YAZARLAR

Yanlış kupa doğru izlenmez mi?

Kimse Katar 2022’nin iyi bir fikir olduğunu söylemiyor. Futbolseverler de bunu biliyor; sadece hayattaki yanlış hakkını futboldan yana kullanmak istiyor.

Bu sefer hoş gelmedi. Tarihin en yapay Dünya Kupası göçmen işçi ölümleri, hak ihlalleri, içki yasağı, kiralık taraftar, şike gibi tartışmalarla başlıyor. Görünüşe göre herkes Katar’dan nefret ediyor ve yine hemen herkes turnuvayı takip edecek. Bu işte bir tutarsızlık var mı? Böyle bir Dünya Kupası izlenir mi? Cevabını beraber arayalım.

1. NEDEN BU KADAR ÖFKELİYİZ?

Uzun bir süreç boyunca ses çıkarmayıp sonuç karşısında hayretler içinde kalmak, günümüzün evrensel garabetlerinden biri. Katar on iki yıl önce dünyaya şatafatlı bir rezalet teklif etti ve teklifin yer aldığı dosyanın içine belli ki biraz da çorba parası koydu; FIFA ve dünya da bu rezaleti satın aldı. Şaşırtıcı değildi. 2006 Dünya Kupası’nın Güney Afrika yerine nasıl Almanya’ya verildiği, sırf bu yüzden 2010 için “Afrika’da oynanma” şartı getirildiği malum. 2018’i Putin’in Rusya’sına verenler de aynı kişilerdi. FIFA’nın yolsuzlukları buradan Doha’ya yol olur.

Ama bu kez sorunlar biraz kalabalık. Örneğin The Guardian gazetesinden Pete Pattisson 2013’ten itibaren Katar’daki “Dünya Kupası kölelerine” dair haberler yapıyor. Tablo şöyle: 2010’dan bu yana ülkede Hindistan, Pakistan, Nepal, Bangladeş ve Sri Lankalı 6500 göçmen işçi yaşam ve çalışma şartlarıyla, ayrıca iklimle ilişkili hastalıklardan dolayı hayatını kaybetti. Filipinler ve Nijerya kökenli ölümlerin kayda bile geçmediği iddiası var. Katar devleti doğrudan stat inşaatında ölen “sadece” üç kişi olduğunda ısrarcı. 2014 Brezilya’da da doğrudan inşaat çalışmaları sırasında sekiz işçi hayatını kaybetmişti. Ancak bu kez rakamlar hem daha yüksek hem de gizleniyor.

İnsan hakları ve özgürlük boyutu da var. Katar’da LGBT+ olmak “yasak”. Gerçi kupa için gelen LGBT+ turistlere “dokunulmayacak”. İçkiye de müsaade var (ama statta değil). Yine de ipleri fazla gevşetmek istemiyorlar. Dünya Kupası güvenlik amiri Abdullah El-Neseri geçtiğimiz günlerde, “28 günlüğüne dinimizi değiştirmeyeceğiz” buyurdu.

Bunca olumsuzluk turnuvayı hazmı zaten zorlaştırırken, futbol açısından yapaylığı tuz biber ekiyor. Evet, tarih rezil rejimlerin yönettiği, insanların rezil şartlarda çalıştığı ülkelerdeki turnuvalarla dolu. Ancak bunların hemen hepsi en azından futbol ülkesiydi. Katar, Dünya Kupası’na hiç katılmamış olup ev sahipliği yapacak ilk ülke. Buna iklim sebepli mevsim değişikliği de eklenince, eşi görülmemiş bir yapaylık ortaya çıkıyor. Katar bir futbol ülkesi değil. Katar halkı futbolu sevmiyor; daha doğrusu sevip sevmediğini bile bilmiyoruz çünkü ortada Katar halkı diye bir şey yok. Üç milyona yaklaşan nüfusun sadece yüzde 15’i yerli ve milli; geri kalanlar yurtdışından gelmiş kişiler. Bunların birçoğu, kişi başına düşen gelir açısından dünyanın en zengin ülkelerinden birinde aşağı yukarı bir kölelik pratiği içinde beden işi yapıyor.

Yani insanlar öfkelenmekte haklı. Ancak ciddi bir boykot muhtemel görünmüyor. Neden?

2. TEPKİLERİN HEDEFİ KİM OLACAK?

Yaşananları yok sayanların sayısı eskisi kadar büyük değil. Sosyal medya hepimizi haberdar ediyor. Öte yandan farkındalık rahatsız edici bir yük ve herkesi farklı etkiliyor. Bir yanda, özellikle siyasi hassasiyeti fazla olanlar, turnuvayı takip etmeyi, onunla ilgili paylaşımda bulunmayı büyük bir ayıp, hatta suç olarak görüyor ve izlemeyeceğini söylüyor. Haksız olduklarını söylemek kolay değil.

Diğer yanda, futbolun o sınırı çoktan geçtiğini savunanlar var. Bu görüş uyarınca Katar’ı “beslemek” için Dünya Kupası’na ihtiyacımız yok. Messi’nin oynadığı PSG’nin ve Süper Lig’i takip ettiğimiz BeIN Sports’un sahibi de aynı hanedan. Üstelik büyük bir yetki-sorumluluk asimetrisi söz konusu. Ev sahipliğini Katar’a verenler, kupada oynayacak federasyonlar bir şey yapmamış; hatta futbolculardan da tek tük itirazlar dışında kayda değer reaksiyon gelmemiş. Futbolseverler her şey olup bittikten sonra neden etik yükü kendilerinin sırtlaması gerektiğine anlam veremiyor. Onlar da haksız görünmüyor.

Gelgelelim böyle demekle de sorun çözülmüyor. Sırf bir turnuva için bir kişinin hayatını kaybetmesi bile canımızı sıkmıyor mu? Sıkıyor. Ancak her sıkıntı insanların eylemlerini değiştirmeye yetmiyor. Bunun da daha temel bir sebebi olabilir.

Her birimiz öznesi olamadığımız bin politik yanlışa maruz kalıyor, bunların ortasında yaşıyoruz. Kimisi hayatına bu gerçeğin farkına varmadan veya onu yok sayarak devam ediyor. Geri kalanlar kendi meşrebince bir yol tutturuyor. Kimimiz bin yanlıştan 990’ına razı olup 10 tanesine tahammül edemiyor; en yiğitlerimiz 100 tanesine karşı çıkıyor. Geriye kalan 900 yanlış yerli yerinde duruyor.

Bütün bu haksızlığın ve kötülüğün ortasında kafayı yemeden yaşamayı sürdürebilmek için kendimize “yanlışlar” seçiyoruz. Kimileri giyimde dünya markalarından vazgeçmiyor; ayağındaki spor ayakkabıyı üretenlerin Uzakdoğu’daki atölyelerde “köleler” tarafından üretildiğini görmezden geliyor. Kimimiz yeni telefonumuzun özelliklerine bakmaktan imal edildiği fabrikalardaki hak ihlallerini görmüyoruz. Sorsanız yanlış olduğunu biliyoruz ama sorulsun istemiyoruz.

Genelde futbol, özelde Katar 2022 de artık bu yanlışlardan biri. Aklı başında kimse Katar 2022’nin iyi bir fikir olduğunu söylemiyor. Futbolseverler de bunu biliyor. Sadece hayattaki yanlış hakkını futboldan yana kullanmak istiyor.

Çünkü futbol ve Dünya Kupası bütün marazlarına rağmen bir şekilde büyüsünü koruyor. Çünkü oyun, çocukluktan yetişkinliğe taşıyabildiğimiz çok az heyecandan biri. Dünya hep böyle birbirine bağlı bir yer değildi. Bir şehirde, ilçede, köyde, kimseyle bir şey paylaşamazken milyarlarca insanla aynı anda aynı şeyi yapıyor olmanın getirdiği his tarifsizdi. Futbolseverler bugün o hissi yeniden yaşayamayacağını biliyor ama sırf hatırlamak için bile Dünya Kupası’ndan vazgeçmiyor. “Dünya Kupası ne FIFA’nın ne de Katar’ın; Dünya Kupası benim” diye düşünüyor.

Hisler önemli çünkü boykot etmeyenleri aforoza niyetlenenlere de duygular hükmediyor. Onlar da bin yanlıştan 900’ünü kabul etmiş olmanın getirdiği suçluluk duygusuyla, başka yanlışları seçenlere daha sert çıkışıyor. Neticede kişisel bir siyasi/etik karar, ahlaki bir üstünlükmüş gibi sunulmaya başlıyor. Böyle olunca hedef de şaşıyor. Bu işin sorumlusu turnuvayı boykot etmeyenler değil. Hatta bir bakıma Katar da değil. “Size demokrasinin, insan haklarının yüceltildiği bir turnuva yapacağız” diye bir vaatleri yoktu. Katar 2010 yılında da demokrasi değildi. Neyi vaat ettiyse onu yapıyor; ikiyüzlülük yok, saf kötülük var.

FIFA ve futbolu yönetenler, ayrıca uluslararası kamuoyu daha doğru bir hedef olabilir. Katar’ın dünyanın geri kalanı, özellikle de Batı için müthiş bir “sütten çıkma ak kaşıklaşma” imkânı sunduğu aşikâr. Katar olmasa futbol pirüpakmiş gibi bir noktaya gelindi. Bu yüzden daha kapsamlı bir eleştiri çerçevesi kurup Premier Lig, Avrupa Süper Ligi, Dünya Kupası gibi büyük organizasyonlar ve taraftarın genel tavrı üzerinden bir söylem üretmek, bugünkü rezaletin tekrarını önlemek için daha etkili olabilir.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Bundan sonrası için tahminler muhtelif. İlk düdükle birlikte her şey unutulur diyenler var. Bence bu kez değil. Çünkü hem rezaletler turnuva boyunca devam edecek, hem de organik olmaktan uzak atmosfer gereken büyüyü yaratıp yaşananları unutturamayacak.

İyimserler ise Dünya Kupası sayesinde ihlallerin görünür hale geleceğini, Katar’da yaşananların ibret olacağını söylüyor. Küçük bir etki yaratsa bile maalesef bunun da turnuva dönemiyle sınırlı kalacağını düşünüyorum. Herkesin bitse de gitsek diye baktığı kupadan sonra bir daha muhtemelen kimse Katar’ın lafını bile duymak istemeyecek. Bunun üzerine rejimin işçilere ve ezdiği diğer kesimlere dönüp, “Sizin yüzünüzden bir sürü laf işittik” deyip daha da kudurması mümkün.

Muhtemelen şu anda organizatörlerin en büyük duası Messi’nin kupayı kaldırması. Bu sayede zevahiri kurtaracaklarını, “Rezaletler Turnuvası” yerine “Messi’nin Kupası” olarak anılacaklarını düşünüyor olabilirler.

O zaman başlığa dönelim: Yanlış kupa doğru izlenir mi? Tabii ki izlenmez. Dahası, izlemek de izlememek de bizi kurtarmaz. Çünkü bütün bu yaşananların özünde değişmeyen bir gerçek var ve maalesef kupayı boykot edecek olanlarımız da bundan muaf değil: Politik ve etik olarak yanlış davranan insanlar olmak için Katar’daki Dünya Kupası’na ihtiyacımız yok. Zaten öyleyiz.

Eğer bunu değiştirmek istiyorsak, ilk adım bu gerçeği kabul etmek olabilir. Devamında ise futbolun kime ait olduğuna dair ortak bir dil geliştirmek şart. Katar’a sövmek kolay ve risksiz. Ama yerelde, taraftar olarak kendimizi rakip takım taraftarından ziyade tuttuğumuz kulübün başkanına yakın hissettiğimiz sürece bir şey değişmeyecek. Karar alıcıların saçma kararlarına maruz kalıp, bir sonraki turnuvada yine Twitter’dan pasif-agresif beyanlarla siyasi-ahlaki vaazlar vereceğiz. Gezegenin en zengin insanının oyuncağı olan Twitter’dan. Yönetenler için rüya gibi bir dünya. Böyle bir dünyanın kupası da bu kadar oluyor…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.