YAZARLAR

Yapacak işlerimiz ve kazanacağımız bir dünya var...

Kendilerine bile yetmeyecek aşıyı, yurt dışına satmaları sizi pek şaşırtmasın, bunu Hindistan zaten her zaman yapıyordu.

Öncelikle bir siyasi terimi, ‘Teoliberal’i bize armağan eden, ismini bilemediğim, mütercim tercümana teşekkürlerimle başlamalıyım. Siyasal literatürde, isimsiz kahramanlar arasında çoktan yerini aldı bence. Dünyanın her tarafında mesela, ‘Sizde nasıl bir iktidar var? ‘ sorusunu yönelttiklerinde, ‘Teoliberal’ diyerek çok kolay, doğrudan ve basit bir cevap verebildiğim için, kendisine buradan şükranlarımı sunarım. Belki o farkında değildir ama Sandinist devrim sırasında Nikaragua Kültür bakanı, Hıristiyan devrimci Ernesto Cardenal'in, İstanbul’da konuşurken, Türkçeye çevirmesi esnasında, ‘Teoloji ve Neoliberalizm’ bahislerini karıştırarak yaptığı bu potpuri, çok yerinde bir tanımlama oldu bazı iktidarlar için.

İşte o günden beri, ‘Dinsel’ görünümlü ‘Neoliberal’ iktidarların adıdır; Teoliberal…

Ve şimdi böyle bir ‘Teoliberal’ öykü size; Hindistan…

Hindistan’dan sık sık salgın fotoğrafları paylaşılıyor son günlerde. Büyük ve kalın odunların üstüne yığılmış cesetler, şehir parklarında yakılıyor. İnançlarına göre ölülerin yakıldığı ve buna ilişkin ciddi bir cenaze sektörünün var olduğu ülkede, krematoryumların dolu olması bir yana, oralarda ölülerini bile zaten yaktıramayan, parası yetişmeyen yoksulların, kendi başlarının çaresine bakmalarından başka bir şey değil bu. Kendi ateşiyle kavruluyor yoksullar…

Salgının başında hikaye pek böyle görünmüyordu. Size de çok yabancı gelmeyecek belki, Hindu Teoliberal iktidar, o günlerde, kendi kendine çok başarılı olduğunu açıklamıştı. Hatta bazı ‘muhalifler’ bile, hükümetin, bu coşkusuna katıldılar. Aslında bazılarını ve kendilerini ikna edebilme yeteneği Teoliberal iktidarların klasik karakteridir. O kadar boş konuşurlar ki bu inananlara denk gelir ve muhtemel kendi söylediklerini, mecburen kendileri dinlediklerinden olacak, kendileri de inanır ve hatta bazıları kitabını bile bastırır. Hindistan’da böyle oldu ve Hindistan kendi ürettikleri aşıları, bütün dünyaya dağıtmaya, pardon satmaya başladı. Salgına hem yakalanmıyor hem kazanıyorlardı. Ticarette her şey zaten mubahtı.  

Kendilerine bile yetmeyecek aşıyı, yurt dışına satmaları sizi pek şaşırtmasın, bunu Hindistan zaten her zaman yapıyordu. Dünyada en fazla pirinç üreticilerinden ve en fazla pirinç ihraç eden ülkelerden biri olmasına rağmen, binlerce insanın bir avuç pirinci bulamadığı için öldüğü bir ülkeydi. Bu yüzden ha açlıktan, ha aşı yok diye ölmeleri pek garip gelmiyordu başta. Dedim ya ticarette her şey mubahtı.

Bu arada, sürekli yeni dinsel törenler buluyorlardı. Hindu inancında daha önce olmayan, hepsinden daha gösterişli ve tabii ki daha pahalı ‘ibadet’ler icat edilmeye devam ediyordu. ‘Hinduizmde zaten bu yoktu’ ama kimse aldırmıyordu. Teoliberal zenginler, ne kadar zengin olduklarını etrafa kimseye göstermeseler olmazdı ki. Koridorları geniş, kilometre göstergeleri yüksek otomobilleri, mesela tuvalet muslukları bile altından yapılmış evleriyle, mümkün olduğunca kutsanmış, boy gösteriyorlardı.

Bu arada 250 milyon kişinin katıldığı dünyanın en büyük çiftçi grevleri yapılıyordu. İktidar, kulaklarını tıkıyordu. Her fırsatta eski ve yeni kutsal gün ve şey, törenlerine katılıyordu. Bir yandan ‘Pandemi’ bahanesiyle her şeyi yasaklarken, öte yandan iktidar partisi seçim mitingleri, dini festivaller düzenliyordu.

Şimdi ise "Borsada en değerli şey oksijen tüpü" diyor Hintli yazar Arunduhati Roy…

Bundan 10 yıl kadar önce, Arunduhati Roy ile konuştuğumuzda, anlatıyordu; "Söylemeye çalıştığım şey şu. Bir yandan bu Hindu sağının faşist programı var. Öte yandan liberaller var ki onların işi de gidişatın hiç de o kadar kötü olmadığını anlatmak. 'Tamam, bu insanlar öldürüldü ama artık bunlar hakkında konuşmayalım, tamam bitti' diyorlar. Ama bir yandan da bu RSS isimli örgüt var ki bu ideolojiyi tüm ülkede yaygınlaştırıyor. 45 bin örgütü, 700 bin gönüllüsü var. Okulları, buralarda okuyan bir buçuk milyon öğrencisi, öğretmenleri, gecekondu örgütlenmesi, kabile örgütlenmeleri var. Bu, muazzam bir altyapı. Bütün bunlarla bu nefret mesajını yaygınlaştırıyorlar. Bu durumda ne yapacaksınız bilmiyorum. Çıkıp da herkes birbirini sevsin falan mı diyeceksiniz, bu kulağa çok aptalca geliyor…"

Daha sonra bu 10 yıl içinde sözünü ettiği örgütlerin onlarca saldırısı oldu. Henüz geçenlerde, göz yuman ve destekleyen polislerin eşliğinde, işçi sınıfına ve Müslümanlara saldıran RSS-Hindu faşistleri 18 kişinin ölümüne neden oldu.

Burada bir soluk alıp, soruyorum; Benzer hikayeler, benzer şekilde mi devam eder?

Yani Teoliberal iktidar hikayesinde sıra şimdi bunda mı ?

Bu soruyu size bırakıp, yine Arunduhati Roy’ ile bitireyim;

‘İhtiyacımız olan şey, popüler olmamayı göze alan insanlar. Kendilerini tehlikeye atmaya hazır insanlar. Gerçeği ifade etmeye hazır olanlar. Cesur gazeteciler bunu yapabilir ve daha önce de yaptılar. Cesur avukatlar bunu yapabilir ve daha önce de yaptılar. Ve sanatçılar; güzel, parlak, cesur yazarlar, şairler, müzisyenler, ressamlar ve film yapımcıları da bunu yapabilirler. Çünkü güzellik bizden yana. Tüm güzellikler bizimle birlikte.

Yapacak işlerimiz ve kazanacağımız bir dünya var…’


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...