'Yarın Diyarbakır'a da kayyım atanır mı?'
Barışa ve özgürlüğe dair 'umut hakkımızı' koruyarak, Öcalan'ın aldığı inisiyatifin Kürt siyasi hareketi, iktidar ve uluslararası oyun kurucu aktörlerdeki karşılığını görmeyi beklemekte yarar var.
AKP iktidarının ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli'nin DEM Parti'ye 'el uzatıp' ardından, PKK lideri Abdullah Öcalan'ı Meclis'te açıklama yapmaya davet eden açıklamasıyla başlayan 'süreçte' ortaya çıkan sorular hala yanıtlarını arıyor. Öcalan'ın İmralı Heyeti tarafından aktarılan açıklaması aslında bu soruları daha yakıcı ve acil hale getirdi. O soruların her biri ayrı konu ama genel kamuoyu açısından bakmaya çalışırsak, soruların başında, Türkiye'nin demokratikleşme sürecine girip girmeyeceği yer alıyor. Ya da başka bir deyişle “Muhalefeti susturacak hukuk dışı uygulamalar sürecek mi?” Armağan Çağlayan'ın, açıklamanın Kürtçe kısmında NTV'nin sesi kısması üzerine, “Ne olur ne olmaz, bir ay sonra dönüp 'Siz Kürtçe yayın yaptınız' derlerse diye herhalde” şeklinde paylaşım yapması da bu sorunun şık mizahi haliydi. Yıldıray Oğur'un, “Arkadaşlar sevinirken 8 yıl sonra aleyhimize delil olacak tweetler atmamaya dikkat edelim” paylaşımı da öyle.
***
Öcalan'ın son açıklamasına kadar adı hala konulamayan 'sürecin' demokratikleşmeye dair bir ipucu dahi içermemesi, hatta aksi yönde bir istikamete işaret etmesi (gazetecilerin, siyasetçilerin ve hatta bir falcının tutuklanması, demokratik seçimle gelmiş belediyelere kayyım atanması vs.) bu konudaki şüpheleri hala güçlü tutuyor. Öyle ki, İmralı Heyeti'nin basın toplantısı sonrasında meseleyi yakından takip eden çok sayıda gazeteci kendi aralarında sohbet ederken, “Yarın Diyarbakır'a kayyım atanır mı?” esprisi yaptı. İşin esprisi bunun bir espri olup olmamasındaki belirsizlikte yatıyordu... Pervin Hanım'ın açıklamayı okurken, "ömrünü tamamla(ma)mış" diye dilinin sürçmesi de soru işaretleri ve şaşkınlığı espri ile izah etmeye yardımcı oldu.
***
Ezcümle, Öcalan'ın çağrısı olabildiğince netti ama soru işaretleri azalmadı. Çünkü iktidar kanadından bu konuda en ufak bir iyimserlik yaratacak adım görülmemişken, iki gün öncesinde PYD lideri Salih Müslim'le röportaj nedeniyle gazeteci Nevşin Mengü hapis cezasına çarptırılmışken, Taksim'de bir otelde PKK lideri Abdullah Öcalan'ın “Biji serok Apo” sloganıyla karşılanan “Asrın çağrısı”na tanıklık etmek bir distopya gibi duruyordu. Yoksa her şey “Erdoğan AKP'nin iktidarını sürdürmek için kurduğu bir oyunun sahnelerinden mi ibaretti?”, “İktidar masada elini en güçlü halde tutmak için tam saha baskıyı sürdürerek bu açıklamayı bekliyordu, adımlar sonra mı atılacaktı?”
***
Öcalan'ın açıklamasındaki “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” cümlesi de -en azından Kürtler açısından- soru işaretlerine yeni bir soru ekliyordu: “Ayrı devletten ve federasyondan çok önce vazgeçilmişti tamam ama özerklik ve anadilde eğitim gibi taleplerden de mi vaz geçiliyordu?” Belki devletin 'süreçte' ilerlemesi bakımından elini rahatlatacak bir söylemdi bu ama “Peki Kürtlerin talebi ne?” sorusunu akıllardan geçiriyordu aynı zamanda. Burada “idari özerklik” ibaresinin “demokratik özerklik” paradigmasından vazgeçildiği anlamına geldiğini sanmıyorum ama sorunun haklılığını gidermiyor bu tespit...
***
Cevabı hala aranan bir diğer başlık da çağrıda yer alan “tüm gruplar silah bırakmalı” sözüne bağlı olarak zihinleri kurcalayan “Rojava'daki SDG de mi silah bırakacak?” sorusu. Öcalan'ın bu ifadeyle SDG'ye çağrı yapıp yapmadığı konusunda gazeteciler sıcağı sıcağına epey beyin jimnastiği yaptı otel önünde. Salih Müslim'in 'Suriye Demokratik Güçleri ile diğer bileşenlerin bir araya gelerek çağrıyı değerlendireceklerini ve bir yol haritası çizeceklerini' açıklaması, Öcalan'ın silah bırakma çağrısının Rojava'yı da içerdiği yorumlarını beraberinde getirdi. Müslim'in Al Arabiya’ya yaptığı açıklamada "Abdullah Öcalan'ın açıklamalarına katılıyoruz. Siyasi bir grup olarak faaliyet göstermemize izin verilirse silahlara gerek kalmaz. Silah taşıma nedenleri ortadan kalkarsa bırakacağız” ifadeleri bu kanıyı güçlendirse de, SDG lideri Mazlum Abdi'nin “Sayın Öcalan'ın çağrısı PKK'yeydi, PKK gerillalarınaydı. Doğrudan bizim bölgemiz için değildi” açıklaması soruyu yine güncel halde tutuyordu.
***
Metnin okunmasının ardından Sırrı Süreyya Önder'in Öcalan'dan aktardığı “"Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi; demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” mesajı da, liderinin örgüte net çağrısına karşın zihinlerde bazı sorular üretiyordu: “Bu not Kandil'e bir opsiyon mu tanıyordu?”, “Öcalan devlete şart mı koşuyordu?”, “Peki bu ifade açıklamanın kendisine neden konulamamıştı?”
***
Daha birçok soru ve olası yanıtlarından bahsetmek mümkün aslında ama bunları tekrar etmek, magazinel bir şekilde evirip çevirmek yerine, barışa ve özgürlüğe dair 'umut hakkımızı' koruyarak, Öcalan'ın aldığı inisiyatifin Kürt siyasi hareketi, iktidar ve uluslararası oyun kurucu aktörlerdeki karşılığını görmeyi beklemekte yarar var. Bu kadar kayıp ve bedel ödemiş, kendini her zaman yenileyebilmiş bir hareketin Trump ile kristalize olan tarihsel momentte cesur bir adımla yeni bir politik öneride bulunduğu veya yeni politik muhalefete alan açma gayretinde olduğu da söylenebilir yarın. Bu bağlamda en serinkanlı yaklaşımlardan birinin Özgür Sevgi Göral'ın paylaşımlarında olduğunu not düşeyim.
***
ABD ve BM, Barzaniler ve Talabaniler'den gelen ilk açıklamaları, Sırrı Süreyya Önder'in “Mezopotamya Ajansı ne güzel bir ajans” sözüne gönderme yaparak buraya bırakalım:
1- Beyaz Saray: Öcalan’ın çağrısı önemli bir adım
2- BM Sekreteri Guterres: Öcalan’ın çağrısı barış için umut ışığıdır
3- Mesud Barzani: Türkiye’deki barış sürecini destekliyorum
4- Neçirvan Barzani: Sürecin başarısı için her türlü iş birliğine hazırız
5- Kubat Talabani: Öcalan demokratik çözümün kapısını açtı
6- Bafil Talabani: Bu sürece katkıyı ulusal bir sorumluluk olarak görüyoruz