Yapay zeka: Masanın kural koyanı mı, sofranın yemek olanı mı?

Yapay zeka dünyayı “yerken,” Türkiye teknolojiye yön verecek değerleri ve politikaları şimdi oluşturmazsa, ileride başkalarının yazdığı algoritmalarla şekillenen bir toplum haline gelebiliriz.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Yapay zeka (YZ) artık sadece bilim kurgu filmlerinin değil, gerçek dünyanın bir parçası. İşe alımlardan alışveriş önerilerine, şehir planlamasından sağlık sistemlerine kadar her yerde onun izlerini görüyoruz. Ama durup şunu sormamız lazım: Bu teknolojiyi kim yönetiyor? Daha da önemlisi, Türkiye bu büyük dönüşümde nerede duruyor?

TEKNOLOJİ: YENİ BİR STRATEJİK GÜÇ MÜ?

Yapay zeka teknolojilerinin küresel güç dengelerini nasıl şekillendirdiği artık daha net görülüyor. ABD'nin yapay zeka uygulamaları için kullanılan çiplerin ihracatını sınırlandırma kararı, teknolojinin sadece bir inovasyon aracı değil, aynı zamanda bir stratejik silah olarak görüldüğünü kanıtlıyor. Bu karar, yapay zeka ve onun altyapısında kullanılan çiplerin, ekonomik ve güvenlik açısından kritik bir öneme sahip olduğunu gösteriyor.

Trump, özel sektörün yapay zeka altyapısını güçlendirmek için "500 milyar dolarlık" devasa bir veri merkezi yatırım planı açıkladı, bu da yapay zekanın artık sadece bir teknolojik yenilik değil, küresel güç mücadelesinin stratejik bir parçası olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Türkiye'nin, yapay zeka alanında bağımsız ve sürdürülebilir bir ekosistem geliştirmemesi durumunda, küresel kısıtlamaların yarattığı teknolojik açlıkla karşı karşıya kalması kaçınılmaz olabilir.

TEKNO-OLİGARKLAR: DİJİTAL ÇAĞIN GÜÇ SAHİPLERİ

Trump’ın başkanlık yemin töreninde Musk, Cook, Zuckerberg ve Bezos gibi teknoloji devlerinin boy göstermesi, dünyadaki güç dengelerinin sadece siyasette değil, teknoloji tahtlarında da kurulduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu tablo, politikaların artık ulusal sınırlarla değil, küresel çapta teknoloji stratejileriyle belirlendiğini ve dijital çağın bir tür "derebeylik düzenine" dönüşme riskini taşıdığını gösteriyordu.

Tekno-oligarklar, veri ve algoritmalarla insanların tercihlerini şekillendiren ve gündelik hayatı yöneten modern çağın liderleri haline geldi. Sosyal medya platformlarından arama motorlarına kadar, kullanıcı davranışlarını analiz eden bu yapılar, bireylerin düşünce sistemlerini etkileyebiliyor.

"Kahvenizi nasıl içeceğinizden, hangi haberlere inanmanız gerektiğine kadar her şeyi belirleyen bu dijital lordlara teşekkür mü etmeliyiz?"

Eğer bu güç merkezleri düzenlenmez ve denetlenemezse, toplumlar kaçınılmaz olarak "dijital çağın derebeylik düzenine" teslim olabilir.

DİJİTAL PARA ÇAĞININ İŞARETLERİ: TRUMP VE MELANİA COİN

Teknoloji devlerinin gücünü artırdığı bir çağda, Donald Trump ve eşi Melania Trump’ın kendi adlarını taşıyan kripto paraları piyasaya sürmesi, dijital dünyanın artık yalnızca ekonomik değil, siyasi gücün de merkezi haline geldiğini gösteriyor. Bu girişimler, “tekno-oligarkların” dijital çağın yeni derebeyleri olarak sahneyi tamamen ele geçirdiğini açıkça ilan ediyor. $TRUMP coin, kısa sürede 9 milyar doları aşan bir piyasa değerine ulaşırken, $MELANIA coin’in değeri 1,5 milyar doları buldu. Kripto paralar ve yapay zeka gibi teknolojilerin, yalnızca inovasyon değil, küresel güç dengelerini belirleyen birer stratejik araç haline geldiği bu dönemde, herşey çok hızlı değişecek.

GÖRÜNÜRDE İYİLİK, ALTINDA TEHLİKE

Yapay zekanın bize sağladığı kolaylıkları inkar edemeyiz. Trafik sıkışıklığını tahmin eden uygulamalardan, hızlı kredi değerlendirmelerine kadar pek çok şeyi kolaylaştırıyor. Türkiye’de belediyeler akıllı şehir projeleri için yapay zekadan yararlanıyor; dijital pazarlama dünyasında YZ, kullanıcı davranışlarını analiz ederek daha etkili kampanyalar oluşturuyor.

Ancak bu “iyilik” görüntüsünün altında bazı çatlaklar var:

Algoritmik Önyargılar: Eğer bir kredi başvurusunda bulunduysanız ve reddedildiyseniz, buna kimin karar verdiğini biliyor musunuz? Büyük ihtimalle, sizi “riskli” bulan bir algoritma. Peki, bu algoritma hangi verilere dayandı? Yaşadığınız mahalle mi? Eğitim seviyeniz mi? Ya da kimsenin farkında olmadığı gizli bir önyargı mı?

Eşitsizliklerin Derinleşmesi: Yapay zeka “tarafsız” gibi görünse de, aslında eğitildiği veri ne kadar yanlıysa, o da o kadar yanlı kararlar verir. Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranı düşük olduğu için, bir işe alım algoritması kadın adayları otomatik olarak “daha düşük performanslı” kabul edebilir.

TÜRKİYE’NİN VERİSİ, TÜRKİYE’NİN GÜCÜ

Yapay zekanın gücü, veriden gelir. Daha çok veri = Daha iyi yapay zeka. Ancak Türkiye’de bu veri meselesi başlı başına bir sorun:

Eksik ve Yanlı Veriler: Türkiye’de yapay zekayı eğitmek için kullanılan veriler çoğu zaman eksik, eski ya da belirli kesimleri temsil etmiyor. Örneğin, kırsal bölgelerdeki tarım çalışanları ya da mevsimlik işçilerin verileri sistemlere dahil edilmiyor. Bu da onları yapay zeka kararlarının dışında bırakıyor.

Veri Güvenliği: Türkiye, veri güvenliği konusunda hâlâ uluslararası standartlara tam olarak ulaşmış değil. Kişisel verilerimiz nasıl kullanılıyor? Hangi şirketler bu verilere erişebiliyor? Bu soruların net bir cevabı yok.

YAPAY ZEKANIN ETİĞİ: DOĞRU KARARLARI KİM VERECEK?

Yapay zeka sadece bir teknoloji değil, aynı zamanda bir değerler sistemi. Onu nasıl kullanacağımız, hangi sorunları çözmek için devreye sokacağımız ve sınırlarını nasıl belirleyeceğimiz tamamen etik bir mesele. Ancak Türkiye’de bu felsefi temeller henüz tartışılmıyor:

Amacımız Ne?: Yapay zekayı daha fazla kâr için mi kullanacağız, yoksa toplumsal eşitliği sağlamak için mi?

Bilgiye Nasıl Yaklaşıyoruz? : Yapay zeka modellerimizin neyi “doğru bilgi” olarak kabul ettiği, o modelleri şekillendiren insanların önyargılarına dayanıyor olabilir. Peki, bu önyargılar farkında olmadan sistemlere nasıl yansıyor?

Kim Kontrol Ediyor?: Türkiye’deki yapay zeka projelerinin çoğu özel sektörün elinde. Ancak bu şirketlerin kararları toplumsal sorumluluk taşımıyor. Oysa yapay zeka, herkesi etkileyen bir teknoloji.

TÜRKİYE İÇİN ÇIKIŞ YOLU: ÇÖZÜM ZAMANI

Türkiye’nin yapay zeka dünyasında yer alması, kapsayıcı ve tarafsız bir veri sistemi kurmasıyla mümkün. Eksik ve yanlı verilerle yapay zeka eğitmek, kendi önyargılarımızı algoritmalara kodlamak demektir. Bu yüzden, verilerimizin doğru, çeşitliliği temsil eden ve güvenilir olması şart.

Üniversiteler ise sadece mühendis yetiştirmekle kalmamalı, teknolojiyle felsefeyi bir araya getirmeli. Filozofların “Bu doğru mu?” sorusuyla mühendislerin “Bu çalışır mı?” sorusunun buluşması gerekiyor. Ancak böyle bir sistem, topluma hizmet eden yapay zeka projeleri doğurabilir.

Etik denetim mekanizmaları olmadan, yapay zeka kontrolsüz bir güç haline gelir. Her proje, toplumsal etkisini inceleyen bir raporla sunulmalı. “Algoritma tarafsızdır” klişesine sığınmak yerine, bu sistemlerin gerçekten adil olup olmadığını görmek için bağımsız denetim yapılmalı.

Veri şeffaflığı da olmazsa olmaz. İnsanlar, hangi verilerinin toplandığını ve nasıl kullanıldığını bilmeli. Şirketler “gizlilik politikaları”nı anlaşılır bir dille sunmalı. Kısacası, “Sizi önemsiyoruz” diyerek veri toplama dönemi sona ermeli.

SONUÇ: SOFRADA NEREDE OTURUYORUZ?

Yapay zeka dünyayı “yerken,” Türkiye bu sofrada hangi pozisyonda olacak? Kuralları koyanlardan mı, yoksa kurallara uyanlardan mı? Eğer bu teknolojiye yön verecek değerleri ve politikaları şimdi oluşturmazsak, ileride başkalarının yazdığı algoritmalarla şekillenen bir toplum haline gelebiliriz.

Teknolojiyi kullanabilenler ile kullanamayanlar arasındaki uçurumun büyümesi, dijital çağın yeni eşitsizlik kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye, bu yarışta geride kalmamak için yapay zekayı yalnızca ekonomik kalkınmanın değil, aynı zamanda toplumsal eşitliğin bir aracı olarak benimsemek zorunda.

Gelecek burada, masada yerimizi almak bizim elimizde. Ama bu yerin sağlam olması için teknolojiyi “felsefi bir akılla” yoğurmalıyız. Çünkü mesele sadece yapay zekanın ne kadar akıllı olduğu değil, bu aklın bizim geleceğimizi nasıl şekillendirdiği.