YAZARLAR

Yaşam biçimlerinde 2025 eğilimleri

2035 yılına yönelik Londra merkezli bir analize göre ekonomik modellerin artık sürekli olarak devinim içerisinde olacağı öngörülüyor. Çünkü insanlar, yani tüketiciler artık daha çok hareket halindeler. Kimi eğitim, kimi savaş, kimi ekonomik kaygılar, siyasi baskılar, daha iyi bir yaşam arayışı, kimisi ise iklim ve coğrafi koşullar sebebi ile sürekli olarak yer değiştiriyor. Böylece yaşam alanlarının eğilimleri hem nicel hem de nitelik olarak değişiyor.

Biliyorum iddialı bir başlık ve yazım kuşkusuz bunun içini tam olarak doldurmayacak, ancak ne doldurabilir ki? Yeni bir yıl gelirken her köşeden “eğilim” raporları ortaya dökülüyor. Bu raporların tümü bir araya gelse, yine de yaşam biçimlerimiz adına tek bir sesten tek bir yönden söz edilebilir mi? Belki çok uzak bir zamandan bu döneme bakıldığında bu tarihi olarak söz konusu olabilir; ancak bizler şimdi, içinde yaşarken bu çokluğu idrak etmekte dahi güçlük çekerken zor, pek zor!

Geçtiğimiz hafta size bugün tasarım alanındaki estetik eğilimlerden söz edecektim. Aklımda biofilik tasarım başta olmak üzere gelecekte mekanlarımıza nasıl da daha çok doğayı entegre edeceğimizden bahsetmek vardı. Ürün tasarımında, kumaşlarda, formlarda nasıl da doğaya dönüş yaşayacağımızı anlatacak, söz gelimi kanepelerin artık daha yuvarlak ve organik formlu olacağından dem vuracaktım. İşte burada bu kadarı ile anlatmış olayım; çünkü aklım başka bir yere kaydı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Times dergisinin geleneksel 200 inovasyon listesine gözatınca değişen yaşam biçimlerimize daha çok odaklandım. Bu listede transparan televizyonlar, tripodlardan bisikletlere her şeyi motorize etmemize yarayan aygıtlar, evlilik teklif eden uygulamalar, gençleştiren serumlar, evde check-up, robotlarca yapılan jinekolojik test (ki biz kadınlar buna kayıtsız kalamayız sanıyorum !), uyku kolaylaştırıcılar, döllendiriciler, sterilize sağlık mekanları, estetik hoparlörler, hemen her şeyin kablosuz ve HiFi versiyonu, su filtreleri gibi pek çok farklı alanda sunulan yenilikler mevcut. Geçtiğimiz haftalar boyunca bunun gibi  sayısız liste yayınlandı, pek çok trend raporu ortaya çıktı durdu. Bunları okumayı, incelemeyi severim; kendi zihnimde oluşturduğum fikirlerle örtüşüp örtüşmedikleri konular bulmayı keyifli bir oyun haline getirmiş durumdayım. Yine yılın “o” zamanındayız; bu kervana katılmamak elde değil. Yenilikler ve eğilimler merakımızın en büyü gıdası ne de olsa.

Jinekolojik testler 'daye' isimli bu tampon ile yapılabiliyor.

Öncelikle bu “eğilim” meselesini irdelemeliyiz. 1590'larda, trend kelimesi "belirli bir yönde giden veya bükülen anlamında kullanılan bir kelime olarak karşımıza çıkıyor İngilizce’de; zira biz de eğilim diyoruz. Tahmin edilebileceği üzere nehirler, kıyılar gibi coğrafi betimlemeler için kullanılırmış. Kelimenin eski kökleri dönmek ve yuvarlanmak anlamında (trinde "yuvarlak yumru, top"/ Almanca ve Hollandaca trent "halka, sınır," gibi…) ve bazen birisi veya bir şeyin üzerinden veya etrafından yuvarlanmak; dönmek, durumunu ifade etmek için geliştirilen bir anlam taşıyor. Bugün kullandığımız anlamda "Genel bir eğilime sahip olmak, işler, görüşler vb. hakkında bir yöne dönmek" şeklindeki kullanımına ilk kez denizcilik alanındaki kayıtlarda 1863 yılında rastlanmış. Bugün borsadan, dekorasyona, modadan yaşam stillerine dek pek çok ”trend” den söz ediliyor; bunların tümü bir bakıma toplumun yönünün döndüğü veya dönmesi beklenen davranışları ortaya koyuyor.

Burada bir oluş sonrası beklenti mi söz konusu, yoksa sanayinin, teknolojinin ve diğer tüketim otokrasisinin toplumları çekmek istedikleri nokta stratejisi mi tartışılır, kanımca bugünlerde hemen hepsi ortalıkta dolaşıyor.

diia isimli uygulamanın 20 milyondan fazla kullanıcısı var. Evlenme teklifinize 14 gün içinde yine uygulamadan cevap alabilirsiniz. 

Geleneksel yöntemler olarak bir malın veya hizmetin gelişimini sağlamak ve satışını arttırmak için çeşitli pazar analizleri yapılır. Odak gruplarla tüketici görüşleri alınır, anket çalışmaları, test merkezleri, geniş kapsamlı tüketici analizleri ile iş ve üretim alanında verimliliğin arttırılması hedeflenir. Söz konusu tüketici şablonlarını analiz etmek olduğunda sosyal medya platformları, uygulamalar ve veri toplayan her türlü teknolojik altyapı, artık YZ birleşimi ile bunları fazlası ile rahatlıkla gerçekleştirebiliyor. Dönüşüm tam da burada. Çok kısa bir süre öncesine dek eğilimleri insanların davranışlarından analiz ederek ona göre aksiyon alan pazarlama faaliyetleri son on yılda artan bir yüzde ile bu analizler doğrultusunda yaratılan algoritmalar ile insanların davranışlarını bizzat yönlendiren konumuna geldi. Bu bağlamda tüketici tercihi denilen bir kavramdan gittikçe uzaklaştığımız aşikar. Bize hangi hap uzatılırsa onu yutuyoruz; özetle hapı yutuyoruz. Bana göre bu trend raporları hapı yutuşumuzu meşrulaştıran belgeler olmaktan öteye geçemiyor; okuduğumuzda bizde çeşitli sanrılar yaratarak sanki topluluk olarak belirli yönlerde hareket ediyormuşuz, belirli alanlara yöneliyormuşuz gibi bir his vererek, kim bilir belki de birliktelik ruhumuzu okşuyor.

Kendimizi iyi hissetmek için veya değil, sonuçta şimdiki, yakın ve uzak gelecekteki durumu analiz etmek üzere bu sanrıdan uzak kalmıyoruz, kalamıyoruz.

2035 yılına yönelik olarak yapılan Londra merkezli bir analiz, günümüzün ve geleceğin ekonomik modelleri üzerinde tahmin yürütüyor. Buna göre ekonomik modellerin artık sürekli olarak devinim içerisinde olacağı öngörülüyor. Çünkü insanlar, yani tüketiciler artık daha çok hareket halindeler. Kimi eğitim, kimi savaş, kimi ekonomik kaygılar, siyasi baskılar, daha iyi bir yaşam arayışı, kimisi ise iklim ve coğrafi koşullar sebebi ile sürekli olarak yer değiştiriyor. Böylece yaşam alanlarının eğilimleri hem nicel hem de nitelik olarak değişiyor. Bir anda gözde oluveren sahil kasabasının kentleşmesi, bir kente taşınan başka ülkelere ait insanların kendi alışkanlıklarını ve kültürlerini getirmesi, boşalan yaşam alanlarının bu değişim ile baş etmesi gibi durumlar geleceğin ekonomik modellerinin de bölgesel ve çeşitli zamanlarda yeniden yazımını gerektiriyor.

Yaşam alanlarına nüfuz eden doğa.

Yine bu analize göre, geleneksel aile modeli de değişiyor. Bu zaten hepimizin bildiği bir dönüşüm. Tüm dünya üzerinde yalnız yaşam sürenlerin sayısı halen artış gösteriyor. Tek ebeveynli aileler, seçilmiş aileler, çok kültürlü aileler, tek cinsiyetli aileler gibi pek çok kavram karşısında kültürel tüketime dayalı alışkanlıklar ve beklentiler de farklılaşıyor; bunların tümü ekonomik eğilimleri belirliyor.

Tahminler 2025 yılına dek 60 yaş üstü nüfusun iki katına çıkacağını gösteriyor. Gelişmiş ülkelerde bu alanda pek çok çalışma ve iyileştirme çalışması yapılıyor ve bu tür çalışmalar yaygınlaşıyor. Ülkemizde yaşlılar tümü ile göz ardı edilen bir konu. Topluma karışmaları, evde geçirilen zamanın kalitesinin yükseltilmesi, yeteneklerini kullanabilecekleri faaliyetlerin sürdürülebilirliği, evde bakım hizmetleri, acil durum ve sağlık sorunları, bakım evleri, ulaşım, tatil gibi konularda yaşlılara yönelik girişimler gibi pek çok konu başlığı gelecek yılların ekonomi modellerinde yerini alacak. Bu alanda ülkemizdeki yoksunluk, unutulmuşluk, bir stratejik gelişim meraklısı olarak bana büyük bir fırsat alanını işaret ediyor.

Çağdaş insanın daha çok çalıştığı bir gerçek. Daha önceki zamanlarda da değindiğim üzere insanlık Henry Ford’un üç vardiya halinde otomobil üretmek istemesinden bu yana hala 8 saatlik mesai ile çalışıyor. Küresel salgın koşullarında evden veya hibrid çalışma yaygınlaştıysa da bu konudan hızla geri adım atılıyor. Bazı işletmeler kendi kurallarını ve sistemlerini kurarak işletme modellerini hibrit veya uzaktan çalışmaya göre kurguladı evet ama bu yine de çoğunlukla ortalama 7-8 saat üzerinden hesaplanan bir anlaşma. Oysa artan teknolojik olanaklar ile 20. yüzyılın başındaki bir insana göre bu sürede belki on yirmi kat fazla iş ve hizmet üretebiliyoruz. Bu verimlilik hiçbir biçimde çalışanın hanesine yansımıyor; burada tek kârlı çıkan işverenin ve işletmelerin kendisi. Bu gerçek, kurumsal yaşamdan büyük bir kopuş yaşatsa da bu kopuş bireysel anlamda refaha dönüşmekte güçlük çekiyor. Kurumlar bu çerçevede çalışanlara sağladıkları yan haklar, teşvikler, esneklikler ve kalite arttırıcı unsurlar ile dengeyi bulmaya çalışıyor. İçinde bulunduğumuz dönemden itibaren bu alanda kendini geliştirmeyen hiçbir işletmenin ömrü pek uzun değil.

Dünyanın gelişmiş pek çok coğrafyasında yükselen sesler çalışma süreleri ve şekilleri konusunda ülkesel bazda yeniden yazımları sağladı sağlamasına ama insanlar, özellikle ülkemizde yaşam kaygıları sebebi ile yine de bu adaletsiz düzene baş kaldırmıyor. Kimse artık mesai sekiz değil; dört saat olsun demiyor, diyemiyor. İş haricindeki kısıtlı zamanı çoğunlukla trafik ve yaşamsal gereksinimlere ayırmak zorunda kalan çağımız insanının bu halinden yeni bir eğilim daha doğuyor: otomasyon.

Yapması gereken pek çok gündelik veya standart iş için vakit ayırmak istemeyen ve/veya bu vakti enerjiyi kendinde bulamayan insan teknoloji sayesinde akıllı cihazlarından çeşitli uygulamalar ile çiçeklerine su verecekleri zamanı takip ediyor; diyet, spor, yoga gibi rutinleri gerçekleştiriyor, yemek pişirmek yerine yemek sitelerinden hızlıca sipariş ediyor. Özellikle kültürel gelişimin artık sosyalleşerek veya  etkinliklere gidilerek sağlanmadığını gözlemleme mümkün. Sinema evde izleniyor. Konser veya tiyatro salonları yerine evden bu tür izlenceler gittikçe daha çok önem kazanıyor, çünkü bunların tümü, kazanç olup olmadığı tartışılır ama, pratikte insanlara vakit ve enerji kazandırıyor. Otonom aracılar dediğimiz bu kolaylaştırıcılar ve bunlara  bağlı bir ekonominin önümüzdeki yıllar boyunca YZ katkısı ile daha da büyüyüp gelişeceği söylenebilir. Tekrarlanan alışverişlerin cihazınızda kayıtlı olması ve tek bir dokunuşla böyle bir angarya işten kurtulmuş olmanız aslında büyük de bir refah noktası. Bu refah çerçevesinde gelişen yenilikler ile bu ekonomi, teknolojinin insanları gerçekten tatmin eden ve insanileştiren faaliyetler için zaman kazandırmasına da bir bakıma olanak sağlıyor ve bu bana alırsa insan ve teknoloji ortaklığı için ideal bir yol gibi görünüyor.

Eğilimler bir başka uçta, süper insanı işaret ediyor. Bugün wellness denilen iyi yaşam kültüründen evrilerek “longevity” denilen uzun yaşam eğilimine evrilen bu trende makro ölçekte bakarsak bir süper insan idealini görebiliyoruz. Bu alanda benim görüşüm bir Freddie Mercury tınlamasından öte değildir: Who wants to live forever? Ancak insanlık pek de öyle düşünmüyor; herkes daha çok yaşamak istiyor. Bunun getireceği maddi ve manevi sorunlara hazır mıyız bilinmez ama bir süper insan ekonomisinin özellikle son 10 yılda gittikçe büyüdüğünden ve bunun gelecekte de büyüme eğilimi göstereceğinden pekala söz edilebilir. Tahmin edeceğiniz üzere bu eğilim turizmden modaya, ilaç ve kozmetik sektöründen ilgili yayıncılığa dek çok geniş kapsamda ürünler ve hizmetler için uzun vadede yeşil ışık yakıyor.

Freddie Mercury- Who wants to live forever?

Makinenin olanakları karşısında bir tür eziklik duyuyor olabiliriz; muhtemelen kaygımız, öfkemiz, hor görüşümüz bu eziklikten kaynaklanıyor. Belirsizlik bizi kendimize yöneltiyor; kendimizi geliştirmek ve kusursuzlaştırmak niyetimiz gün geçtikçe artıyor. Bu arzumuz hem kozmetik hem de duygusal olarak türlü şekillerde kendisini gösteriyor ve bu alanlarda sunulan her türlü ürünü, hizmeti koşulsuzca denemeye olan iştahımız hız kesmiyor. Duygusal destek ekonomisi denilen bir eğilim bu doğrultuda ortaya çıkıyor; bu konudan geçtiğimiz aylarda burada sizlere bahsetmiştim. Özellikle gençlerin kendilerini sosyal medya tabanında yetersiz, mutsuz ve umutsuz hissetmeleri, önce sağlanıyor sonra da bu ihtiyaç yönelik ürünler ve hizmetler sunuyor.

Mustafa Süleyman, kitabı The Coming Wave’de insanlığın teknolojik gelişmeler ile birlikte karmaşa ve distopya arasında bir rotada sürükleneceğinden söz ediyordu. Buna katılıp katılmadığımdan hala emin değilim açıkçası.

Bana göre önümüzdeki dönemin en büyük eğilimi belki de insanın kendini hatırlamasıdır. Yaratıcılığını, hayatta kalma nedenlerini, yetenekleri, bağlarını, kendi türü ile ve çevresi ile kurduğu ilişkilerini… Bir tasarımcının her zaman optimist olduğundan dem vururuz – öyle olmasa işimizi yapmamız imkansızdır-, işte ben de bir optimist olarak insanın karşılaştığı tüm problemler ile kendine döneceği, kendine bakacağı, kendini geliştireceği, makineden korkmamayı öğreneceği ve onunla uyumlu bir gelecek inşa edeceği fikrinden kendimi alamıyorum.


Özlem Yalım Kimdir?

Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.