Yardımcı rolü başrole dönüştüren aktivist bir oyuncu: Donald Sutherland
Donald Sutherland bizce yirminci yüzyıla damga vurmuş bir oyuncu olarak aramızdan ayrıldı. Ardında çok büyük hatta unutulmaz yapıtlar bırakarak. Kuşkusuz onu özleyeceğiz ve belki de zaman zaman bazı filmlerde "Keşke bu rolü Sutherland canlandırsaydı!" diyeceğiz.
60’lı ve 70’li yıllarda sinema dünyasında zirveler yaşamış oyuncular aramızdan ayrılınca içimizi genelde bir hüzün kaplıyor: Bizce bunun sebebi, zamanında ‘altın çağını’ yaşamış Hollywood sinemasının temsilcilerinden birinin daha bizi bırakması oluyor. Hele bu isimlerden bazıları, sağlıkları el verdiği sürece çalışmaya, üretmeye devam etmişler ve dolayısıyla genç jenerasyondan sinemaseverlere de ulaşmayı, hafızlarında iz bırakmayı başarmışlarsa… Tabii ki belli bir süreden sonra, kariyerini noktalamayı tercih etmiş büyük isimlere de hiçbir sözümüz olamaz!
Birkaç sene önce aramızdan ayrılan Sean Connery, Michel Piccoli ve Ian Holm gibi isimlerden sonra bu ‘özleyeceğimiz isimler’ listesine, perşembe günü aramızdan ayrılan Donald Sutherland da eklendi. Ardında 200’den fazla yapım, çok büyük yönetmenlerle ortaklaşa çıkardığı başyapıtlar ve belki kendi ismini ve hatırasını bir süre taşıyacak aktör oğlu Kiefer Sutherland’ı (tek çocuğu değil) bırakarak…
Her ne kadar Donald Sutherland, genç jenerasyona kendini daha çok "Hunger Games" üçlemesindeki sert yönetici rolüyle tanıtmış olsa da, bu, tabii ki eklektik olduğu kadar zengin bir oyunculuk kariyerinin sadece küçük bir parçasıydı.
Aslında Donald Sutherland’ın yeteneğini tanımlarken birçok eleştirmen onu girdiği her kişiliğin içine ‘sinen’ adeta 'bukalemun tarzında bir oyuncu’ olarak tanımlıyor ama bizce bu tanımlama kesinlikle yeterli değil.
Çünkü Sutherland bizce yardımcı veya başrol olsun sadece onları başarıyla canlandıran değil, bazen sadece birkaç davranış ve sözle neredeyse o karakterin bütün hayatını tanıyormuşçasına onlara hayat veren bir sanatçıydı! Gençliğinde bile hiçbir şekilde bir ‘jeune premier’eye benzemiyordu ve oyuncu, cazibesini dikkat çeken gizemli havası, bazen kendini ortamdan ‘soyutlamış’ izlenimi veren karizması ve adeta ‘içimizi delen’ bakışlarıyla yaratıyordu!
ANTİ-KAHRAMAN OLMAK!
Bilindiği üzere bir filmde anti-kahramanı oynamak oldukça zor bir iştir. Birçok film asıl ‘safları’ kahraman ve düşmanı olarak ayırırken, empati kurması gereken başkarakteri oldukça kusurlu, karanlık tarafa yakın ve birçok hatalı eylemde bulunan birisi gibi tanıtmak seyircinin biraz ‘kaybolmuş’ hissetmesine yol açabilir. Sutherland bu zor görevi en iyi başaran oyunculardan biriydi!
Kariyerine birçok televizyon dizisinde ufak rollerle başlayan Kanadalı oyuncu, ilk defa o yılların ‘kült’ dizisi (çok sonra bizce başarısız bir ‘remake’ini gördüğümüz) ‘Tatlı Sert'teki (Chapeau melon et bottes de cuir) (1961) rolüyle dikkatleri çekti. Bu ilk önemli adımdan sonra asıl önemli çıkış Charles Bronson’la yan yana oynadığı "12 Kahraman Haydut" filmiyle oldu. Daha bu ilk filmde bile filmde kendine has sinsiliği, olayların gerçekliğinden ‘soyutlanmış’ bir ruh halini vermeyi başarıyordu.
Sutherland’ın sonrasında yükselişe başlayan kariyeri oldukça eklektik bir yol izledi. Oyuncu hem Otto Preminger, Robert Aldrich gibi o dönemin Hollywood sinemasının adeta ‘kilometre taşlarını’ döşeyen yönetmenlerle çalışıyor ama bir yandan da Claude Chabrol veya Frederico Fellini gibi ‘auteur’ yönetmenlerin filmlerine dahil olmaktan geri durmuyordu.
Daha sonra yetmişli yıllarla birlikte birbirinden önemli, kariyerini belirleyecek roller geldi: Savaş karşıtı "M.A.S.H" filmi, onun aynı zamanda aktivist yönünü de açığa çıkaran bir yapımdı. Başrolü paylaştığı Jane Fonda ile birlikte Vietnam Savaşı'na karşı isyan etti. Bir ara ‘Black Panthers’ grubunu destekledi.
Tam bir sene sonra Alan Pakula’nın filmi "Klute"da bir seks işçisini tehdit eden bir katilin peşindeki dedektifi canlandırdı. Oyuncu bu rolde de adeta ‘ışıldıyordu!’
BEKLENMEDİK BİR KAZANOVA!
1976 yılında ünlü yönetmenin "Casanova" rolü için onu seçmesi bizce inanılmaz bir sürprizdi. Kuşkusuz kendisi de dahil birçok kişi asıl özelliklerinden biri güzel kadınları baştan çıkarmak olan bir kahraman için fiziken ilk tercih olmayacağını düşünüyordu. Ama bu film, sonuç olarak bir Fellini versiyonuydu ve oyuncu abartılı bir makyajın yardımıyla bu hikayeye gerekli mizahı ve absürt havayı katmayı başardı.
Yine aynı yıllarda Bertolucci’nin önemli filmlerinden "1900" geldi. Bu filmdeki faşist ve sadist ustabaşını karikatüre düşmeden etkileyici bir şekilde çizmeyi başardı.
Ancak dediğimiz gibi Sutherland belli tür rollerle yetinmeyerek ve oyunculuk ‘paletini’ sonuna kadar kullanarak, kariyerinde iki defa seyircilerde ciddi bir empati duygusu uyandıracak, çocuğunu kaybeden bir babayı (ilki Nicolas Roeg’in "Don’t Look Now"/1973, ikincisi Robert Redford’un "Ordinary People"/1980’de olmak üzere) canlandırdı. Özellikle bu filmlerden ilki bizce sinema tarihinin trajik olduğu kadar en irkiltici örneklerinden biriydi. 1978 yılında rol aldığı "Invasion of Body Snatchers"ı da dönemin en aykırı bilimkurgu/gerilim filmleri arasına koyabiliriz.
Sutherland, 90’lı yıllarla daha çok yardımcı rollere kaymaya başladı. Ama bizce bu kesinlikle bir düşüş veya emekliliğe geçiş değil daha çok yaşının da getirdiği etkiyle bir tercihti. Oyuncu, bu büyük bütçeli ve iddialı Hollywood filmlerinde, rolü ne kadar kısa olursa olsun asla bütüncül bir karakter çizmekten geri kalmıyor, bir tekrara düşmüyor, göründüğü sekanslarda filmin ana senaryosunu besleyen kendi ‘hikayesini’ yazıyordu. Bu performansların ilk aklımıza gelenlerden birkaçını sayacak olursak: Başkan Kennedy’nin suikastının arka perdesine ışık tutan Oliver Stone’un "JFK" filminde sadece bir sekansta görünüyor, davayı araştıran baş savcıya önemli bilgiler veren, X takma adlı eski bir gizli servis ajanını canlandırıyordu. Neredeyse göründüğü her karede adeta bir ‘makineli tüfek’ hızıyla konuşan bu karakter, birçoğumuza ‘geveze’ gelebilecek bir sekansa inanılmaz bir gerilim ve ağırlık katıyor, onu ana hikayenin en önemli dönemeçlerinden biri haline getiriyordu. Aynı şekilde 1991 yılında rol aldığı "Backdraft" filminde Roland adında bir kundakçıya (piroman) hayat verirken yine sadece iki sahnede görünmesine rağmen birkaç dakikalık bir sürede yüzünden adeta yarım düzine hissiyat geçiriyor, karakterine büyük bir derinlik katıyordu. Hatta bazı ana karakterlerden bile daha hatırımızda kalan bir portre çizdiğini söylersek abartmış olmayız. Wolfgang Peterson’un 1995 yılında imzaladığı gösterişli "Outbreak" filminde zalim, sert ve ‘kapalı’ bir subaya hayat veriyor, bir kez daha etkileyici bir performans gösteriyordu.
ÜST DÜZEY DİZİLER…
Sutherland, 2000’li yıllarda aynı yoğunlukta olmasa da çalışmaya devam etti. Muhtemelen bir arkadaşlığı, en azından tanışıklığı olan, aynı jenerasyondan Clint Eastwood’un yazıp yönettiği "Space Cowboys"da (2000) önemli bir rol üstlendi. Aynı zamanda televizyonu da ihmal etmedi. Özellikle 'Dirty Sexy Money'deki (2007) Patrick Darling ve 'Undoing'deki (2014) baba Reinhart rolleri bir kez daha büyük yeteneğini gösterebildiği alanlar açtı.
Sonuçta Donald Sutherland bizce yirminci yüzyıla damga vurmuş bir oyuncu olarak aramızdan ayrıldı. Ardında çok büyük hatta unutulmaz yapıtlar bırakarak.
Kuşkusuz onu özleyeceğiz ve belki de zaman zaman bazı filmlerde "Keşke bu rolü Sutherland canlandırsaydı!" diyeceğiz.