Yargı darbesi mi?
Hukuk kurallarının yerini, yerli ve millilik ekseninde yerli ve milli olmayanın tespitine ilişkin kararlar aldığında Türkiye’de rejime ad bulma çabalarına da gerek kalmayacak.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin, Anayasa Mahkemesi’nin Şerafettin Can Atalay başvurusunda verdiği karara uymama; Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için TBMM’ye bildirimde bulunma ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararda ihlal yönünde oy kullanan Mahkeme üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma hükümlerini içeren 8.11.2023 tarihli kararı önümüzdeki günlerde çok konuşulacak, devletin yeninden inşası zemininde yapılan iktidar içi kavgaya da bir süreliğine dekor olarak hizmet edecek. Kararda ileri sürülen hukuki argümanlarla ilgili uzun uzadıya yazmaya gerek görmüyorum; yüksek lisans tezlerine bolca atıf yapan yüksek mahkeme, oy birliği ile anayasanın amir hükümlerini; 1961’den beri hukuk devletini mümkün kılan anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesini askıya aldığını ilan etti. Anayasa’nın 11. ve 153. maddelerine aykırı bir karar vermekle sınırlı değil yaptığı; anayasanın üstünlüğünü tanımayarak anayasayı askıya almaya kadar varıyor. İşte bir yargı darbesi mi sorusunu meşru kılan da bu. Peki Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu gücü nereden alıyor olabilir? Türkiye, bir jüritokrasi olmadığına göre; kavgayı da yargıçların hukuk yorumları arasındaki farklılıklardan doğan bir kriz olarak göremeyeceğimize göre, kavga nerede?
Bu konuda birkaç ipucu var. Birincisi, hemen yakalanabilecek bir ipucu. Kararın yayımlanmasının ardından ilk alkışı koparan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un yargıya ilişkin tasarımıyla mevcut hukuk düzenimizin şeklen de olsa bağlı olduğu kurallar evreni arasındaki çelişki. Yargıtay kararı, özellikle de AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması nedeniyle Uçum tasarımı için hazırlanmış gibi. Zira Uçum’un uzun bir zamandır teorisini yapmaya soyunduğu yerli-milli yargı; yargı ve idari bürokrasinin içinden yerli-milli olmayanları arındırma gibi 1930’lar Avrupasını felakete sürükleyen hukuk fikrinin ilk ciddi pratiğini ortaya koydu Yargıtay 3. Ceza Dairesi. Uçum’un 15-16 Temmuz Milli Demokratik Halk Devrimi’nin sonucu olarak ortaya çıktığını ifade ettiği yeni rejimin hukuk düzeni bir norm düzeni değil, bir egemenlik ilişkisi olarak ortaya çıkıyor. Uçum bunu şöyle açıklıyor: “Bir norm düzeninin hangi hukuk siyasetine göre şekillendirildiği sorunu, politik hukukun konusunu oluşturur. … Hukuk fetişizmine karşı güvence, toplumsal meşruiyete dayalı siyasetin varlığıdır. Kuralsızlığa karşı güvence ise toplumsal egemenliğe dayalı anayasal sistemdir.” Egemenlik de temsili değil toplumsal egemen olarak (bu her ne demekse) Cumhurbaşkanına ait elbette. Böylece halk-hareket-lider özdeşliğinin yargı alanına yansıması da yerli milli unsurların egemenin tasarruflarını bilerek karar vereceği bir yargı tasarımı oluyor. Uçum’un Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararının ardından yaptığı yorumu bu gözle tekrar okuyalım:
“Yargıtay’ın AYM ihlal kararına uymama kararı gerekçeleriyle doğrudur. Tepki gösterenlerin Yargıtay kararını okuyup okumadıkları da ayrı bir sorundur. Suç duyurusu meselesi ise Milli Yargıya karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner bir tavırdır. Bir anlamda kral çıplak demektir. Yönteminin bu olup olmadığı ayrıca tartışılır ama cesareti tartışılmaz. Yargıtay’ın kararı ayrıca turnusoldur, kim Milli Yargıdan yana kim değil belli olur. Türkiye, Milli Yargısını batıcı ve neo liberal yargı anlayışlarına karşı sonuna kadar savunacaktır, kimsenin bundan şüphesi olmasın.”
Bu milli yargı nedir peki? Mesela batıcı ve neoliberal yargı anlayışında değil ne demek? Örneğin Erdoğan’ın öncüsü olduğu ve cumhuriyet döneminde birikmiş ne varsa satılmasını sağlayan özelleştirmeler döneminde Danıştay’ın durumu gibi mi? Hayır! Uçum bunu kastetmiyor. Onun kastettiği açıkça liderin ağzından çıkan kararı tahmin eden bir yargı sistemi. Bu nedenle evrensel hukuk kurallarını, temel hak ve özgürlüklerin bütünselliği ve evrenselliğini yok sayan; bütün hukuk güvencelerinin üstünde yer alan bir keyfi yönetime millilik adına kapı açacak bir düzenin yargı ayağının tasarımı bakımından çok önemli bir adım attı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 5 üyesi. Milli yargı – milli hukuk fikri sandığımızın ötesinde bir savunucuya sahip. Benim fantezilerini okuma şansı bulduğum bir diğer hukuk uygulayıcısı Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü’nde Genel Müdür Yardımcılarından Selami Turabi. Turabi, AYM raportörlüğü ve akademik kariyer de yapmış. Milli ve yerli hukuku, vatanın düşmanlarını ve Batı’daki destekçilerini tespit, tasnif ve bertaraf etmek için kullanmayı öneren Turabi; kitabında milli ve yerli hukuktan ne anladığını şöyle açıklığa kavuşturuyor: "Türkiye’nin ifade özgürlüğü anlayışı Türklerin İslam'la tanışma süreciyle yakından ilgilidir. Zira İslam dini düşünce ve fikir özgürlüğüne dair özel bir anlayış ortaya koymuş, Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere hazreti peygamberimizin hadisi şeriflerinde konuyla ilgili örnek uygulama ve emirler yer almıştır.” Eski AYM raportörü, doçent, Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdür Yardımcısı’na göre uymamız gereken milli esaslar böyle…
Dolayısıyla, krizi yaratan kavga asıl olarak yeni bir devlet tipi, yeni bir rejime geçişe ilişkin; bunun yargı ayağı, Cumhurbaşkanı danışmanı Mehmet Uçum’un katkılarıyla oluşmuş tasarım işin bir boyutunu oluşturuyor. Bu boyuta ilişkin fanteziler yaygın ve çeşitli, fakat asıl olarak yargının idare üstünde herhangi bir denetime sahip olmaması; daha da önemlisi herhangi bir yargı mensubunun Uçum’un ifadesiyle “cesurca” kararla yerli ve milli olmamakla suçlanarak arındırılabilmesini sağlayacak bir anayasasız düzen yargı düzeni tasarımı olması.
Kavgaya ilişkin ikinci ipucu ise yeni anayasa tartışması bağlamında Yargıtay kararının ve Uçum’un milli yargı kavramsallaştırmasının çakışması. İkinci ipucu da aynı kapıya çıkıyor; yeni rejim geçişi bağlamında yargı organının şekillendirilmesi.
Bütün bu ipuçları bizi nereye götürür? Yargıtay 3. Dairesi'nin bu denli siyasi bir kararı kendi gücüne dayanarak almadığını varsayarsak AYM’nin kapatılması ya da yeniden yapılandırılmasını talep eden Bahçeli mi Erdoğan’ın atadığı AYM üyelerini yargılatacak kadar güçlü? Saray’ın yargı düzeni konusundaki tasarruflarını Uçum mu belirliyor? Eğer bu kavga Yargıtay kararının arkasındaki fikir ve güçlerin istediği doğrultusunda bir yargı düzeninin oluşmasına doğru bir yolu açarsa, Türkiye’nin dahil olduğu hukuk sistemi ve devletlerarası ilişkiler nasıl dönüşecek? Bu soruların yanıtları birkaç hafta içinde şekillenmeye başlayacak gibi görünüyor.
Bir soruyla değil, belirlemeyle bitireyim: Hukuk kurallarının yerini, yerli ve millilik ekseninde yerli ve milli olmayanın tespitine ilişkin kararlar aldığında Türkiye’de rejime ad bulma çabalarına da gerek kalmayacak.
Dinçer Demirkent Kimdir?
1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.
1924 Anayasası’nın 100. yılında güncel bir anayasa tartışması 22 Nisan 2024
AYM kararlarının bağlayıcılığı 28 Aralık 2023
Saltanata sövmek cumhuriyetçiliğin özüdür! 24 Kasım 2023
Anayasa değişikliği yoluyla karşı-anayasacılık 21 Eylül 2023 YAZARIN TÜM YAZILARI