YAZARLAR

Yağmur haritalarında: Aksaray-Langa

Hondropulos ailesinden geriye sadece Anastas Bey kaldı. Aile büyükleri Balıklı Rum Mezarlığı’nda sonsuz uykularındalar. Beyaz evden sokağa çıktığımda yağmur başladı. Gün bitene kadar yağdı. Rüzgâr hangi Langa evinin kapısına çarpıyordu, bilmiyorum… Bir Langa ki, sadece ölüleri haklı!

Gürültülü, karmaşık, uzayıp giden, göçmen ruhlu Hayriye Tüccarı Caddesi’nin beyaz evinde yaşıyor İnşaat Yüksek Mühendisi Anastas (Hondropulos) Bey. Dıştan bakınca bir Aksaray evinden çok, sayfiyede bir evi anımsıyorsunuz. Öyle ya, güneye de bakıyordur… İçine girince, açık pencereden odayı dolduran klakson seslerinden, esnaf kahkahalarından, mühürlü zarflar taşıyan yabancı seslerden ev sahibini idrak edemiyorsunuz. Yavaş yavaş alışıyorsunuz... Bu küçücük oda, İstanbulluluğa mı özenmiş de böyle ceviz konsolu, marküteri büfesi, hazeran sandalyesi olmuş; yoksa yıllardır olduğu gibi her şey yerli yerinde miymiş … Anastas Bey, her ne kadar boyası solmuş bir duvarda asılı olsa da yaldızlı aynasından hatırlıyormuş genç olduğu zamanları. Mobilyalara baktığımı görünce, gururlanıyor… Parlayan gözlerle “cilalarını yeni yaptırdım” diyor.

Anastas Hondropulos, Ocak 2025. Aksaray İstanbul

LANGA BOSTANLARINDA ÂVÂRE…

O gözler, aile tarihini anlatırken de ışıldıyor. Katina’lı, Sofiya’lı bir evde doğmuş, Langa bostanlarında âvâre dolaşmış. Bostanlar, Suriçi’nin en geniş doğa görüntüsüymüş. Günümüzde o taze yeşil görüntüden geriye bir sokak tabelası kalmış: Langa Bostanları Sokak. Hiçbir yöne sapmadan giderseniz sizi Yedikule’ye ulaştırır. Uzayıp giden yol, sarnıçları, dehlizleri, kuyularıyla bir yer altı nehrine özenir. Ansızın geçecek adımları bekler. Henüz denizden ve liman surlarından söz edilmiyordur. Anastas Bey, ne ihtiyardır şimdi ne çocuk: “Annem Sofiya Kumkapı’da, babam Konstantinos, Yenikapı’da doğmuş. Aile köklerimiz Kapadokya’dan. Babamın ailesi Nevşehir merkezden, annemin ailesi Niğde, Hançerli’den. Mesihpaşa Mahallesi, Paşazade Sokak, Numara 12’de (günümüzde numara 10) üç katlı, altı odalı bir evde doğdum. Annem Sofiya, babam Konstantinos, ağabeyim Yorgo, babaannem Katina, halam Sofiya ve halamın kocası Hipokrat ile hep birlikte yaşardık. Anneannem Marika da evimize sık sık gelirdi. Çocukluğumda Langa’da 120 Rum aile yaşardı. Aya Todori Rum Ortodoks Kilisesi ve Langa Rum Okulu özyurdumdur. Her iki kurumumuz da mahallemizi, semtimizi sevmemizde büyük rol oynarlardı. Bir günden bir güne ne Beyoğlu’nda ne de Boğaziçi’nde yaşamak istedim. Bizim mahalleden taşınanlar çoğunlukla Bakırköy’e, Yeşilköy’e, Kurtuluş’a yerleştiler. Ben ise yetmiş yıldır burada yaşıyorum”.

Anne Sofiya ve Baba Konstantinos, 1985 yazı. Kınalıada

DÜNKÜ YAĞMURLAR: BAHAR BOSTANLARDA

Bir kış gecesidir… Katina Yaya, akrabalarından gelen Karamanlıca mektupları okur. Baba Konstantinos, Karaköy’deki Demir Çivi Kolektif Şirketi adındaki nalbur dükkânından, 88 Numara Kadırga-Karaköy otobüsü ile evine döner. Aksaray Çukur Pazar’a uğrayıp, çocuklarına meyve götürmeyi de unutmaz. Hala Sofiya, her zaman olduğu gibi ev halkına kazak örer. Yünleri bittikçe Beyoğlu’na çıkar, daima Elişi adındaki dükkândan alışveriş yapar. Ailenin biçki-dikiş işlerinden anne Sofiya sorumludur. Kara önlükten, takım elbiseye kadar her şeyi kendisi diker, “kız çocuğum olsaydı yakalarına bir de nakış işlemek zorunda kalacaktım!” diye yorgunluğunu avutur. Ortodoksluğun oruç ve bayram günleri, Karamanlı babaannenin gözetimindedir. Evde hazırlanan paskalya çöreği, pişmesi için Büyük Langa Fırını’na götürülür. Sakız ve mahlep kokuları içinde beklerken, fırının sahibi Kastamonulu Osman Özaydın’ın hâli hatrı sorulur.

Langa Gençler Birliği Derneği ve Langa Fukaraperver Derneği, buluşmaların mekânıdır. Baharın geldiği bostanın parlak yeşilinden belli olur: “İstanbul’da domatesin, marulun, salatalığın en güzelini biz yerdik. Annemin verdiği bir lirayla bir file yeşillik ve sebze alırdım. Bostancıların çoğu Makedonya Bulgarı’ydı. Rumca’yı çok güzel konuşurlardı. Bu yüzden pek çok kişi onları Rum sanırdı. Baharda bostana gitmek, başlı başına bir neşeydi”. Günümüzde Langa Bostanları’nın yerinde Marmaray, apartmanlar, oto galeriler, iş hanları, depolar, istinat duvarları yükseliyor. Yakaları tutan böğürtlen çalılıkları kalmamış, çimen yaprakları bile yerli yerinde değil. Şimdilerde Langa’ya bahar, kararmaya yüz tutmuş duvarda, öylesine bir gölge olarak geliyor. Durgun, ağırdan… “Baharın ardı yaz… Mevsimler kendi akışında. Artık ona bile güven olmuyor. Baharı görmeden, yaz gelip geçiyor. Biz ise mevsimleri son derece bilincinde olarak yaşardık. Kana kana, doya doya… Yazları ailecek sinema günlerimiz başlardı. Günümüzde Marmaray’ın olduğu yer eskiden bostandı. Sonraları Yazlık Gar ve Ulus adlarında iki sinemaya ev sahipliği yaptı. En çok filmi orada seyrettim. Hisardibi Akçınar Sineması ve Nişanca Nil Sineması da sevdiğimiz yazlık sinemalardandı. Mahalle arkadaşlarım Bora (Saner), Necmi ve Tevfik ile birlikte Menekşe Plajı’na, Florya Haylayf Plajı’na yüzmeye gittiğimiz zamanlar olurdu. Fakat yaz demek, ailemiz için Kınalıada günlerinin başlaması demekti”.

Ağabey Yorgo Hondropulos'un Tekirdağ'daki askerlik günlerinden (solda), Baba Konstantinos Hondropulos, 1940 (sağda) 

KINALIADA’NIN TOPRAK SAHASINDA: LEFTER KÜÇÜKANDONYADİS, GARO HAMAMCIOĞLU, NİKO KOVİ, KOÇO KASAPOĞLU

Kınalıada’da ilk yokuşu bitirince bir meydanla karşılaşırsınız. Serin bir açıklıktır. Eski kahkahalar duyulur uzaklardan. Nar Çiçeği Sokağı’nda yazların baharların Hondropulos ailesinin izleri durur. Kimse hatırlamazsa sokağın tam ortasındaki görkemli çınar ağacı hatırlar. Hondropulos’ların uzun konukluğunda adres, “çınarın tam karşısındaki ev” olarak verilir: “Kapı numarası 80’di ama kimse bunu söylemez, ağaca göre yön belirlerdi. Dayım Anastas Yarmacıoğlu’nun evinde, iki aile, üç ay birlikte yaşardık. O ev, sabah akşam Sofiyaaa, Anastaaaas sesleri ile yankılanırdı. Dayım ile ben, annem ile yengem adaştı. Yedi kişi, beş odalı bir evde yaşıyorduk. Birgün olsun kavga gürültü olmamıştır. O evin mutfağına balık kokusu sinmiştir. Bilmem, o koku hâlâ durur mu? Neredeyse sabah akşam balık pişirilirdi. Kınalıada çevresinden çıkan kırlangıç balığı çok bereketliydi. Ağustos ayında zargana, kalan iki ayda da kırlangıç balığı yerdik. Ada’daysanız, muhakkak sandalı olan bir tanıdığınız olurdu. O sandalla Büyükada’ya kadar açılıp, balık tutmak işten bile değildi. Adalar’ın en namlı balıkçısı, Zargana Enver’di. Adalılar arasında çok saygın bir yeri vardı”.

Kınalıada’nın denizini de karasını da taze seslerin doldurduğu zamanlardır. Yaşam, genç Anastas’ın avucunun içindedir. Pazar günleri bir şenlik gibi geçer. 60’lı yılların ortasındayızdır: “Kınalıadaspor, toplama bir takımdı. Ben Lefter’i Fenerbahçe formasında hiç seyretmedim ama Kınalıada formasında çok izledim. Sarıyerspor’un kaptanı Garo Hamamcıoğlu’nu hatırlıyorum. O bir efsaneydi! İkinci ligin gol kralıydı. Babası Nubar Hamamcıoğlu da önemli futbolculardandı. Lefter Küçükandonyadis, Koço Kasapoğlu, Mehmet Oğuz, Niko Kovi, Garo Hamamcıoğlu, Cemil Turan, Beyoğlusporlu Kaleci Aleko, sonraları Beşiktaş’a transfer olan Arap Cemil, toprak sahanın futbolcularındandı. Kasapoğlu, dünyada penaltı kaçırmayan tek futbolcuydu! O sahada önce gençler, sonra tekaütler, en son A Takımı oynardı. Ağabeyim Yorgo, adını andığım herkesten iyi futbolcuydu. Ne yazık ki devam edemedi. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdi, muhasebeci oldu. Yıllarca Karaköy’deki dükkânların muhasebesini tuttu. Niko Kovi’nin babası Kınalıada’da bakkaldı. Niko, Taksimspor’da oynadı, sonra Vefaspor’a, oradan da Beşiktaş’a geçti. Oysa ki Niko, koyu Galatasaraylı’ydı! Küçücük bir çocukken, Galatasaray formasını giyerek, hayranı olduğu büyük futbolcu Turgay Şeren ile birlikte fotoğraf çektirmişti. Babası bu fotoğrafı, gururla bakkal dükkânına asmıştı. Turgay Şeren, Niko Kovi’ye yıllarca ağabeylik, hocalık yaptı. Niko, Vefaspor’da oynamaya başladığı zaman çok tecrübesizdi. Fakat Vefa’nın antrenörü Turgay Şeren’di. Niko’yu çok sevdiği için onunla özel olarak ilgilendi. Niko Kovi, bu sâyede çok iyi bir futbolcu oldu”.

Fener Rum Lisesi'nden arkadaşları ile... Soldan sağa Anastas Hondropulos,Yani Pulidis, Yani Votis. 1971 kışı, İzmit
LANGA RUM İLKOKULU’NDA: PETRO ALEKSANDRİDİS, ELLİ DİMİTRİADU…

Kalabalık sahalardan, boş bir okul bahçesine girdiğinizde anlarsınız... Sessizlikte, zaman parçalanır zamandan. Hareketler, işaretler, belirsiz gövdelerle yer değiştirir. Oysa o koridora, O’nun açtığı kapıdan girilir. Bu pencere, O’nun yaşadığı eve bakar. İskemleyi devirirsin, ağacı kesersin, çekmecenin kilidini kaybedersin. Yalnızca kendi ayak seslerini duyarak merdivenlerden inersin. Tam bu vakitler, bir dakikalık saygı duruşu için de idealdir. Yıkıntıların avlusunda yeniden belirenin hep aynı kişi olduğunu, sonradan anlarsın. “1960 yılında Langa Rum İlkokulu’na başladım. Okul binası Konstantinos Adosidis adında birine aitmiş. 1850 yılında binayı, Langa Aya Todori Kilisesi Vakfı’na okul olarak bağışlamış. Okulun çalışkan öğrencileri arasındaydım. Bu başarımda annemin payı büyüktü. İlkokuldayken derslerime çok yardım ederdi. Annem Zapyon Lisesi’ni birincilikle bitirmiş. Gedikpaşa’daki Jan Dark Fransız Lisesi’nde, Fransızca öğrenmiş. Jan Dark Fransız Lisesi, şu an göçmen bürosu olarak hizmet veriyor. Ne tesadüf ki binanın güçlendirmesini ben yaptım.

O yıllarda Rum ilkokullarında eğitim altı yıl, Türk okullarında beş yıldı. Langa Rum İlkokulu’nda okuduğum yıllarda, okulun 70 öğrencisi vardı. Bu 70 öğrencinin hepsi aynı sosyal ve ekonomik tabakalardan gelmiyordu. Yoksul arkadaşlarımız, evden okula düzenli yiyecek getiremeyen arkadaşlarımız olurdu. Annelerimiz, Langa Fukaraperver Kadınlar Derneği’nde bir araya gelerek, bu sorunun da üstesinden gelmeyi başardılar. Dönüşümlü olarak, yaklaşık 30 öğrenciye yemek yaparlardı. Mezunu olduğum, 90 Numara Draman-Eminönü otobüsü hatırası Fener Rum Lisesi’nde de bu gelenek devam etti. İlkokul yıllarımda mandolin çok sevilen bir müzik aletiydi. Hemen her çocuğa mandolin dersi aldırılırdı. Hatta semtimizde çoğunlukla Rum çocuklarının devam ettiği Kültür ve Mandolin Derneği adında bir derneğimiz bile vardı. Fener Lisesi’ne geçtiğimde mezuniyet günleri Beyoğluspor Kulübü’nün lokalinde kutlanırdı. Bu kutlamaya Fener, Zoğrafyon, Zapyon olmak üzere, üç okul beraber katılırdık. Petro Aleksandridis okul müdürü, Elli Dimitriaudu sınıf öğretmenimizdi. Omorfia Çobanoğlu, benim hatırladığım kadarıyla en eski müdürlerdendi.1956 yılında emekli olmuştu ama eli hep öğrencilerinin üzerindeydi. Eleni Katranioudu, Despina (Yakimo) Karakaş, Zoi Poliviu, Maria Baklacıoğlu, Vafiyadis gibi Rum toplumunun eğitim hayatındaki can damarları öğretmenlerimiz vardı. Sultana Abacı, Hatice Gencer, Münübe Sönmez, Fahrunissa Narman, Ahmet Okan, Kenan Demircioğlu, Ali Rıza Fevzi gibi çok değerli Türkçe öğretmenlerimizi de sevgiyle anıyorum. Hepsine içtenlikle hürmet ederdik. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda okulca Kadırga’ya kadar yürür, orada Kadırga Okulu ile birleşir, hep beraber Beyazıt Meydanı’na kadar yürürdük”.

6-7 EYLÜL 1955: POGROM GÜNLERİNDE AKSARAY-LANGA

Langa’da sağlam, kalın tahtaları bile söküp, kayıplara karışılan başka şeyler de yaşanmış. “6-7 Eylül’ü annemden dinledim. Evimizin kapısını kırmaya yeltenen bir güruh varmış. Neyse ki kapımız çok sağlammış da amaçlarına ulaşamamışlar. Yan komşumuz bizim kadar şanslı değilmiş. Kokalidis ailesine ağır şeyler yaşatmışlar. O yıl, yirmili yaşlarını sürmekte olan ailenin üç çocuğu Sava, Yorgo, Evangelia bu talandan çok etkilenmiş. Kokalidis’ler tuhafiye dükkânı işletirdi. Evleri ve dükkânları yağmalandı. Aksaray’da Rum esnaf çok azdı. Hemen hepsinin evleri burada, iş yerleri genellikle Eminönü ve/veya Karaköy’deydi. Büyük bir kısmı, Karaköy Fermeneciler Caddesi’ndeki boya dükkânlarının ve Eminönü’ndeki zahire dükkânlarının sahibiydi. Bu ailelerin büyük bir kısmı, 6-7 Eylül’ün hemen sonrasında değil, 60’lı yılların ortalarında önce Kurtuluş’a, sonra Yunanistan’a göç ettiler. Olay gecesi, Aya Todori Kilisesi yakılmış. Kilisenin ikonaları değerliydi, avizeler Yıldız Sarayı’ndan çıkmaydı. Ahşap çatılı, taş duvarlı kilisemiz bir günde kül oldu. Pazar günleri, yaklaşık beş yüz kişiye kucak açan ‘evimiz’den geriye hiçbir şey kalmadı. Yıllar sonra, Rum toplumunun el ele vermesiyle aynı yere yeni bir kilise inşa edildi”.

Hondropulos ailesinden geriye sadece Anastas Bey kaldı. Aile büyükleri Balıklı Rum Mezarlığı’nda sonsuz uykularındalar. Beyaz evden sokağa çıktığımda yağmur başladı. Gün bitene kadar yağdı. Rüzgâr hangi Langa evinin kapısına çarpıyordu, bilmiyorum… Bir Langa ki, sadece ölüleri haklı!


Berken Döner Kimdir?

1990 yılında Adana’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Kocaeli Üniversitesi’nde “İletişim Bilimleri” alanında doktora yaptı. Gündelik hayat, kent sosyolojisi, azınlıklar çalışma alanlarıdır.