Yanan İzmir’i yeniden yapmak: Nea Smyrni
İzmir’deki özellikle Rum ve Ermeni mahallelerinin zarar gördüğü yangın ve ardından mübadele ile birlikte kentteki Rumlar çeşitli bölgelere göçer. Atina’ya sığınanların bir kısmı da Nea Smyrni ismiyle bir semt yaratır. Kentinden kopartılmış, üstelik replika olan yapılar artık etrafına görkem değil, hüzün saçmaktadır. Adramittiou (Edremit), Dikeli, Fokaeos, Kassaba, Pergamou, Kordeliou (Karşıyaka)... Sanki İzmir’in tüm sokak isimleri alınıp buraya getirilmiş.
ATİNA - Geçtiğimiz yıl İzmir’de pek çok ‘Kurtuluş’un 100. Yılı’ etkinliği düzenlendi. Mesela 9 Eylül’de Kordon-Gündoğdu meydanında yüz yıl öncesinin İzmir’i canlandırıldı. Bolca temsili düşman askerlerinin yer aldığı etkinlikte daha sonra sahneye Tarkan çıktı. Biz etkinliğin ardından ‘konsere gelen seyirci sayısının dünya sıralamasında yer alıp almadığını’ tartışırken Ege Denizi’nin karşı yakasında daha farklı bir ‘100. Yıl’ etkinliği düzenleniyordu.
İşin tarihsel boyutuna fazla kulak vermedik, Tarkan’ın yarattığı coşkunun önümüzdeki seçimler için ipucu verip vermediğini tartışmakla meşguldük. Atina’da İzmir’den göçen Rumların kurdukları yerlerde aynı gün nasıl anılıyor diye merak etmedik. Hatta orada bir yerlerde zamanında hemşerilerimizin Nea Smyrni (Yeni İzmir) diye bir semt inşa ettiklerini ve İzmir Yangını’nda küle dönen yapıların replikalarını yeniden inşa ettiklerini de belki duyduk, belki duymadık…
Bildiğiniz üzere İzmir Yangını, Türkiye tarihindeki diğer pek çok korkunç olay gibi basit tartışmalara indirgenen, resmi tarih anlatısının tabu olarak gördüğü olaylardan biridir. Ancak bugün biz “İzmir’i kim yaktı?” sorusuna cevap aramayacağız, “Atina’daki Yeni İzmir’i kim, nasıl yaptı?” diyerek karşı yakaya seyahat edip oradaki hisleri anlamaya çalışacağız.
**
İzmir’deki özellikle Rum ve Ermeni mahallelerinin zarar gördüğü yangın ve ardından mübadele ile birlikte kentteki Rumlar çeşitli bölgelere göçer. Atina’ya sığınanların bir kısmı da Nea Smyrni ismiyle bir semt yaratır.
Elbette zamanla dengeler değişse de Anadolu’dan göçen Rumların o dönem Yunanistan’da pek de cömert bir şekilde karşılanmadığı bilinen bir gerçektir. Çekilen acıları, hor görülmeyi rebetiko müziğinden biliyoruz. Ancak bugün 70 bini aşkın nüfusu bulunan ve çoğunlukla orta sınıfın yaşadığı bir mahalle olan Nea Smyrni de bize bir şeyler söyleyebilir.
Ülkedeki her mülteci mahallesi bugün farklı sosyo-ekonomik yüzlerle karşımıza çıkıyor. Kimisi hâlâ yoksul, kimisinin ise artık bambaşka bir hikâyesi var. Ya da örneğin kimisine İzmir’in yoksulları, kimisine İzmir’in varlıklı sınıfları taşınmış. Köprünün altından belki çok sular akmış ancak bir semt hâlâ yüz yıl öncenin acılarıyla birbirine tutuluyorsa, dinlemeye değer bir hikâyeyle karşı karşıyayız demek.
**
Atina’nın merkezine çok da uzak olmayan Nea Smyrni semtine girdiğinizde ilk dikkatinizi çeken sokak isimleri oluyor: Adramittiou (Edremit), Dikeli, Fokaeos, Kassaba, Sipilou, Pergamou, Kordeliou (Karşıyaka), Menemenis, Mersinis, Efessou, Agiou Polikarpou (Saint Polikarp)... Sanki İzmir’in tüm sokak isimleri alınıp buraya getirilmiş, geriye boş tabelalara işlenen bazı numaralar bırakılmış.
Ardından ilk dikkat çeken yapı ise kuşkusuz Estia isimli müze. Rum mültecilerin hafıza merkezi diyebileceğimiz bu görkemli yapı, Anadolu’dan getirilen pek çok hatıraya ev sahipliği yapıyor. Müzenin dışı ise en az içerisi kadar dikkat çekici. Büyük sütunların ardında bir film şeridi gibi uzun bir mozaik duruyor. Bu mozaiğin son şeridinde Anadolu’dan göç edenler ve İzmir Yangını’nı gözyaşlarıyla izleyenler yer alıyor. Mozaikte daha gerilere doğru baktığımızda ise Doğu Roma İmparatorluğu ve Antik Yunan’a kadar giden bir anlatıyla karşılaşıyoruz. O dönem Yunanistan’a gelen Rumların yerli nüfus tarafından hor görüldüğünü ve ‘Türk’ dendiğini düşünecek olursak bu mozaiğin ayrı bir önemi olduğunu söyleyebiliriz. Eser aynı zamanda Rum mültecilerin de diğer yurttaşlar kadar ‘Helen’ olduğunu kanıtlama kaygısı taşıyor.
**
Aslında geçen hafta 1890-1922 Arası İzmir'de Faaliyet Gösteren Rum Spor Kulüpleri kitabının yazarı Andreas Baltas ile yaptığımız röportajda kısmen bu konudan bahsetmiştik. “İlk yıllarda yerel nüfus, mültecilere karşı önyargılı ve düşmanca bir tutum sergiledi. Onların ‘Yunanlıklarını’ sorgulayarak mültecileri ‘Türk’ olarak nitelediler” ifadelerini kullanan Baltas, rekabetin spor salonlarına da yansıdığını söylüyordu.
Nea Smyrni’de semt ruhunun en büyük taşıyıcısı 1890’da İzmir’de kurulan ve daha sonra Atina’ya taşınan Panionios Spor Kulübü. Öyle ki Panionios’un, geçmişin hatırasını taşımada Estia’dan arda kalır bir yanı yok.
Kötü bir gidişatın ardından üçüncü lige kadar düşen Panionios’un stadı her detayıyla sizi geçmişe götürüyor. Kapalı tribünün altında, soyunma odalarının hemen karşısında yer alan müzenin girişinde sizi devasa bir İzmir Yangını resmi karşılıyor. Duvarlarda ise kulübün İzmir’de maçlarını oynadığı Alsancak Stadı. İzmir Yangını’nı konu alan ve Panionios taraflarınca yapılmış duvar resimlerine semtin her yerinde rastlamak mümkün.
Baltas da söyleşimizde bu durumu şu sözlerle açıklıyordu: “Bu kuruluşlar, Küçük Asya’nın hafızasını isimlerinde, kullandıkları sembollerde, renklerinde ve marşlarında korudular. Aynı zamanda stadyumlarını eski memleketlerinin kavramsal uzantıları olarak kullandılar. Maçların oynandığı yapılar bir nevi ‘Hafıza Yerleri’ olarak işlev gördü.”
Bu ruhu daha yakından tanımak için Panionios’un bir maçını, tribünden takip ediyoruz. Stadyum, belki tesadüf eseri, belki de kasti olarak Alsancak Stadı’nın eski halini andırıyor. Maraton tribünü ve Kapalı tribünden ibaret. Bir kale arkasında da cılız bir misafir tribünü bulunuyor. Kulüp taraftarlarının ise Atina’da ‘anti faşist’ bir namı var. Holigan grubu Panterler, bugün az sayıda ‘müdavime’ sahip olsa da maçın başından sonuna kadar meşalelerle ve konfetilerle takımlarını destekliyor. Söylenilen marşlarda ise sıkça İzmir’e rastlamak mümkün. Hatta kulübe dair sevginin anlatıldığı bir marşta ‘Panionios’ yerine ‘İzmir’im benim’ ifadesi yer alıyor…
Aslında buradaki taraftarların İzmir’e futbol ile çok daha yakınlaştığını söylemek mümkün. Maçı takip ederken tanıştığımız bir Panionios taraftarı İzmir’den olduğumuzu öğrenince telefonunu açıp “Bak bugün arkadaşım paylaştı İzmir’den” diyerek aynı gün Alsancak Stadı önünde atkı ile çekilmiş bir paylaşım gösterdi. Bir başka taraftar ise yine İzmir’den olduğumuzu öğrenince “Geçen hafta İzmir’deki derbide neler oldu öyle?” diye önce kentten son haberleri aldı. Göztepe-Altay arasındaki olaylı maç hakkında hemen hemen tüm bilgilere hâkim olan taraftar, daha sonra ‘tribünlerinden 6-7 kişinin derbiyi Altaylılarla birlikte takip etmek için İzmir’e gittiğini’ söyledi.
**
Gelelim semtin en dikkat çekici yapısına: Aya Fotini Kilisesi ve çan kulesine… Aslında bu yapı kompleksi pek ‘orijinal’ sayılmaz. Aynı isimi taşıyan Kilise ve 33 metre uzunluğundaki çan kulesi 1922’deki yangında yıkılmadan önce İzmir’in en görkemli yapılarından biridir. 19. yüzyıl sonlarında inşa edilen kule 20. yüzyıl sonlarında saat ile süslenir. Yangınla birlikte yerle bir edilir. Kulenin bulunduğu yer, bugün Gazi Bulvarı civarındaki Kayahan İş Merkezi’dir.
Kule birebir ölçülerle Nea Smyrni’de yeniden inşa edilir. Kentinden kopartılmış, üstelik replika olan bir yapı artık etrafına görkem değil, hüzün saçmaktadır. İşte buradan semte yayılan havayı solumak çok zor değil. Bazen bir sokağın ismi, bazen duvarlarda solmuş 1922 İzmir Yangını’nı anan posterler, bazen ise bir dükkânın tabelasında kendine yer bulan eski İzmir fotoğrafları…
**
Tarih sanılanın aksine sabit değildir. Her an, her anlatıda, her tarihçinin eli ve gözü ile değişir, dinamiktir. Elimizdeki en iyi ihtimal gerçeği bulmak değil, gerçeğe yaklaşmaktır. İşte bu yüzden resmi tarih denilen fani anlatı, sizi tam tersi istikamete götürecek berbat bir pusuladır.
Örneğin İzmir Yangını dediğimizde yapmamız gereken herhangi bir resmi tarih anlayışını sürdürebilmek için geçmişten yakıt aramak mıdır? Yoksa bir bütün olarak toplumsal çıkarı ön plana koyup insanları, tepkileri, olayları bir bütün olarak anlamaya çalışmak ve resmi tarih anlayışını ifşa etmek midir?
Eskiden daha sık işittiğimiz bir fiil vardı: Tarihle yüzleşmek. Ne zamandır duymuyoruz bu kavramı. Hatta akıntının tersi yönde kuvvetlendiğini hissedebiliyoruz. Ekşi elmayı ısırmak istiyoruz ancak tadı her gün daha da keskinleşiyor sanki…
Ancak adı üzerinde, yüzleşmek cesaret isteyen bir eylem. Elbette bir resmi tarih anlatısından kaçarken başka bir resmi tarih anlatısından etkilenme tehlikesi her zaman olacak. Türkiye ve Yunanistan resmi tarih yazımı konusunda paradoksal bir şekilde birbirine benzeyen iki ülke. O nedenle tüm tarafların ulusal anlatılarından sıyrılarak bir gerçeğe ulaşmaya çalışmamız gerekiyor.
Bu noktada herkesin çuvaldızı önce değil, sadece kendisine batırması gerekiyor. Çünkü denizin karşı tarafındaki başkaları da sizinle aynı arayışla, denizin diğer yakasında kendi tarihinin karanlık köşeleriyle yüzleşiyor. Bundan şüphesi olanlar varsa elindeki Hayat Bilgisi kitabını bırakıp 1921’de İzmir, İnciraltı’nda kimlerin kurşuna dizildiğine baksınlar: Tarihin o sayfasında Yunanistan Krallığı’nın Anadolu seferinde yer alan ve “Kardeşlerimize karşı emperyalistlerin savaşında savaşmayacağız” dedikleri için kurşuna dizilen 200 Yunanistanlı komünist askerin cesaretine rastlayacaklar...
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
The Forbes köleliğin faydalarını sıraladı: Polyworking 20 Kasım 2024
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI