YAZARLAR

Yanlış adayı mı tartışıyoruz?

Bu verili koşullar altında muhalefetin adayının kim olduğunu tartışmak yerine iktidar blokunun ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tabloyu değiştirmesinin mümkün olup olmadığını, önündeki strateji seçeneklerini, siyasetin bu güç dengesizliği koşullarında nasıl şekilleneceğini konuşmak çok daha yerinde bir tutum olacaktır.

Türkiye’de siyasetin en temel özelliklerinden biri gündemin çok hızlı değişmesi ve hiçbir konunun kamuoyunun gündemindeki yerini uzun zaman koruyamamasıdır. Bu nedenle habercilerin ve yorumcuların işi hem çok kolay hem de çok zordur. Sürekli haber yapılacak ve tartışılacak konuların olması işin kolaylık tarafıdır. Ama daha konuya adapte olamadan ve etraflıca inceleyecek ve tartışacak vakit bulamadan en önemli konuların bile tüketilmesi ise işin zor tarafıdır.

Bunun son yıllarda bir istisnası var. Hatta belki en uzun süre bu kadar yoğun bir biçimde gündemde kalabilme başarısı açısından kırılması zor bir rekorun sahibi de olabilir. Tabii ki muhalefetin cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışmasından bahsediyorum.

Tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde muhalefetin ortak adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun yüzde 55’e yaklaşan bir oy oranına ulaşması bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimi için muhalefetteki herkesi ümitlendirdi. O günden sonra muhalif kanat henüz seçime 4 yıl kala cumhurbaşkanı adayı konusunda konuşmaya başladı.

Süreç ilerleyip yeni kurulan partilerin de katılımıyla birlikte muhalefet cephesinin büyüme ve ortak hareket etme olasılığı güçlendikçe, bu sefer iktidar kanadı cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışmasının kendisi açısından taşıdığı fırsatları keşfetti. Dolayısıyla yaklaşık son üç yıldır muhalefetin cumhurbaşkanı adayı ile ilgili her türlü konuyu tartışmaya devam ediyoruz (kim olacak, ortak bir aday olacak mı, HDP de destekleyecek mi, muhafazakâr bir aday mı olmalı, alevi bir adaya seçmen oy verir mi vb).

İktidarın bu konuyu gündemde tutmasının sebepleri aslıda çok açık: muhalefet partileri arasında ve seçmen tabanlarında bu tartışma üzerinden çatlaklar yaratabilmek, ortak bir aday fikrinin imkansızlığı üzerinden seçmenin umudunu kırmak, seçmenin muhalefet partilerine duyması muhtemel güveni sarsmak.

Dolayısıyla bu konuyu gündemde tutmaya çalışmanın iktidar bloku açısından bir rasyonelliği var ve bu nedenle de tutumlarını anlayabiliyoruz. Ancak, konunun bu kadar uzun süredir hararetle tartışılıyor olmasının tek nedeni iktidar medyasının performansı değil. Muhalefet medyası da bu sürece en az iktidara yakın olanlar kadar katkı verdi.

Hatalı bir aday belirleme süreci konusunda duyulan tedirginlik, 2014’te olduğu gibi yine muhafazakâr bir adayın gösterilmesi olasılığına duyulan tepki, potansiyel adaylardan birinin desteklenmeye çalışılması gibi saiklerle yahut sadece bu konu izler kitle tarafından ilgiyle takip edildiği için muhalefet medyası da kesintisiz bir biçimde muhalefetin cumhurbaşkanı adayını tartışmaya devam ediyor.

İktidarın stratejisine farkında olmadan katkı sağlama riskine rağmen, konunun tartışılması ile ilgili herhangi bir itirazımız yok ama başlıktaki sorunun da önemli olduğunu düşünüyorum. Acaba yanlış adayı mı tartışıyoruz?

Daha açık soralım: İçinde bulunduğumuz “verili koşullar” altında, muhalefetin adayı yerine iktidarın adayını tartışmak daha mı yerinde bir davranış olur?

Soruya vereceğimiz cevabı belirleyecek olan şey içinde bulunduğumuz verili koşulların neler olduğudur. Siyasetin genel panoramasına birlikte göz attıktan sonra bu sorunun anlamlı olup olmadığına sizler karar veriniz.

1- AK PARTİ’DEKİ OY KAYBI DURDURULAMIYOR!

AK Parti 2021 Ağustos ayında bugüne kadar seçimlerde almış olduğu en düşük oy oranı olan yüzde 34’ün altına indi ve o günden sonra da hiç bu seviyeyi aşamadı. Son yapılan kamuoyu araştırmalarında ise yüzde 30’un altında olduğu tahmin ediliyor.

2- CUMHUR İTTİFAKI ARTIK EN BÜYÜK İTTİFAK DEĞİL!

Siyasette uzun zamandır Cumhur ve Millet ittifakları arasında yüzde 40-40 dengesi söz konusuydu. Siyasi dengelere iktidar-muhalefet ikileminde bakıldığında da yüzde 40’a 60 şeklinde muhalefet lehine bir durum mevcuttu. Son birkaç aydır artık bu dengeler ittifaklar bazında yaklaşık yüzde 35’e 47 Millet İttifakı lehine (6’lı masadaki bütün partileri dahil ettiğimizde). Oranlara iktidar-muhalefet şeklinde baktığımızda ise yüzde 35’e 65 şeklinde bir dengesizlik söz konusu.

3- ERDOĞAN YÜZDE 50+1’İN ÇOK GERİSİNDE

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik seçmen desteği geçtiğimiz ağustos ayından bu yana yüzde 35-38 aralığında hareket ediyor. Erdoğan rakip partilerin seçmenlerinden oy alamadığı gibi, ortağı olan MHP’nin tüm seçmenlerinin desteğine de sahip değil. Neredeyse iki MHP seçmeninden biri Erdoğan’a oy vermeyeceğini söylüyor.

4- RAKİPTEN OY ALMASI GEREKEN ARTIK MUHALEFET DEĞİL!

Hem 2014 hem de 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin toplam oyu Erdoğan’a yönelik desteğin altında kalıyordu, dolayısıyla seçimi kazanabilmesi için AK Parti tabanından oy alabilmesi gerekiyordu. Yaklaşık son 10 aydır ise durum tersine. Muhalefet toplamda net bir biçimde iktidar blokunun önünde ve artık rakipten oy alması gereken Erdoğan. Ancak işi hiç kolay değil. Uzun yıllardır özenle sürdürdüğü kutuplaştırma politikası bumerang etkisi yaratıyor ve önceden kendisine avantaj sağlayan bu tutum artık en büyük handikabı haline geldi. Duygusal olarak Erdoğan’dan olabildiğince uzaklaşmış muhalefet seçmeni kendisine oy vermiyor. Araştırmalarda Erdoğan’a oy vereceğini söyleyen muhalefet partisi seçmenlerinin oranı istatistiksel olarak anlamlı bir büyüklüğe ulaşamıyor.

Sonuç olarak, bu verili koşullar altında muhalefetin adayının kim olduğunu tartışmak yerine iktidar blokunun ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tabloyu değiştirmesinin mümkün olup olmadığını, önündeki strateji seçeneklerini, siyasetin bu güç dengesizliği koşullarında nasıl şekilleneceğini konuşmak çok daha yerinde bir tutum olacaktır.

Belki o zaman siyasi realiteyi daha doğru kavrayabiliriz.


İbrahim Uslu Kimdir?

Dr. İbrahim Uslu, lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü'nde tamamladı. Yüksek lisansını yine aynı üniversitede Sosyal Politika alanında yaptı. Doktora aşamasında Cornell Üniversitesi’nde doktora seminerlerine devam etti. Fakat daha sonra Türkiye’ye dönerek İstanbul Üniversitesi’nde Sosyal Politika anabilim dalında doktora eğitimini tamamladı. İş yaşamına 1988 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde başladı ve 2002 yılına kadar bu fakültede Araştırma Görevlisi ve Öğretim Üyesi olarak çalıştıktan sonra akademiden ayrıldı ve iş yaşamına atıldı. 2002-2004 yılları arasında iletişim danışmanlığı, 2004-2019 arasında ise ANAR Araştırma’nın ortağı ve genel müdürü olarak görev yaptı. Bu süreç boyunca çeşitli ulusal ve uluslararası kuruluşlarla araştırma/strateji geliştirme konularında birlikte çalıştı. Aynı zamanda 15 yıl boyunca AK Parti’nin kurumsal araştırma şirketi ve Strateji Grubu üyesi olarak hizmet sundu. 2019’un Ağustos ayında şirketteki hisselerini devrederek, araştırma alanından ayrıldı. Halen 2015 yılından beri hizmet veren kendine ait bir siyasal danışmanlık şirketinde iş yaşamına devam ediyor. 2020 yılının sonlarından itibaren de CHP’ye iletişim ve strateji konularında danışmanlık hizmeti sunuyor.