Yargı dizisi bir kamu spotu değildir: Teşekkürler
'Yargı’nın uluslararası arenada ödüllendirilmesi mutluluk verici. İzleyici olarak biz de üçüncü sezonda yeni bir diziymiş gibi izlemeye başladığımız 'Yargı’nın tüm ekibini ve özellikle görünmez kahramanlar olarak setteki emekçilerini tebrik edelim.
Adaleti mumla aradığımız zamanlarda 'Yargı' dizisini izlemeye başladık. İlk sezonda ilk bölümü izlediğim zamanı hatırlıyorum. Kadın cinayeti hikayesinin ardında Münevver Karabulut cinayetine gönderme yapılıyor diye düşünmüştüm. Kadınların gerçek hayatta olduğu gibi ekranda da sürekli şiddete uğradığı bir dünyada cesur bir hareketti televizyonda çöp kutusundan çıkan kadın bedeni. Şiddetin kendisini göstermeden, yeniden üretmeden de ekrana taşınabileceğini kanıtladı 'Yargı'. Sonra başka pek çok temsilin krize dönüşmeden ya da kamu spotu tadında olmadan da anlatılabileceğini gösterdi. Bizler şerbetli izleyicileriz, bir kadının parmağını kırma sahnesini en yakın çekimle izleyip (izlemek eylemini daha çok maruz bırakmak anlamında, kumandaya uzanıp kanal değiştirene kadar geçen sürede izlediklerimiz olarak kullanıyorum) ardından ödül alan kadın senaristleri de, devlet televizyonundaki dizide çocuklara şiddet uygulandığını da izledik, izliyoruz. Ancak bir insanın ömrü boyunca hiçbirinin başına gelmemesini dileyeceğimiz tüm olayları bir sezonda Ceylin karakterine yaşatan 'Yargı' dizisi üzerinden hiç bu sorunları konuşmadık. Konuşmadık çünkü ekranda her konunun anlatabileceğini ama nasıl gösterildiğinin önemli olduğunu 'Yargı’da gördük.
Ben sıkı bir 'Yargı' izleyicisiyim. 'Yargı' dizisi için bir quiz şov düzenlense iddialı olurum (buradan Kızılcık Şerbeti quiz şovculara yeni organizasyon için sesleniyorum). İkinci sezonun sonunda dizinin biteceğini düşünüyordum. "Ekranlarımızdan 'Yargı' dizisi geçti" başlıklı bir yazı hazırlamaya başlamıştım. Dizinin üçüncü sezon haberi gelince yazıyı erteledim. Ama Uluslararası Emmy Ödülleri’nde En İyi Telenovela Ödülü alan ve bu ödülü televizyon ekranında yayınlanan ilk dizi olarak alan 'Yargı' için yazıyı daha fazla bekletmemeye karar verdim. Övecek senarist, yönetmenler, oyuncularımız var. Övgü yazısı okumaya alışkın olmayanlar yazıyı terk etmeyin, sizin için de birkaç cümlem olacak elbette.
YouTube’da Diziwiz programında son konuklarımız Sema Ergenekon ve Uğur Aslan olmuştu. Onları birkaç saatliğine tanıyınca oluşan hislerimi programda söylemiştim: Bir oyuncunun canlandırdığı karakteriyle onu gerçek hayatta bir sanmak oyuncunun başarısıdır. İzleyici olarak 'gerçekçilik' arayışımız bitmiyor ama bir de birey olarak hakikatle meselemiz var. Adalet sisteminin bize sunduğu hakikat ve adil bir dünya idealiyle ilgili derdimiz bitmiyor. Ülkenin bu koşullarında ekranımızdaki bu oldukça bireysel ama bir o kadar da toplumun meselelerine sırt çevirmeyen, derdi olan bir hikaye anlatıyor 'Yargı'. Bu hikayede izleyici kimi zaman kendine ait bir parça buluyor, kimi zaman ağlıyor, gülüyor, üzülüyor, bazen yok artık, bu kadar da olmaz diyor ama en çok da merak ediyor.
'Yargı’yı televizyon ekranındaki pek çok diziden farklı kılan unsurlardan biri senaryodaki oyunlarla izleyicinin sürekli merak etmesini sağlamaları ve bunu yaparken hikayeyi sündürmeden katili açıklayıp, bir de sezon ortasında öldürecek kadar hızlı davranmalarıydı. Yoksa katili üçüncü sezon açıklamaya niyet eden bir senaryo da olabilirdi. 'Yargı’da en azılı katil, en dolandırıcı, en düzenbaz karakterler gösterilirken herkesin içinde bir karanlık taraf var (mıdır) sorgulanıyor. Karanlık tarafa yaklaşan savcı, karanlık tarafa geçen emniyet amiri, iki taraf arasında dolanan ama hep iyiden yana bir avukat ve hepsinin ortasında ne yapacağını şaşıran bir komiser. Aslında bu karakterler hepimiziz. İçimizde diploması olmadan diploma gerektiren bir iş yapanlar, bunun vergisini bu sefer vermesem ne olur diyenler, sınavda kopya çekmenin ahlaki bir sorun olmadığını düşünenler var. Bu arkadaşlara kötü bir haberim var; gerçek hayat, 'Yargı’daki gibi kendini temize çekip affedici olmayabilir.
'Yargı’yla gördük ki, dizilerde kadınlar iş hayatına katılabiliyormuş, ne iş yapıldığı belli olmayan holdingler dışında da mesleği olan, kendi ayakları üzerinde duran kadınlar olabiliyormuş ekranda. Kadınlarla erkekler arkadaş olabiliyormuş, bu arkadaşlıklar iki gün sonra illa ki bir yakınlaşmaya dönmek zorunda değilmiş. Hikayelerin çatışma konusu entrikadan farklı bir şekilde de kurulabiliyormuş. Kalabalık aile, çekirdek aile, aile olmayan bireyler varmış. Toplumun tartışmalı gündemleri kamu spotu tadında olmadan da anlatılabiliyormuş. (İstanbul’daki taksi sorunu, KPSS’de mülakat konusu, illegal satılan sigaralar, sosyal medyada özel hayat sunumu vb.) Tüm bunlar 'Yargı’yı toplumdaki her konuyu dert edinen insanların anlattığı bir hikayeye dönüştürüyor. Öyle olmasaydı bu sezon Ceylin ve Ilgaz’ın çocuklarının öldüğünü düşünen izleyiciye "3 çocuk annesi bir kadın olarak bir çocuğun ölümünü yazacağımı düşünmüyorsunuz değil mi?" diye sosyal medyadan seslenen gerçek bir senaristimiz olmazdı.
Televizyon ekranının kodları içinde, her hafta 140 dakikalık dizi için senaryoyu yazması, çekmesi, kurgulaması günlerce sürerken izleyicinin sorguladığı, hikayede bulduğu (ya da bulduğunu düşündüğü) boşluklar elbette oluyor. Polisiye-drama türündeki dizinin izleyiciye sunduğu bulmacada da bazen atlamalar ya da çok zorlama tesadüfler oluyor. Ama oyuncuların performansını, rollerini, birlikteliklerini öyle kanıksadık ki bunları görmezden gelebiliyoruz.
'Yargı’nın uluslararası arenada ödüllendirilmesi mutluluk verici. İzleyici olarak biz de üçüncü sezonda yeni bir diziymiş gibi izlemeye başladığımız 'Yargı’nın tüm ekibini ve özellikle görünmez kahramanlar olarak setteki emekçilerini tebrik edelim.