Yalnız kalma bu dünyada
İnsana, hayvana, çiçeğe, ağaca ya da kısaca söylersek herhangi bir canlıya saygısı olmayanların bir şeyleri değiştireceğine inanmak güç. Olmuyor. Yine de direnmek elzem.
1979 yılında enteresan bir 45’lik plak yayımlandı. Dönemin önemli şirketlerinden Yankı, “3 Şarkı” başlığıyla piyasaya verdiği bu plağın bir yüzüne Attila Atasoy – Ayşe Mine ikilisinin seslendirdiği “Hopşirinini”yi koymuş, arka yüzünü iki şarkıyla Dağhan’a emanet etmişti. Dağhan şarkılarından birinin adı, “Kirli Şarkı”ydı ve şöyle başlıyordu: “Hava kirli / Yollar kirli / Deniz kirli / Kıyılar kirli // Sabah kirli, akşam kirli / Öğlen kirli, zaman kirli / Düşün kirli, taşın kirli / Mutfak kirli, odalar kirli…” Sonrasında bir aşk şarkısına dönüşen “Kirli Şarkı”nın diğer adı “Bir Büyük Kent Şarkısı”ydı ve erken dönemde çevre kirliliğinden söz eden şarkılardan biriydi. Dağhan, bir yıl önce “Sevince” adlı bestesiyle Türkiye’yi Eurovision Şarkı Yarışması’nda temsil etmiş olan Dağhan Baydur’du ve “kirli” kelimesini bir metafor olarak kullanırken aslında geleceği yazmıştı.
Sonrasında olanlar oldu. Bulutsuzluk Özlemi, 19 yıl sonra, bir aşk şarkısı görünümündeki “Seni Görmem Lazım”da, işin vardığı yeri “Dereler denizler bok doldu” dizesiyle tarihe geçirdi. Topluluk, o dönemde, çevre kirliliğini dert edinmiş, şarkılarında bundan söz ederken farkındalık yaratmak için düzenlenen konserlere katılmaya başlamıştı. Sadece onlar değil, İlhan İrem’den Moğollar’a pek çok şarkıcı ve topluluk bu konu hakkında şarkılar yaptı. Çevre, bilhassa ‘80’li yıllardan sonra büyük sorun olmuş, çarpık kentleşme ve iktidardakilerin aymazlığıyla bir felakete dönüşmüştü. Savaşlar, nükleer kazalar, engellenemeyen atıklar ve daha nicesi bu felaketi körükledi.
Herkes her şeyi biliyor ama buna rağmen pek bir şey değişmiyor, zira insanlar çabalasa da hükümet(ler) buna kulak asmıyor. Yine de direnmek şart, bu işe yarıyor. Bir dönem her yere nükleer santral kurmak istiyorlardı, direnişle engellendi. Bergama’da altın aramak isteyenleri orada yaşayan köylüler durdurdu. Kaz Dağlarında yaşayanlar hâlâ direniyor ve Moğollar’dan Fazıl Say’a, bu konuda söz söyleyen, onlara destek olan çok isim var.
Son haftalarda konumuz Marmara Denizi. Beliren, kıyıları kaplayan, yaşamı tehdit eden deniz salyasına içimiz yanarak bakıyoruz. Göz göre göre gelen bir felaket bu. Bilim insanları yıllardır bu konuda insanları uyarıyor ama elden bir şey gelmiyor. “Suçlusu hepimiziz” diyenlere aldırmayın çünkü suçlu belli: Bu uyarılara kulak asmayanlar. Elimizdeki çöpü denize atmamak için yanımızda taşırken, kimi fabrikalar atıklarını umarsızca denize boşaltabiliyor. Bunları durdurması gereken hükümet, ama onlar, nükleer santral açmaya çalışıyor, Kaz Dağları’nın doğasını bozuyor, Karadeniz’de ağaçları keserek delikler açarken coşkun akması gereken suları HES’lere hapsediyor. Hangi birinden söz edeyim? Ağaçları kesen, yerlerine plastik ağaçlar diken ya da toprağı kapatarak bu ağaçları betonların üzerine konulan saksılara hapseden insanlardan Marmara Denizi’ni kurtarmasını bekliyoruz. İnsana, hayvana, çiçeğe, ağaca ya da kısaca söylersek herhangi bir canlıya saygısı olmayanların bir şeyleri değiştireceğine inanmak güç. Olmuyor. Yine de direnmek elzem. Direniş boşa harcanmış çaba değil, bunu unutmamak gerek. En basitinden, sekiz yıl önce yaşanan Gezi direnişi, hâlâ umut olduğunu gösteriyor.
Müzikten uzaklaşmayayım… Redd’in efsane albümü “21”de yer alan şarkılardan biri “Plastik Çiçekler ve Böcek” adını taşıyor ve bu mevzuya odaklanıyor: “Beton ormanlarda büyüdük / Evcilleştik ve bitti özgürlük / Kozalar ördük ve değiştik içinde / Sahte bir güneş vardı bahçemizde // Plastik çiçekler ve böcek / Bu uyumsuz rüyada hangimiz gerçek? / Bu şekilsiz dünyada önce hangimiz ölecek? // Ah, ne kaldı? / Ruhumuz parçalandı / Ah, ne kaldı? / Hangimiz yabancı?”
Söylediğim gibi, bu konuda çok şarkı var ama sözler gibi ümitler de tükenmek üzere. Yazıyı kısa keseceğim çünkü durum sahiden vahim. Bunun üzerine düşünmek, makaleler okumak, yapılabilecek her şeyi yapmak gerekiyor. Ben sadece iki-üç şarkı üzerinden mevzuyu hatırlatabilirim. Dahası, birlikte yapılacak işler.
Bulutsuzluk Özlemi’nin solisti Nejat Yavaşoğulları, böylesi dertleri her dem dile getiren isimlerden. Henüz topluluk ortada yokken, 1975 yılında Nejat adıyla yapmış olduğu bir 45’lik plakta, insanları bir olmaya çağırıyordu: “Kendin gibi herkes için / Özlemini çektiğin / Belki de sadece sezdiğin / Yolu bulmayı istiyorsun / Görebildiğin yeterli olmayabilir kardeşim // Boş verme! Boş verirsen / Güçlülerin güçsüzleri ezmesini / Özgürlüğün bitmesini / Yalnızca seyredersin / Kaybedersin sevgiyi…” “Yalnız Kalma Bu Dünyada” adlı şarkı, yıllar sonra Bulutsuzluk Özlemi tarafından farklı sözlerle yeniden söylendi ama buradaki öğütler halâ geçerli. Bundan sekiz yıl önce, Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine ve oraya Topçu Kışlası yapılmasına karşı çıkanlar, tam da bu şarkıda söylenenleri istiyordu: “Bizi dinle / Bir olalım barış içinde / Yaşayalım özgürce / Kardeş gibi birlikte / Birbirimizi aramayalım…”
Bu dünyada yalnız kalmamak, dünyayı yok etmemek, elimizdeki değerleri kaybetmemek için derhal bir adım atmalıyız. Yoksa her şey için çok geç olacak.