Yakup Kadri külliyatına farklı açılardan bakış: Huzursuz Bir Ruhun Panoraması
Yalçın Çakmak ve Özge Dikmen'in derlediği 'Huzursuz Bir Ruhun Panoroması', "Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Edebiyat ve Düşünce Dünyası" alt başlığıyla İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.
Yağmur Yıldırımay Bayrakçı
Yalçın Çakmak ve Özge Dikmen’in derlediği 'Huzursuz Bir Ruhun Panoraması', İletişim Yayınları tarafından geçtiğimiz ay yayımlandı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun edebiyat ve düşünce dünyasına odaklanılan kitapta, yazarın romanları, öyküleri, süreli yayınlarda çıkan siyasi ve edebi yazıları farklı bakış açılarından inceleniyor. Yirmi dört makalenin yer aldığı 'Huzursuz Bir Ruhun Panoraması', Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun geç dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan “verimli huzursuzluğuna” dikkat çekiyor.
Yakup Kadri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde kültürel, sosyal, siyasal gelişmelerde doğrudan yer aldığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında da etkili bir figür. Mücadelesini siyasi kimliğinin yanında edebi eserleriyle de sürdüren yazar, bu eserlerinde düşünce dünyasının muhasebesini yapar; halk ya da bürokrat fark etmeksizin “terakki”ye engel olan/olması muhtemel kişileri, sorunları dile getirir. Murat Belge’nin önsözüyle başlayan 'Huzursuz Bir Ruhun Panoraması', Belge’nin belirttiği gibi, “Proust olmak isterken koşullar nedeniyle Balzac olan” yazarın aydın duruşunu çeşitli disiplinlerden yola çıkarak mercek altına alıyor.
Kitabın ilk makalesi Tanıl Bora’ya ait. “Yakup Kadri’nin Batı Görüşü: Garp Medeniyeti ve ‘Şuursuz Garpperestlik’” başlığını taşıyan makalede Bora, Yakup Kadri’nin medeniyetin kaynağı gördüğü Garp’a bakışını inceliyor. Yakup Kadri’nin yazın hayatında “Şark’ın geriliğinin” sabit bir izlek olduğunu söyleyen Bora, “şuursuz garpperestlikle didişmek, Yakup Kadri’nin ömür boyu takip ettiği belli başlık izlek olacak” (s. 23) diyor. Makalenin “Mutlu hınç…” alt başlığında anlatılanlar dikkat çekici. Bora, Yakup Kadri’nin, “Batı’nın ‘bize karşı’ önyargı ve hınç beslediğine dair bir önyargı ve hınç” (s. 27) besleyerek, Avrupalıların Türklere karşı ezeli husumetini sürekli hatırlatarak bir yandan kendi üretim sürecini de devam ettirdiğini anlatıyor.
Mehmet Özden, “Yakup Kadri’nin ‘İhanete Uğraşmış İnkılap’ Kroniği: Panorama” başlıklı makalesinde, otobiyografik özellikleriyle bir “güdümlü roman” olduğunu söylediği 'Panorama'nın, “İnkılapçıların kurduğu rejimin gene kendi elleriyle yıkılmasından müşteki püriten-selefi bir Kemalistin şikâyetnamesi” olduğunu aktarıyor. Özden’e göre, politik duruşun poetik duruşu şekillendirdiği bu roman, Kadro dergisinin kapatılmasına duyulan öfkenin tezahürüdür; yazar romanda, Kemalizm fikirlerinin “kusurlu faniler” tarafından lekelenmesine serzenişte bulunur. “Zoraki” bir diplomatlık süreci yaşayan Yakup Kadri’nin o dönemleri unutmadığını, romanda da parti kadrosunun perişanlığından bahsederek öfkesini dile getirdiği vurgulanır.
“Kiralık Konak yahut Erosun Fenomenolojisi” makalesinde İbrahim Şahin, öncelikle “eşyanın kendine dönüş hareketi” olarak tanımladığı “erosun fenomenolojisinin” temellerini açıklar. Eros, hem varlığın anlamı hem de özne-nesne ilişkisiyle ilgili soruları, “radikallik, karşılıklılık/zıtlık” açısından en dış sınırlara iter. Bu süreç kişisel olduğundan, sorulara verilen cevaplar “erotik bir deneyim”dir. Erotik, öznelerarası ilişkinin merkezidir (s. 72). Buradan yola çıkan Şahin’e göre Yakup Kadri, “can sıkıntısı, arzu, ihlal, ‘ara’dalık” gibi eros prensipleriyle “fenomenolojik sürecin erotizasyonunu da içeren bir edebiyat üretmiştir” (s. 73). Eros, “yaşam, dirim, arzu, gaye” gibi kavramları içerir; Yakup Kadri de ülkenin siyasi şartlarından -cehenneminden- ancak “diliyle” çıkmaya çalışır. 'Kiralık Konak'ın sürekli “sıkılan” Seniha’sının yaşadıkları buna örnektir. Şahin, Seniha’nın Avrupa’ya dair hayaller kurması, “sınırlılık/sınırsızlık” durumuna girmesi ve buna bağlı olarak harekete geçmesi, ihlal, arzu gibi farklı birçok perspektiften ele alarak erotik süreçleri irdeler.
Gül Mete Yuva, “Yakup Kadri’ye Fransız Edebiyatı Penceresinden Bakarken” başlıklı makalesinde, yazarın eserlerinin içeriğindeki kimi unsurların Fransız edebiyatının temel eserleriyle buluştuğunu ortaya koyar. Örneğin, Yuva’ya göre, 'Sodom ve Gomore', her ne kadar akla Proust’un eserini getirse de asıl yakınlaşma 'Swann’ın Bir Aşkı' iledir. “İki roman da bir aşkın kıskançlıkla beslenme evrelerini izler, bitişiyle noktalanır” (s. 92). 'Sodom ve Gomore'nin biçimsel olarak ise Proust’a yaklaştığını söyler. Yuva, Yakup Kadri’nin eserlerindeki Fransız edebiyatı etkisini “koku, bilinçaltının bilinmezliği, ‘iğrenç kent’ Paris, doğa ve sanat, dil” izleklerini üzerinden detaylandırır.
“Yabanın Dilleri: Habil, Kabil, Babil Üçgeninde Yakup Kadri” makalesinde Murat Cankara, 'Yaban' özelinde olmak üzere Yakup Kadri’nin külliyatındaki bazı sorunlara değiniyor. Mesela köylülerin konuştuğu yerde “etme/itme, dedim/dedüm” gibi tutarsızlıkların, aslında yazar ve anlatıcının arasındaki ayrımdan ileri geldiğini söylüyor. Ona göre dildeki tutarsızlıklar, -bilinçli ya da bilinçsiz- Ahmet Celal’e ait; çünkü Ahmet Celal, köylüye belli bir mesafeden bakarak anlamaya çalışır ve onun yazıdaki temsiline karşı duyarsızdır. Buradan yola çıkarak Cankara, “Ahmet Celal’in dilindeki karmaşıklık İnkılapçı/Kemalist kadronun kafa karışıklığının karşılığı olabilir mi?”, “Yaban’ın yayımlandığı dönem, yabanlığa dilsel farklılık vasıtasıyla işaret edecek sağlam bir zemine sahip midir?”, “Ahmet Celal’in köylülerle aynı dili konuşamamasını iddia etmesinin altında yatan neden soyut bir kimlik meselesi midir?” gibi sorulara cevap arıyor.
Yavuz Çobanoğlu, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Redingotlu Distopyadan Ütopik İnkılapçılığa Uzanan Bir Toplum Tasavvuru”nda Yakup Kadri’nin, romanlarında “çöküşe karşı kuruluşun (inkılabın)” yanında yer aldığını, kötümser tavrının altında ise sivri dilli bir eleştirinin olduğunu söylüyor. Yakup Kadri’nin eserlerinde toplumu ve insanı iç içe gören Çobanoğlu, ne “ideal aydın” ne de “ideal halk” olmadığı için ortaya çıkan “dehşetengiz boşluğa” Yakup Kadri’nin de düştüğünü anlatıyor ama yine de “milli vazife” uğruna döneme sirayet eden olayları düzeltmeye çalıştığını ekliyor.
Hakan Kaynar, “Yakup Kadri’nin Üç Ankara’sı”nda 'Ankara' romanından yola çıkarak şehrin geçirdiği üç süreci ele alır: 1921 Ankarası; başkent; ideal. Son bölüm, kitabını “doktrin önerisi” olarak gösteren Yakup Kadri’nin, ilk iki bölümde çizdiklerinin terkibidir, der Kaynar. Ona göre, romanlarında ideal olan, “hayalî Ankara’yı” kurarken Yakup Kadri’nin eski ve yeniyi nereye koyduğu, yabanla yerliyi, şehirliyle köylüyü nasıl karşılaştırdığı, memleketteki değişimlerin halk tarafından nasıl karşılandığı anlatılır; böylelikle Yakup Kadri’nin nasıl bir rejim istediği anlaşılır.
“‘İhtiyar bir kadın belagatile…’: Yakup Kadri’nin ‘Kadınlık ve Kadınlarımız’ Başlıklı Yazıları Hakkında” makalesinde Funda Şenol Cantek, yazarın 1915’te Peyam-ı Edebi’ye yazıp 1923’te kitaplaştırdığı yazılar üzerinde duruyor. Yakup Kadri’nin bu yazılarında kadınları tutarsız, öğüde muhtaç, duygularıyla hareket eden insanlar olarak göstermesine dikkat çekiyor. Milliyetçi ideolojide kadının “ulusun varlığı” olarak görülmesi meselesi, Yakup Kadri’nin yazılarında da vardır ve bu, yazarın henüz muhafazakâr kimliğinden çıkmadığını gösterir. Cantek, Cumhuriyetçi kadronun içinde yer aldığında da cinsiyet rollerine dair görüşlerini koruyacağı bilgisi ekliyor.
Erol Köroğlu, “Mahzendeki Geçmiş: Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Birinci Dünya Savaşı” başlıklı makalesinde Yakup Kadri’nin tarihi, kendi uzlaşımları ve doğrultusunda nasıl işlediğine odaklanıyor. Köroğlu, Sande Cohen’den yola çıkarak tarihi “iradeye dayalı bir yaklaşım” olarak ele alıyor ve “bile isteye ya da kendiliğinden anımsanan geçmiş” kavramından ayrı tutuyor. Buradan ilerleyerek Birinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılarını milliyetçi kimliğiyle gören, yaşayan Yakup Kadri’nin 'Kiralık Konak', 'Sodom ve Gomore', 'Yaban' romanlarında bu savaşı dışladığı söyleniyor. Çünkü elde sadece yıkım bırakan savaş, Yakup Kadri’nin “ilerlemeci tarih anlayışına” uygun değildir.
“Sükûnetsiz Meskenler, Huzursuz Mekânlar: Kiralık Konak ve Sodom ve Gomore’de Mekânsızlaşma”da Zeynep Uysal, Osmanlı/Türk Batılılaşmasında “dağılan ve kurulan” mekânlar arasında sıkışan toplumun “mekânsızlaşmasını” ele alıyor. Mekânsızlaşmayı Hans Rudnick’ten yola çıkarak üç kavramda ele alıyor Uysal: İdeal mekân, locus amoenus; toplumdan ve dünyada kaçıp sığınılan mekân, locus terribilis; içinde acı çekmeye razı olunan mekân, locus destructionis. Buradan 'Kiralık Konak'a bakan Uysal’a göre Naim Efendi geçmişte asılı kaldığından, Seniha ise Batılı kız gibi yaşamak isterken bu mekânı bulamayışından mekânsızlaşıyorlar. 'Sodom ve Gomore' de ise şehir, “geçmişle gömülmesi gereken” bir şehre dönüşüyor; yazarın romanında şehrin “cennet-mekân” olamayacağını ısrarla vurguladığı söyleniyor.
Özge Dikmen, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hikâyelerinde Azınlıklar” başlıklı makalesinde Yakup Kadri’nin azınlıklara bakışını Milli Mücadele penceresinden ele alıyor. Dikmen’in verdiği bilgiye göre yazar, azınlıklara, yaşanılan sürecin sosyal ve siyasi durumuna göre roller biçer. Özellikle Rumların Yunanlılarla özdeşleştirildiğini ve “iş birlikçi” konumunda anlatıldıklarını 'Milli Savaş Hikâyeleri’'nde yer alan metinlerinden yola çıkarak detaylandırır.
Demo Ahmet Aslan, “‘Büyük Adam’ ve ‘Küçük Politika’: Yakup Kadri’de Atatürk ve İnönü Ayrımı” makalesinde Atatürk-İnönü ikiliğinde Yakup Kadri’nin duruşunu irdeliyor. Aslan’a göre Yakup Kadri Atatürk’ü ne kadar “yarı-tanrısal” resmedip yüceltmişse İnönü’yü zaaflarıyla ele alıp devrimi hedeflerinden saptıran kişi olarak gösterir. Aslan’ın değindiği dikkat çekici bir taraf, Yakup Kadri’nin baba figürü eksikliğiyle büyümesi ve Atatürk’ü de, Ankara romanında olduğu gibi, mitolojik çağrışımları olan “büyük adam” şeklinde tasvir edip “baba” yerine koymasıdır. Bu sebeple İnönü, Yakup Kadri için eksik kalmıştır.
“Muhabbetten Hınca: Bektaşi Aynasında Yakup Kadri Karaosmanoğlu” makalesinde Yalçın Çakmak, bir Bektaşi dergâhı etrafında gelişen olayları anlatan 'Nur Baba' romanında yazar tarafından yanlış anlaşılmaların önüne nasıl geçildiğini ortaya koyar. Yazara göre dergâhlar yozlaşmıştır, o da yaşadığı hayal kırıklığından ötürü “hınçla” bu romanı yazar. Çakmak makalesinde bu hıncın altında yatan nedenleri irdeler, yazarın dergâhlara karşı duyduğu hayal kırıklığı ve hıncın gerçek hayatıyla mukayesesini yapar.
Gaye Belkız Yeter Şahin, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Anamın Kitabı’na Dair Psikanalitik ve Sosyolojik Bir Okuma Denemesi”nde yazarın çocukluk sürecine odaklanan bu kurmaca metni, yazarın “iç sesi” olarak okur. C.G. Jung’ın “ayrılma/yola çıkma”, “olgunlaşma/erginlenme”, “dönüş” şeklinde formülize ettiği kavramlardan hareket ederek Yakup Kadri’nin “bireyleşim süreci”ni ele alır. Oidupus kompleksi, anne-oğul ilişkisi, aidiyet sorunu, yalnızlık; kültür çatışması, eğitime bakış gibi meseleler üzerinden yazarın benliği inşa etme süreci ortaya konar.
Haluk Öner, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Mekânın Politiği” makalesinde, Yakup Kadri’nin romanlarında mekâna, zamanın göstergesi olarak politik bir işlev yüklemesine değinir. Öner’e göre yazarın romanlarında, zaman ve mekân her zaman tarihseldir; Yakup Kadri mekânın estetiğinden çok politik duruşunu kullanır: Ankara’nın Cumhuriyet’in ilk yıllarını, 'Kiralık Konak'ın çöküş dönemini ele alma şekli, hayal kırıklıklarıyla ilişkilidir.
Barış Özkul, “Hüküm Gecesi’nde İttihatçılar ve İttihatçılık”ta Yakup Kadri’nin İttihatçıların tarihini yazdığını söyler, keza kitabın başlıklarının da buna işaret ettiğine vurgu yapar. Özkul, Balkan komitacılığı, iktidarperestlik gibi başlıklarla İTC’nin içine düştüğü “milli dava” etrafında seferber edilen “agresif Türkçülüğün” nasıl bir kargaşaya sebep olduğunu anlatır. Kemalist Cumhuriyet’in artık bir derdinin kalmadığı zamanda yazılan 'Hüküm Gecesi'nde yazarın İTC’yi eleştirdiği noktalar üzerinde ayrıntılarıyla duruluyor.
Sabanur Yılmaz, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Modernleşmenin Ataerkil Dili” makalesinde imparatorluktan ulus-devlete kadının toplumda nereye konulduğunu yazarın romanları üzerinden tartışıyor. Yakup Kadri’nin kadını, mesela 'Sodom ve Gomore'de milli duygulardan yoksun “soysuz Türklerden” bahsederken anması ya da 'Yaban'daki Emine’yi, “gericiliğin” kaynağı olarak görmesi dikkat çekicidir. Yılmaz’a göre Ankara’da Selma Hanım, yazarın “ideal Cumhuriyet” kadınıdır ama onun da kamusal alanda anneliğin devamı niteliğindeki “öğretmen, hemşire” mesleklerini üstlenmesi, yazarın ataerkil bakışının tezahürüdür.
“Pozitivist Bir Cumhuriyet Aydını: Yakup Kadri’nin Romanlarında Pozitivist Söylem”de, J.J. Rousseau, Voltaire gibi isimlerden etkilenen Yakup Kadri’nin, “Geçmiş bir mezardır,” diyerek pozitivizme yöneldiğini anlatan Can Şahin, 'Nur Baba' romanının arka planında pozitivist bir tezin olduğunu söylüyor. Yine 'Yaban'ın Ahmet Celal’inin de “halk için halka rağmen” hareket eden “Kadrocu” bir pozitivist olarak yer aldığını aktarıyor ve görüşlerini diğer romanları üzerinden detaylıca örneklendiriyor.
Başak Acınan tarafından kaleme alınan, “Yakup Kadri’nin Romanlarında Nesil Çatışmasının Mekân Üzerinden Okunması”nda Seniha, Leyla, Sevim ve Selma üzerinden mekânla birlikte kadınların yaşadıkları değişimi, dönüşümü anlatılıyor. Mesela, Seniha’ya göre konak, arzularına ulaşmasında engeldir, ne zaman ki konaktan kurtulur, o zaman yeni dünyaya geçer. Nişantaşı’nda yaşayan Leyla, milli değerlerinden uzaklaşmış bir “obje”dir; ev yaşamındaki eğlencelerden, ahlaki çöküşten bahsedilerek dönemin Batılı olmaya çalışan kadınlarının resmi çizilir.
Emre Bayın, “Yakup Kadri’nin Kadro Yazıları: ‘İçeri Edebiyatı’nı Yaratmak” makalesinde Yakup Kadri’nin “Kadrocu” portresini, kendi hikâyesinden bağımsız olarak görmez. Ona göre Yakup Kadri’nin Kadro’daki yazıları, “milli kültür ve onun üzerinden şekillenen bir edebiyat kanonu oluşturmaya çabalayan yazılardır” (s. 431). Yazıların çoğunda bireyi bir kenara itip topluma odaklanan, yerel olanı önceleyip “içeri hayatı” dikkate alan bir Yakup Kadri’nin olduğundan bahsedilir.
Burcu Şahin, “Gümrah Mahlûkların Esneyişi: Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hikâyelerinde Can Sıkıntısı” yazısında, yazarın karakterlerinin can sıkıntısının, modern bireyin sıkıntısından farklı olduğunu söylüyor. Modern bireyde bu sıkıntı, kendi olma yolunda bir hareketi simgeler; hayatın anlamsızlığını düşünen birey, eylemde bulunur. Fakat Yakup Kadri’nin karakterlerinde bu tam tersidir; arzu nesnesini kaybeden kişi eylemsizdir, sadece “esner”. Şahin, can sıkıntısı üzerine yaptığı okumasını cinsiyetler üzerinden tartışır. Ona göre Yakup Kadri’nin hikâyelerinde can sıkıntısı, “ev içine, yani kadına atfedilirken müthiş bir uyuşukluğu imler. Öte yandan kamusal alanın sözcüsü olan -romanlarındaki- erkekler için sıkıntı, düşünmeyi ve harekete geçmeyi sağlayandır” (s. 450).
Deniz Depe, “Dulcinea İçin Yas: Yaban” yazısında, 'Yaban'ı 'Don Kişot' bağlamında okur. Bu okumada Depe’ye göre Dulcinea -Emine-, Türk köylüsünün sembolüdür; “Roman, Ahmet Celal’in gerçekle yüzleşip Dulcinea’nın ‘alelade bir köylü’ kızı olduğunu fark etme acısının üzerinde kurulur” (s. 461). Çöküş dönemini anlatan 'Yaban'ın tam da 'Don Kişot'ta idealizasyon sürecinin çöktüğü yerden başladığı söylenir.
Esra Dicle, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Tiyatrosunda Kadın, Kriz, Ölüm” makalesinde krize ve ölüme eklenmiş kadın sorunlarına odaklanıyor. 'Nirvana' ve 'Veda' oyunlarının incelendiği bu makalede Dicle’ye göre, “kötücül-ölümcül” ya da “melek” kadın, her şekilde erkeğin felaketine yol açan varlıklardır. Yakup Kadri 1914’ten sonra toplumcu bir çizgiye yönelse de oyunlarında kadınlar üzerinde dile getirdiği düşünceler değişmez; keza 1929 yılında yazılan 'Sağanak'ta memleket için mücadele eden ulvi karakter erkektir, kadın -Belkıs- kurban/feda edilecek “şey”den ibarettir.
Son makale ise Hasan Cuşa’ya aittir: “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Millî Mücadele Konulu Hikâyelerinde Dirijist Bilincin Temsili”. Cuşa yazısında, Yakup Kadri’nin metinlerinin, iktidarın edebi metinler vasıtasıyla taraf oluşturmaya, gücünü göstermeye çalışan bir tarafının olduğuna işaret eder. Cuşa’ya göre dirijizm Yakup Kadri’de iki şekilde görülür: Milli değerlere zarar verenlerin olumsuzlanması; Milli Mücadele konusunda örnek tavır sergileyenlerin idealleştirilmesi. 'Milli Savaş Hikâyeleri'nden yola çıkılarak irdelenen bu yazıda hikâyelerin egemen rejimin düşüncelerini halka duyuran araçlar olduğu gösterilir.