'Yarın böyle olamaz, nasılsa olamaz!'
Tomris Uyar’ın kırk üç yaşının haziranında yazdığı yazının gerçekleri benim kırk üç yaşımın, şu anın, bu haziranın da gerçekleri. Kırık dökük, çürük dişleri andıran bu köprüden kim bilir daha kaç nesil geçmeye çalışacak?
Her nesil, batış nesli olmaya mahkûm. Ne tesadüf ne de kötü talih!
Tomris Uyar’ın bir yazısı beni bu batış nesli fikrine sapladı. Uyar’ın kırk üç yaşının haziranında yazdığı, bu ülkede sıradan bir pazar günü geçirmeyi anlattığı bir yazı. Sadece pazar günlerinin değil, günlerimizin, geçmişin, geleceğin bitmeyen batış öyküsü.
Kırk üç yaşındayım, aylardan haziran. Ve sıradan bir pazar geçirmeye çalıştığımda Tomris Uyar’ın karşısına çıkanlarla karşılaşıyorum. Her şey aynı. Aradan geçen otuz dokuz yıla rağmen. Her şey hâlâ paramparça. Hatta daha da paramparça. Uyar, “Sıradan Bir Günde…” adlı yazısını 1984’te yazmış. Türkiye, bastıkça tahtaları kırılan asma bir köprü. Kırık dökük, çürük dişleri andıran bu köprüden kim bilir daha kaç nesil geçmeye çalışacak?
Tomris Uyar’ın sıradan pazar günü nasıldı? Anlatayım.
Uyar, erkenden kalkıyor, hava mis gibi. Sokaklar henüz bomboş. Çay demlenirken gazetelere göz atıyor. İşsizlik almış yürümüş; oturduğu sokağın köşesinde el arabasında hıyar soyup satan mühendis düşüyor aklına (İyi ki sosyal bilimci kuryeleri görmedi Tomris Uyar). Sayfalarda zam haberleri bitmek bilmiyor. “Dar bir boğazdan geçildiği için özverilere katlanmamız gerektiği” yazıyor. Doğduğu günden bu yana hep darboğazdan geçtiğini hatırlıyor. Artan faizler, enflasyon, işsizler ordusu derken çayın tadı bozuluyor.
Boğucu haberlere yenilme diyerek günün güzel yanlarını bulmaya çalışacak ama sayfalar izin vermiyor. Öğrenimin paralı olacağı haberi tam karşısında (Artık paralı demek yetmez servet karşılığı). Öğrencilerin sorunları... Ana babaların hırslarını doyurmak adına en güzel yıllarını kurslarda tüketen, ezilip kırılan, “oyuncak haline getirilen” çocuklar…
“Diyelim ki yarışı başarıyla bitirdi, bir mesleğe kavuştu,” dedikten sonra soruyor Tomris Uyar: “O mesleği nasıl uygulayacak? Nerede iş bulacak? Ömrü ana-baba baskısıyla toplum baskısı arasında mı geçecek? Toplumumuzda ‘altın bilezik’ diye tanımlanan mesleğini bozdurup üç aylık faize yatırsa eline ne geçer acaba?”
Düşünceleri umuda yakın değil ama “gün hâlâ dipdiri, ışıl ışıl duruyor pencerenin dışında.” Kalkıp yürüyüşe çıkıyor. Bir eczanenin vitrininde ithal diş macunları, şampuanlar, güneş gözlükleri… Fiyatları el yakıyor. Kadınların gösteri sanatçıları, erkeklerin manken gibi giyindiği caddelerden geçiyor. Gözlerine inanamıyor, bir yanda sefalet diğer yanda görkem. Ana caddede kötü beslenmekten yüzleri sapsarı kesilmiş çocuklar, sigara satıyorlar. Kasetçilerden arabesk şarkılar yükseliyor. 20-30 yaş arası işsizler biracıları doldurmuş (Şimdi ne mümkün!).
Tomris Uyar yürüdükçe çocukluğunu geçirdiği kentte bir yabancıya dönüşüyor. Her adımda daha yabancı. Tanıdık gelen tek şey kaldırımlarda satılan çiçeklerin kokuları. Eve dönmek için adımlarını hızlandırıyor. Hiç değilse bildiği bir ortam...
Evde bir konyak dolduruyor kendine. “Bir yurttaş olarak Toplu Konut Fonu’na katkıda bulunuyor” böylelikle. İkinci konyakta direnci yerine geliyor. “Yarın böyle olamaz, nasılsa olamaz!” diyor içinden. Ve yazıya oturuyor. Yazının ikinci kopyası için bir yüzü kullanılmış bir kâğıt arıyor.
İşte benim (sadece benim mi!) pazar günlerim, günlerim. Eksiği yok, fazlası var. Tomris Uyar gibi “Yarın böyle olamaz, nasılsa olamaz!” diyorum içimden. Demekten vazgeçme! Tıpkı onun gibi yazıya oturuyorum. O, yazının ikinci kopyası için bir yüzü kullanılmış kâğıt arıyordu. Ben, yazıyı yedeklemek için kendime e-posta yolluyorum.
Aşkın Yıpranma Payı, Tomris Uyar’ın Elele dergisindeki yazıları ve söyleşilerinden (1976-1985) oluşuyor. Handan İnci’nin hazırladığı, Yapı Kredi Yayınları’nın yayımladığı kitap, Türkiye’nin her anlamdaki tüm çarpıklıklarını ortaya koyuyor. Güncelin edebiyatçının bakış açısıyla buluşmasına iyi bir örnek. Yazıda bahsi geçen “Sıradan Bir Günde…” adlı yazı bu kitapta yer alıyor.