Yapay organlar, sahici performanslar
Kanadalı yönetmen -yolunun kesişmesinin neredeyse kaçınılmaz olduğu- performans sanatını konu edinen yeni filmi Crimes of the Future / Müstakbel Suçlar’da eğesini bilemeye devam ediyor. Şok taktikleri, yakın plan beden hasarı görüntüleri, seyirciyle beraber fiziksel sınırlarını keşfeden karakterler Cronenberg evreninde dehşet saçma kapasitelerini koruyor.
Film eleştirmenlerinin gözde takdir ifadelerinden “cevher gibi”, David Cronenberg filmlerinin hemen hemen tamamı için kullanılabilir. Sadece filmlere atfedilen değer değil -hatta onun da ötesinde- yönetmenin film mecrasını işler tavrı da “cevher” değerlendirmesini hak ediyor. Zira bedene her tür müdahalenin reva görüldüğü Cronenberg dünyasındaki kesici, biçici aletler, aynı zamanda anlatı sinemasının yüzeyini işleyen kuyumcu alet edevatı gibi. Tabii, ortaya çıkardığına mesafesini koruyan, sonuçtansa işleme sürecine dikkat kesilen bir kuyumcu.
Kanadalı yönetmen -yolunun kesişmesinin neredeyse kaçınılmaz olduğu- performans sanatını konu edinen yeni filmi Crimes of the Future / Müstakbel Suçlar’da eğesini bilemeye devam ediyor. Şok taktikleri, yakın plan beden hasarı görüntüleri, seyirciyle beraber fiziksel sınırlarını keşfeden karakterler Cronenberg evreninde dehşet saçma kapasitelerini koruyor. Akranı birçok auteur için aynısını söylemek zor ama yönetmenin sinemasındaki tavır devamlılığının yolu kendini tekrardan geçmiyor. Müstakbel Suçlar’la yıllar sonra köklerine, body horror sularına dönmesindeki vaat, “tıpkı eskisi gibi” bir Cronenberg filmi seyredecek olmamız değil, onun afallatıcı tavrının hâlâ yürürlükte olduğunu görmek. Söz konusu tavrın -filmin öyküsü dolayısıyla- performans sanatıyla paylaştığı dertleri göstermesi de cabası.
Cronenberg sinemasında beden, eğilip bükülen, şekilden şekle sokulan hâliyle performans sanatındaki konumundan çok da uzak bir yerde değil. Tabii ki tekrar edilemezliğini bir koşul olarak ortaya koyan performans sanatı ile kurmaca bir dünyayı her gösterimde seyirci nezdinde yeni baştan dirilten anlatı sineması arasındaki uzaklık göz ardı edilemez. Performans icralarını olduğu gibi kaydedip tekrar dolaşıma sokmakla da aşılamayacak bir uzaklık bu. Ancak Cronenberg’in, bedeni perdede veya ekranda gösterme ve anlatmaktaki tercihleri, iki alan arasında bir denkliğin önünü açıyor. Yönetmenin yetiştiği B sinemasından miras şok taktikleri tiksinti ve dehşet yoluyla seyircinin bedenini hedefine alıyor, onun dürtülerine oynuyor. Aşama aşama ilerleyen bu oyunun sürekliliği, seyirci olarak görüntüyle ilişkimizin ne kadar didiklendiğine bağlı.
Cronenberg, bedenini bir oyun alanı gibi kullanan karakterlerinin maceralarında insan özünün nerede olduğu sorusunun cevabını vermeyi sürekli erteler. Videodrome’un TV yöneticisi için zihin kontrolü nerede başlar? Fly/Sinek’in bilim insanı kahramanı bedeninin dönüşümünün hangi aşamasında insanlığını kaybeder? Existenz’in biyoteknolojik video oyunu tasarımcıları için beden ne kadar güvenilir bir algılama aracıdır? Tüm bu ağır sorular Howard Shore’un irkiltici müziği, karakterlerin bedenselliğini öne çıkaran oyuncu yönetimi ve nesnesine kobay gibi yaklaşan mesafeli görüntü yönetimiyle canlılığını korur. Cronenberg kıssadan hisse misali cevaplar vererek seyircisini rahatlatmak yerine onun bedensel tepkilerine yüklenir, diken üstünde bir deneyimi yeğler.
Bedenin anlamını aldığı yapıların altındaki zemini oynatan, bir şeyin temsili olmaktan çıktığı anların peşindeki performans sanatıyla akraba bu tavır Müstakbel Suçlar’da iyice göz önünde. Stelarc ve Orlan gibi, sanatlarının odağına bedenlerini yerleştiren isimlere bariz referansların ötesinde bir bağlantı söz konusu. İnsanla makine arasındaki sınırların iyice eridiği bir gelecek kurgulayan öykünün performans sanatçısı kahramanları kendi bedenleriyle beraber iradelerinin de sınırını test ediyor. Yine bu geleceğin bir parçası “hızlı evrim” sendromundan mustarip Saul Tenser (Viggo Mortensen), partneri Caprice’in (Léa Seydoux) halka açık icra ettiği ameliyatlarla -filmdeki karakterlerden birinin ifadesiyle- bedenini bir tiyatro sahnesine dönüştürüyor. Tenser’in sendromundan kaynaklı oluşan ve neye yaradığı bilinmeyen yeni organlarının işlendikten sonra çıkarılıp kataloglanmasına dayalı bu pratik ile Cronenberg sinemasındaki genel tavrın örtüştüğü noktalar gözden kaçacak gibi değil. Caprice’in ameliyat yaparken ya da organları incelerken kullandığı, yılana benzer göz merceğinin de çağrıştırdığı üzere, Cronenberg seyircisini bedenin içine doğru, anlamın nerede başladığını keşif amaçlı bir yolculuğa davet ediyor. Böylece sentetik malzemelerden üretilmiş bu yapay organlar ve “-miş gibi yapan” oyuncular, gücünü “sahiciliğinden”, “orada bulunmasından” alan performans sanatıyla beklenmedik bir bağ kuruyor. Zira Müstakbel Suçlar, bu yolculukta bedene bir öz ya da anlam atfetmiyor, aksine onu bir çatışma alanı olarak ortaya koyuyor. VALIE EXPORT’un toplumsal cinsiyet hegemonyasını görünür kıldığı eylemlerinden Oleg Kulik’in uygar / barbar ikiliğinde kültürel kabulleri tehditkâr bir boyuta varıncaya dek kuşandığı durumlara, bir çatışma alanı olarak beden fikrini performans sanatı tarihi boyunca izlemek mümkün. Müstakbel Suçlar’ın özelliği ise bu hattın rastlantılara açıklığını, durumsallığını anlatı sinemasının kalıplarına hapsetmeden kendi dünyasına tercüme edebilmesi, onun yola çıktığı soruları filmin yapısının temeline yerleştirebilmesi.
Öykünün performans sanatçısı kahramanları, distopik bir gelecek tasarımından bekleneceği üzere bir noktada kendilerini direniş hattında buluyor. Ancak distopik gelecek tasarımından beklenmeyeceği üzere bu direnişe karşı takınılacak tavır belli değil. Zira aksi, filmin temelindeki “insan nedir” sorusuna kolaycı bir yanıt verme tehlikesini beraberinde getirebilirdi. Cronenberg, bu tehlikeyi atlatmakla kalmıyor, söz konusu soruya yanıt verme çabasının dahi nasıl sorunlu bir alana işaret edebileceğini gösteriyor. Açık kalan hangi olasılık varsa kapamaya odaklı anlatı sineması kalıplarında bunu gerçekleştirebilmesini ise biraz da performans sanatıyla alışverişine borçlu.
Müstakbel Suçlar MUBI’de gösterimde.