Yahudilerin kendini savunma hakkı: Varşova Gettosu ayaklanması
Yaklaşık 450 bin Yahudi itiş kakış sığdırılır. Ardından yerleşimin dışarıya açılan bütün sınır kapıları mühürlenir. İçerideki güvenlik, gettonun içinden çıkan 24 kişilik bir asayiş gücüyle sağlanır. Açlıkla, pislikle, hastalıkla, gaz odalarında toplu infazlarla sınanan Varşova Gettosunda nüfus sadece aylar içerisinde 60 bine kadar iner.
Bugün hayati kaynaklarının hepsi İsrail tarafından kontrol edilen, düzenli aralıklarla yine İsrail tarafından bombalanan, dışarı çıkmanın mümkün olmadığı ve insanların balık istifi yaşamaya çalıştığı Gazze, pek çok kişi tarafından dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak değerlendiriliyor. On yıllardır hem tıbbi hem de toplumsal anlamda son derece sağlıksız koşullar altında yaşayan Gazze’den İsrail’e yönelik gerçekleştirilen herhangi bir protesto eylemi, her daim ‘İsrail’in kendini savunma hakkı’ kisvesi altında misliyle eziliyor.
Gazze’deki koşulların varlık nedeni, savaşçı ya da sivil ayırt etmeksizin yaklaşık 3 milyon insana yönelik bir saldırı olsa da, Filistinlilerin gerçekleştirdiği herhangi bir eylem tarihten ve bağlamdan kopuk olarak ele alınıyor. İsrail’e karşı gerçekleşen her türlü eylemin -tasvip edersiniz etmezsiniz- ama aslında Filistinlilerin kendini koruma hakkından ileri geldiğini akıllara kazıyabilmek adına Varşova Gettosunu tekrar hatırlamak gerekiyor.
KÖKÜNDEN SÖKÜLENLERİN GETTOSU
İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sı, oldukça kısa bir süre içerisinde Polonya’yı işgal eder. Nazi işgali ile birlikte toplumun çeşitli katmanları için zor günler başlar. O dönem Doğu Avrupa’da yaşayan Yahudiler ekseriyetiyle sol, sosyalist, komünist bir siyasi eğilime sahiptir. Bu yüzden Nazi işgalinin iki kez hedef tahtasındadırlar. Tabii savaş öncesinde Polonya nüfusunun ciddi bir kısmının Yahudi olduğunu da unutmamak gerekiyor: 1930’larde Üç milyonu aşkının Yahudi, ülkenin yaklaşık yüzde 11’ini oluşturuyordu.
Nazi güçlerinin 1939 yılındaki emri uyarınca Polonya’nın çeşitli bölgelerinde dikenli teller, duvarlar ve silahlı gardiyanların bulunduğu devasa gettolar inşa edilir. Kelime anlamı ‘bir azınlık grubu toplumun diğer kesiminden tecrit etme’den gelen getto, her ne kadar bugün daha genel bir anlam kazanmış olsa da köken itibariyle özellikle Yahudi mahalleleri ile özdeşleşiyor. Polonya’daki örnekler tüm Doğu Avrupa tarihi için bir yere sahip: Bu yerleşimlerde sadece Polonyalı Yahudiler yoktur, 1939 Ekim’inde Avusturya’dan ve Çekoslovakya’dan vagonlara bindirilen binlerce kişi Polonya’nın farklı gettolarına dağıtılır. Başka bir değişle buralar hem sürgün yerleri hem de açık cezaevleridir.
Varşova Gettosu, bu uygulamanın en vahşi örneklerinden biridir. Başkent Varşova’da yaşayan Yahudiler yüzbinlerle sayılmaktadır. Bu kentte Naziler, yıllarca kimilerince lanetle anılacak kimilerince örnek alınacak korkunç bir uygulamaya imza atarlar. Yaklaşık 450 bin Yahudi itiş kakış sığdırılır. Ardından yerleşimin dışarıya açılan bütün sınır kapıları mühürlenir. İçerideki güvenlik, gettonun içinden çıkan 24 kişilik bir asayiş gücüyle sağlanır. Açlıkla, pislikle, hastalıkla, gaz odalarında toplu infazlarla sınanan Varşova Gettosunda nüfus sadece aylar içerisinde 60 bine kadar iner. Ancak Varşova Gettosunun tek farkı zulmün boyutu değildir, aynı zamanda buradaki Yahudi direnişçilerin yerle bir edilme pahasına direnmeyi seçmesidir.
AYAKLANMA VE NAZİLERİN CEVABI
Görüldüğü üzere bir grup insanı duvarların içine hapsedip her geçen gün yavaş yavaş ölmelerini sağlamak teknik olarak mümkün. Buna karşın devamlı ölümün soğuk nefesini ensesinde hisseden insanlar muktedirler için ‘tehlikelidir’ de, çünkü kaybedecek fazla bir şeyleri yoktur. Açlıkla, infazla, baskıyla ve zorbalıkla sınanan insanlar günün birinde ellerini masaya vurduğunda ödeyecekleri bedelin büyüklüğünü daha az önemserler.
Varşova Gettosunda da böyle olur. Nazilerin sorgusuz sualsiz zulmüne karşı 19 Nisan 1943’te silahlı bir direniş örgütlenir. Yaklaşık üç hafta süren sokak çatışmalarında yüzü aşkın Nazi askeri öldürülür. Bazı Nazi karargahları basılır. Ancak Varşova’ya gelen Nazilerin takviye birlikleriyle hüsran kaçınılmazdır. Polonya direniş örgütlerinden sağlanan az sayıda hafif silah, yetersiz cephane ve ev yapımı patlayıcılarla savaşan Getto direnişçilerinden 7 bini çatışmalarda yaşamını yitirir, 6 bin kadarı yıkıntıların arasında Nazilerce yakılarak öldürülürler. Kalanlar Treblinka kampına ölüme gönderilir. Az sayıda direnişçi Gettodan kaçmayı başararak Polonya’daki direniş hareketine katılırlar. Getto tümüyle tahrip edilir ve böylece binaları, sokakları ve yarım milyona yakın nüfusu ile Varşova Gettosu haritadan silinir (1).
KENDİNİ SAVUNMA MESELESİ VE REFERANS NOKTALARI
Getto, Nazilerce dümdüz edilirken direnişçiler, kentin altını kazarak inşa ettikleri sığınaklardan çatışmaya devam eder. Varşova’nın Yahudileri, nasıl öleceklerine dair kararı kendileri verir ve toprağa gömülmeden önce düşmanlarına bir fiske sallarlar.
Bugün Gazze’de yaşananları ‘nefsi müdafaa’ başlığı altında ‘ahlaki’ bir çerçeveden okumaya çalışıyorsak eğer Varşova Gettosunu hatırlamak lazım. Kurduğumuz bağ, sadece iki uygulamanın da gaddarca tasarlanmış açık bir cezaevi olmasından ileri gelmiyor. Nazilerin tüm Doğu Avrupalıları yurdundan edip gettolara sıkıştırması, Gazze’nin içerisindeki mülteci kamplarını fazlasıyla anımsatsa da, bu da bağ kurmaya tek sebep değil. Asıl mesele ‘kendini savunma’ adı altında pazarlanan fikrin sadece sömürgeci anlayışa tanınıyor oluşudur.
Burjuva-liberal kalemler istiyorlar ki dünyanın her yeri, kendileriyle aynı referans noktalarına sahip olsun. Sanki herkes aynı arka plana sahipmiş gibi. Oysa farklı tecrübeler farklı koşullar yaratır. Bu yüzden bir yargıya varmadan önce, normalden daha fazla analitik düşünmeye çabalamak gerekiyor. Yetmiş küsür yıllık bir çatışmayı değerlendirirken, bu çatışmayı yaşayanların tecrübelerini konuşmadan, nasıl olur da tek bir olayı kerteriz seçebiliriz?
Bütünlüklü bir yaklaşım kurmaktan uzak olan, böyle bir niyeti de olmayan burjuva-liberal kalemlerin meselelere bakış açısını karikatürize ederek bir örnek verelim:
Michael Jackson’ın 1997 yılında İsviçre’nin Basel kentinde sergilediği canlı performansında sahne şovuyla dikkat çeken bir şarkı var: Earth Song. Şarkının sözleri, son derece sığ bir toplumsal kaygı taşıyor. Daha doğrusu taşımaya çalışıyor: Dünyada bazı şeylerin kötü gittiğini fark eden ancak neden kötü olduğuna dair fazla da bir merak duymayan kaba bir empati şarkısı da diyebiliriz. Basel’deki performansın sonunda bunu harika bir şekilde doğrulayan bir sahne ile karşılaşıyoruz: Tankı durduran Jackson, bu sefer kendisine tüfek doğrultan askerle karşı karşıya geliyor. Askerle bir süre bakıştıktan sonra yaşlı gözlerle elini namluya götürüyor. Jackson’un bu hareketiyle adeta büyülenen asker, tüfeğini yavaşça indirip ağlamaya başlıyor. Bu sırada sahneye giren bir çocuk ağlayan askere çiçek uzatıyor.
Bugün pek çok farklı toplumsal olayı incelerken, burjuva-liberal anaakım medya tarafından dikte edilen anlayış, Michael Jackson’un çözüm önerisinden öteye gitmiyor. Kurulduğu andan itibaren İsrail’in bölgedeki Filistinlilere yönelik saldırgan politikaları bugün hâlâ devam ederken aynı yaklaşım geçer akçe sayılıyor. Yani bir olayı değerlendirirken mümkün mertebe genel geçer ifadeler kullanıp ‘ortada’ ve ‘pasif’ bir tutum almak ‘vicdanlı’ olarak yansıtılıyor. Tekil olayları kınayıp kınamama, gerçek tutumun yegane ölçütü kabul ediliyor.
Keşke toplumsal mücadeleler tarihi bu kadar kolay açıklanabilir olsaydı. Keşke yaramazlık yapmamak, toplumsal sorunları çözmek için yeterli olsaydı. Ancak yeterli değil. Tarihi ve bugünü anlamaya çalışırken analitik düşünmekten yoksun burjuva-liberal ortayolculuk fena halde tökezliyor. Bugün her ne kadar Filistin mücadelesi ile birlikte dünya çapında burjuva-liberal yaklaşımlar insanlığı sorgulatacak derecede mide bulandırıcı seviyelere ulaşsa da bu gündeme has bir tutum değil. Kendi ülkemizden de çok iyi bildiğimiz burjuva-liberal ortayolculuğa cevabı en iyi tarih verecektir. Hâlâ ‘kendini savunma hakkı’ üzerine soru işaretleri olanlar Varşova gettosunun direnişçilerine bakabilir.
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
1- https://spartacus-educational.com/GERghetto.htm
2- https://spartacus-educational.com/2WWwarsawU.htm
(1) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi (İletişim Yayınları)
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
The Forbes köleliğin faydalarını sıraladı: Polyworking 20 Kasım 2024
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI