Yakınmak
Her şeyden şikâyetçi, hiçbir şeyden memnun değiliz ve yakınıyoruz çünkü başka bir yaşamı hayal ediyoruz. Yaşatılanları, bedenimizin her zerresine işlenmeye çalışılan politikaları kabul etmiyoruz...
“Devamlı yakınıyorsun.” Sanırım yaşamda çoğumuz bu cümleyi en az bir kere duymuşuzdur. Hayat üstümüze pençesini geçirdikçe, eğer çözüm yakın görünmüyorsa yakınırız, evet, bu bir şekilde kendimize ve başkasına çektiğimiz sıkıntıyı anlatmanın yoludur. Herkesin kendi yaşamında karşılaştıklarına göre yakınmalar farklılık gösterir; bazılarımız işsizlikten, bazılarımız devletten, politikacılardan, bazılarımız hayattan, bazılarımız borçtan yakınır. Yakınmak, bu açıdan düşündüğümüzde sadece kendimizle ilgili bir şikâyet etme durumu değildir. Hatta çoğu zaman yakınmamak sorun olarak görülebilir. Çünkü her gün kıyıya göçmen bedenlerinin vurduğu, insanların yoksulluk nedeniyle intihar ettiği, devletin ve kurumların tüm kokuşmuşluğuyla üzerimize geldiği, kapitalizmin hayatın tüm alanlarını gasp ettiği, kadın cinayetlerinin önlenemediği bir ortamda değiştirme arzusu devamlı kesintiye uğrarken, hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaktansa yakınmak en azından rahatsız olduğunun, kabullenmediğinin göstergesi olabilir. Bu nedenle, “Evet, devamlı yakınıyorum çünkü bu dünyada olanlardan memnun değilim. Şu an bir şeyleri değiştiremiyorum ama en azından içimden yükseleni dışarı çıkarıyorum. Yaşananlar normal değil ve ben bunu kabul etmiyorum” diyebilmektir belki de. Yakınmak, bu açıdan içinde bulunulan krizden çıkmak için geliştirdiğimiz bir strateji olarak görülebilir; bedenimizin içinde olup biteni açığa çıkarmak, memnuniyetsizliğini dile getirmek, kafesin dışına kendini atmaktır bir bakıma.
Yakınmak hakkında epeydir düşünüyorum, çıkış yeri ise Woolf’un 'Bir Yazarın Güncesi'(1) adlı kitabı. Woolf, gün gün yazma edimine dair notlar alırken çeşitli konularda yakınır. Bazen kendiyle dertleşir, gündelik herhangi bir şeyden, bazen hakkında çıkan yazıdan, bazen de karşılaştığı insanlardan bahseder. Mesela bir yerde, “Daha fazla yazamamamın sebebi romatizma; ayrıca romatizma bir yana, yazmaktan elim yoruldu” der. İnsanın romatizmadan mustarip olması veya parmaklarının ağrıması yakınılacak bir nedendir ve günlük yaşam buna benzer pek çok memnuniyetsizliği içinde taşır.
Başka bir yerde Woolf, “Barış Günü” kutlamalarının samimiyetsizliğinden ve kendisini hayal kırıklığına uğratma nedenlerinden yakınır: “Hayal kırıklığımın nedeni bu sanıyorum. Bu barış şenliklerinde hesaplı ve politik ve içtenliksiz bir şeyler var. Dahası yerine getirilişleri güzellikten yoksun, içten geldiği gibi değil.” Bahsettiği, aslında tüm resmi bayramlarda hissettiğimizi hatırlatır. Böyle günlerde yapılan o süslü açıklamaların, resmi geçit törenlerinin çoğu samimiyetsizdir çünkü söylenenler çoğu zaman pek çok şeyi gizler. Kurulan cümlelerle yaşanan arasında dağlar kadar fark vardır. Bu nedenle Woolf yine dertlenmekte ve bunu dile getirmekte haklıdır.
Woolf’un metninde aralıklı olarak rastladığım bu yakınmalar aklıma, "Yazı, yakınmanın parçası mıdır?" sorusunu getirdi. Pek çok metin aslında bir şekilde yaşamdaki sızlanmalarımızdan, memnun olmadığımız şeylerden doğmuyor mu? Eleştirel düşünmenin bir parçası aslında bununla ilişkili değil mi? Buradaki kastın negatiflik olarak düşünülmemesi gerekiyor elbette çünkü eleştirel bakmakla negatif olmak arasında da fark var. Bu yakınan bakış, bir şekilde memnuniyetsizliklerimizin dile getirilişi olarak ortaya çıkıyor, yaşamı verili hâlde kabul etmemeyi içeriyor, bu yanıyla da politik bir anlam kazanıyor. Yakınan insanların toplumca pek sevilmemesinin altında yatanı sorguladığımızda da bunu görebiliriz. İnsanların sorun olarak gördükleri şeyi dile getirmesi, özellikle de konu toplum, devlet pratikleri, kapitalist ekonomi, kadınların- queerlerin sorunları, çevre ve hayvan meseleleri olduğunda genellikle sıkıntılı bir halle karşılanır. Çünkü sizden beklenen çoğunluğun kurallarına uygun hareket etmenizdir. Hiçbir şeyden memnun olmamakla suçlanabilirsiniz, halinize şükretmeniz talep edilebilir. Bu nedenle yakınmanın kabul etmemekle, hatta itaat etmemekle bile yakın ilişkisi vardır dersek hata olmaz.
Yakınmanın yazıyla ilişkisi üzerine düşünürken aklıma çok fazla metin geliyor. Maya Angelou’nun “Kadın İşi”(2) şiirine bakalım:
“Çocuklarım var bakılacak
Elbiseler yamanacak
Yerleri paspaslamalıyım
Sonra çarşıya çıkmalıyım
Kızartmam lazım tavukları
Değiştirmeliyim bebeğin altını
Elime bakan boğazları doyuracağım
Bahçede otları yolacağım
Elbette gömlekler ütülenecek
Yavrulara üst baş giydirilecek
Kamışların hasat zamanı geldi
Temizlemem de gerekli kulübemi
Daha gidip bakacağım hastalara
Pamukları toplayacağım ondan sonra…”
Yapılacak bunca iş olmasından yakınır bu şiir; “kadın işi” olarak kodlanmış işlerden, toplumsal cinsiyetin kadına verili rollerinden, ev içi emeğin eşitsiz dağılışından, nefessiz kalıştan, bitmeyen işler silsilesi içinde sıkışıp kalmaktan, memnuniyetsizliğin dile getirilişidir. Nurhan Suerdem’in 'Asliye Hukuk Hâkimliği’ne'(3) adlı öyküsü de bana kalırsa bir yakınma hikâyesidir. Öykünün karakteri, aile üyelerinin isim koyma hakkını elinde bulundurmasını sorgular, bir ismin çağrıştırdıklarının (bahsedilen isim İffet) bireyin neredeyse kimliği hâline gelip, onun yaşamını nasıl alt üst ettiğini anlatır. Öykü boyunca isimle birlikte kadınlara yüklenen roller, satır aralarında bir yakınmaya dönüşür: “Sadece kanamanın değil ismimin de önemli olduğunu, aslında ismimin kanamayla başlayan süreçte tüm kızlar için önemli olmakla beraber, bu ismi taşımam nedeniyle bende kare yaptığını anlamıştım” der karakter. İffet ismi, geleneklerle iç içe geçen toplumsal cinsiyet kodlarını bünyesinde toplarken, karakter, ismi nedeniyle yaşadıklarını iç dökme üslubuyla dile getirir. Bu onu kendi seçtiği ismi alana kadar mücadele içine sokar. Karakter, haklı olarak bu durumdan memnun değildir çünkü kadına yüklenen normlar bu isimle birleşince, onun yaşamında iki kat fazla sorun ortaya çıkarmıştır.
Jeanette Winterson(4), “deneyim ve deneyi bir araya getirmek” olarak tanımladığı yazısının, evlatlık verildiği ve oldukça tutucu olan ailesinde, özellikle annesi tarafından kabul görmemesinden içtenlikle yakınır, “Bayan Winterson bunların hiçbirini kabul etmiyordu. Yazarların, kuralları çiğneyen ve işe gitmeyen seks delisi bohemler olduğunu çok iyi biliyordu. Evimize kitap girmesi yasaktı, dolayısıyla benim kalkıp bir kitap yazmış olmam, onunla bir ödül kazanmış olmam…” diyerek dile getirir sıkıntısını. Olduğu şey olarak kabul görmemesi, yazarlığı, cinsiyet kimliği nedeniyle ailesiyle yaşadığı sorunlar, onun yazısında da yakınmalara çok sık rastlamamıza neden olur. Böyle durumlarda yakınma oldukça politiktir çünkü tüm bu memnuniyetsizliğin altında yatan patriyarka, toplum, din gibi pek çok faktörü içinde taşır ve tüm bu yakınmanın varacağı yer özgürleşmedir.
Örnekler çoğaltılabilir ama yakınmak çoğu zaman yazının bir parçası olabiliyor. Özellikle feminist yazında fikrimce daha çok öne çıkıyor çünkü eklenmek istemediğin, üzerine giydirilmeye çalışılan bir hayat var. Bu da memnuniyetsiz olmak, devamlı direnmek demek, böyle bir durumda yakınıyoruz çünkü bize verili olandan mutlu değiliz, bunu değiştirmemiz gerekiyor ve bu da yaşamın her parçasını değiştirmek anlamına geliyor. Bu nedenle anlatabilmenin yolunu da açıyor yakınma, yazar çoğu zaman dünyadan memnun olmayan bir figür olarak karşımıza çıkıyor ve yakınan yazı aslında derdini ifade etmenin bir yöntemi olabiliyor.
İster yazıda ister yaşamda bir memnuniyetsizlik göstergesi olarak yakınmak, bir şeylerin iyi gitmediğinin, karşı çıkmak gerektiğinin ve yaşananlara dâhil olmak istemediğinin ifadesi. Yakınmak, hayata devam edebilmek için bir strateji olabiliyor ve bu olumsuz bir durum değil. Her şeyden şikâyetçi, hiçbir şeyden memnun değiliz ve evet yakınıyoruz çünkü başka bir yaşamı hayal ediyoruz, yaşatılanları, bedenimizin her zerresine işlenmeye çalışılan politikaları kabul etmiyoruz. Bunu bazen yazıyla dile getiriyoruz, bazen de huzurunuzu kaçırmak için günlük hayatın her yerinde çünkü itiraz etmenin çok farklı yöntemleri var ve bu da onlardan biri.
- Woolf, V., (2018), “Bir Yazarın Güncesi”, s. 33-37, (Çev. Fatih Özgüven), İstanbul: İletişim Yayınları.
- Angelou, M., (2015), “Kafesteki Kuşun Şarkısı”, s. 90, (Çev. Faris Kuseyri), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
- Suerdem, N., (2019) “Maruzatım Var”, s. 27-37, İstanbul: İletişim Yayınları.
- Winterson, J., (2015), “Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın”, s. 13, (Çev. Püren Özgören), İstanbul: Sel Yayıncılık.
Emek Erez Kimdir?
Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.
Platonov yazıları: Umutlu zamanlar, edebiyat, emek ve trajedi 24 Mayıs 2024
Güç bir kişide toplanırsa 17 Mayıs 2024
‘Umutsuz Karakterler’: Sınıfsal hezeyanlar, ayrıcalık kaybı endişesi 03 Mayıs 2024
Hayvanlarla ilişkiyi yeniden düşünmek için mitoslar 26 Nisan 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI