürreal görüntüler…
4.
Aklıma takılan bir soru var:
Bu görüntüler hakikaten sürreal mı? Gerçek dışı mı?
Ya da biz artık neye gerçek dışı diyoruz?
Daha iki sene önce Amerikan parlamentosu, yine bir seçimden sonra, hemen hemen aynı şekilde ve hemen hemen aynı saiklerle bir saldırıya uğramıştı. Kandırıldığını ve seçimin çalındığını düşünen insanlar, bu yönde söylemlerde bulunan ve kitleleri yüreklendiren devrik başkan Trump’ın da gazına gelerek parlamento binasını darmadağın etmişti.
Amerikan bayrağına sarılmış insanlar, zafer işaretiyle çekilen selfie’ler ve yakılıp yıkılan koltuklar…
Bonus niyetine: Bir de şaman kılıklı bir adam…
5.
Aynılarını Brezilya’da gördük.
Şimdi biz artık bu görüntülere aşina kimseler olarak, bu tür hadiseler için “sürreal” tabirini kullanabilir miyiz? Seçimler yapılıyor; seçimi kaybedenler sonuçları tanımıyor ve “kazananların” parlamentosu yakılıp yıkılıyor. Bunun “reel” ve son derece güncel, artık birçok ülke için de son derece yakın ve geçerli bir mesele olduğunu anlamak için illa bir defa daha yaşamak mı gerekiyor?
6.
Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye için de aynı soru soruluyor. Anketlere göre seçimi kaybetmeye ilk defa bunca yakın olan iktidar taraftarları, ola ki gerçekten kaybederse sonuçları kabul edecek mi?
2019’da İstanbul’daki belediye seçimlerinin “bir şeyler oldu” türü garip bir açıklamayla ama onun da öncesinde bizzat iktidarın yarıştaki adayının, Binali Yıldırım’ın “çaldılar” sözüyle tekrarlandığına şahit olduk. İktidar, genel seçimleri kaybederse, kaybettiğine gerçekten nasıl ikna edilecek? Aynısı elbette muhalefet için de geçerli. Neticede böyle bir soru ortada duruyor.
Ben kendi adıma, ABD ve Brezilya’nın aksine, Türkiye’de böyle bir problemin yaşanacağına inanmıyorum. Neredeyse seksen yıldır Türkiye’de seçimler yapılıyor ve zaman zaman içinden geçtiğimiz kaos ortamına rağmen, kaybeden kaybettiğini her defasında kabul ediyor. İstanbul seçimleri boyutundaki mızıkçılık bir defa yaşandı ve mızıkçılığı yapan taraf da daha beter bir sonuçla karşılaştı. Yeterli bir ders.
Ama bu konu artık bütün dünya demokrasileri için mesele ve hiç de sürreal değil. Bilakis “hakikat-dışı” ile “hakikat” arasındaki çizgiler yavaş yavaş bulanıklaşıyor.
Bundan sonra konu bir tarafın seçim kazanması değil, diğer tarafın seçimi kaybettiğine ikna olması.
İşleri zorlaştıran da bu.
7.
Neden zor? Çünkü toplumlar dibine kadar kutuplaşmış durumda. Dahası bu kutuplaşma artık sadece siyasi bir farklılıktan ibaret değil.
Taraflar kendilerini diğerlerinden ahlaken de üstün olarak görüyor.
Yıllardır Türkiye’deki kutuplaşma üzerine çalışan TurkuazLab’ın 2020 tarihli, “Kutuplaşmanın Boyutları” araştırmasından çıkan sonuçlar bu “üstünlük” meselesini gözler önüne sermesi açısından da önemliydi.
Araştırma, Türkiye’de siyasi parti taraftarlarının, ahlaki açıdan kendilerini üstün görürken, karşı taraftakileri de yerin dibine geçirdiğini söylüyordu. Kendilerine göre, kendi tarafları vatansever (yüzde 87), ülkenin yararına çalışan (yüzde 86), onurlu (yüzde 85), açık fikirli (yüzde 84), zeki (yüzde 83) ve cömert (yüzde 80) kişiler. Karşı taraf ise ikiyüzlü (yüzde 86), kibirli (yüzde 82), zalim (yüzde 79), ülkeye tehdit oluşturan (yüzde 78) ve bağnaz (yüzde 77) insanlardan oluşuyor.
Sadece siyasette değil, futbolda bile aynı yerdeyiz. Sosyal medyaya bakın, dört büyükleri tutan herhangi bir taraftarın rakip takım taraftarlarını “ahlaksız” olarak nitelediğini hemen görürsünüz.
Ama işte bu bir sosyal medya oyunu değil. Siyaseten kutuplaşan insanlar karşı tarafla komşu olmak istemiyorlar, çocuklarının onların çocuklarıyla evlenmesini hatta oynamasını istemiyorlar.
Aynı araştırmaya göre, Türkiye’de toplumun yüzde 41’i, kendilerini en uzak hissettikleri parti taraftarlarının şehirde yürüyüş düzenlemesine, yüzde 37’si “uzak” bulunan bu kişilerin basın açıklaması yapmasına, yine yüzde 37’si “uzak” parti taraftarlarının toplantı düzenlemesine, yüzde 35’i kendi ihtiyaçlarına uygun eğitim almasına ve yüzde 34’ü siyasal görevler için aday olabilmelerine karşı çıkıyor.
Kendinde “hak” gördüğünü başkasına hak görmüyorlar yani.
Biz bu noktadayız.
8.
İşte bu yüzden, kutuplaşmış bir ülkede seçim kaybeden tarafı seçim kaybettiğine ikna etmek zor.
Çünkü kutuplaşmış toplumlarda, her ne olursa olsun, karşı tarafın “her şeyi yapmak için elinden geleni ardına koymayacak kadar ahlaksız” olduğu düşünülüyor.
Bu yüzden Brezilya formalı insanlar Brezilya parlamentosuna saldırıyor. Sanki seçimi kazanan insanlar yeterince Brezilyalı değilmiş gibi.
9.
Bu kutuplaşma bugünden yarına aşılamaz. Bu saatten sonra kimse kimseyi ikna edemez.
Tek umut oyunun kurallara göre oynanmasında. Seçimlerin kurallara göre yapılmasında.
Brezilya bunu başardı. Çünkü Brezilya’nın sağı da solu da ülkesinin meclis binasını basan zavallılardan ibaret değil.
Sandıkları sakatlamaktan sistemli dezenformasyon faaliyetlerinin yürütülmesine; seçim sırasında iktidar tarafının Lula seçmenlerinin yolunu kesme çabalarına dek birçok girişim iyi kötü yargı tarafından püskürtüldü. Bunda da en çok “Bolsonaro’nun adamı” diye bilinen yüksek yargıç Alexandre de Moraes’in hukukun üstünlüğünün yanında durması etkili oldu.
Aylar sonra gelen parlamento baskını, derin kutuplaşmanın işareti ama Brezilya hukuku seçimlerde kendini savundu.
En önemlisi de buydu. En önemlisi her zaman bu… Hele de kutuplaşmış toplumlarda...
Hukuk işlemediğinde, kurallar darmadağın edildiğinde, mızıkçılık norm haline geldiğinde, kendi malı gördüğü bayrağa sarılıp kendi çıkarını gütmeye çalışacak deliler her yerde bulunur.
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI