Yaşam hedefimiz nedir?
Ünlü Alman psikolog Erich Fromm’un sorusu şu: “Biz gerçekten yaşıyor muyuz? Kendi hayatımızı mı, yoksa başkalarının bizim için kurduğu bir hayatı mı?”. Yanıtı ise şöyle: “Birbirine uymayan hedefler peşinde koşarsak hayatımız yamalı bohça olur, psikolojik rahatsızlıklarımız artar. Öncelikle ve samimiyetle çatışan hedeflerimizi saptayalım”…
1900 yılında Almanya’nın Frankfurt kentinde doğan psikolog Erich Fromm, Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte 1933’te ABD’ye gider. Ruh bilimi, felsefe ve sosyoloji üzerinde çalışmaları olur, profesör unvanıyla üniversitelerde öğretim görevlisi olarak ders verir. Fromm, 1965’te emekli olduktan sonra da İsviçre’ye yerleşir ve 1980 yılında orada vefat eder.
Erich Fromm, Türkiye’de özellikle Sevme Sanatı, Yaşama Sanatı, Sahip Olmak ya da Olmak, Sağlıklı Toplum gibi eserleriyle tanınıyor. Bu pazar size söz edeceğim eseri ise, “Hayatı Sevmek” adını taşıyor. Bu kitap, Fromm’un hayatının son evresinin bir ürünü.
Kitap, bir radyo programı çerçevesinde Erich Fromm’la söyleşiyi yapan Hans Jürgen Schultz’un sorularına verilen yanıtlardan oluşuyor. Schultz’un söyleşi sonrasındaki görüşü şöyleydi: “Kısaca Fromm, ne bir büyücü, ne de bir akademisyendi, kalple aklı buluşturan bir bilge idi”.
SEVGİYLE YARATIM
Erich Fromm, birçok eserinde olduğu gibi bu kitabında da yine sevgi konusuna değiniyor. İnsanın sevgi yoluyla bir şey yaratabileceğine pek inanmadığını, kişinin kendi sevgisiyle başkalarında bir sevgi oluşturmaktan ziyade sadece sevilmeyi arzuladığına dikkat çekiyor.
Karl Marx’tan da bu konuda alıntılar yaparak emek yoluyla aktif bir sevgi yaratmanın gerekliliğine işaret ediyor. İçimizde hissettiğimiz insani yabancılaşmanın cinsellikle, fiziksel yakınlıkla kapatılmaya çalışıldığına değiniyor. Ve şöyle diyor: “Fiziksel yakınlık, tek başına duygusal boyutu gerçekleştirmez. Duygusal yakınlık, iki insan arasındaki gerçek ve içten bir uyum demektir”.
Akif bir insanın hem sevme eyleminde hem de diğer faaliyetlerde öncelikle kendi potansiyelini geliştirecek etkinlikler içinde olması gerektiğini savunuyor. Bir insanın ancak kendi içindeki güçleri kullandığı takdirde kendisi olabileceğine vurgu yapıyor.
HAYATLA DOLU OLMAK
Erich Fromm’a göre, hayatın anlamı yaşama isteğiyle, yani hayatla dolu olmaktır. Eğer bunun aksini yaparsak kendimizi kandırmış oluruz. İçimizdeki güçleri kullanmazsak kurak bir yaşama mahkûm olacağımızı ifade ediyor. Ardından devamla:
“Eğer insan, hayatını ‘olmak’tan ziyade ‘sahip olma’ya adarsa, kendisi olmaktan çıkar ve ancak bir ‘şey’ olur. Hayat onun için anlamsız bir hale gelir ve bir acı kaynağı halini alır. Oysa asıl haz, gerçek aktiviteyle elde edilir. Gerçek aktiviteyse, insanın güçlerinin ortaya çıkarılıp kullanılmasını gerektirir” diyor.
İşte Erich Fromm, burada insana hayatının hedefini sorar. Şöyle der: “Biz gerçekten yaşıyor muyuz? Kendi hayatımızı mı, yoksa başkalarının bizim için kurduğu bir hayatı mı yaşıyoruz?”
ÇATIŞAN HEDEFLER
Alman filozof, bu soruya yanıt verirken insandaki değişimin ancak “daha fazla hayat arzu etmeleriyle”, yani “kendilerini daha özgür, daha mutlu ve daha içten yapacak bir hayat istemeleriyle mümkün olabileceğini” söyler.
Yaşama sanatıyla ilgili olarak ilkesel düzeyde bir stratejiye sahip olmanın gerekliliğine vurgu yaparak diyor ki; “Birbirine uymayan hedefler peşinde koşarsak, hayatımızı bir yamalı bohça haline getiririz ve bunun da farkına varamayız”.
Fromm, insanların çatışan hedeflere koşmaları halinde psikolojik rahatsızlıklar yaşayabileceğini, o nedenle ilk yapacağımız şeyin, "tüm samimiyetimizle peşinde olduğumuz çatışan hedeflerimizin neler olduğunu, bunların neden çatıştığını ve bu durumun bize ne gibi zararlar verdiğini kendi kendimize sormak" olduğunu söylüyor.
Özellikle kısa bir süre yaşayacağımızı, bu nedenle kim olduğumuzu ve gerçekten ne istediğimizi iyice düşünmemiz gerektiğini belirtiyor.
ENTELLEKTÜELİN GÖREVİ
Fromm’un “Hayatı Sevmek” isimli eserinde entelektüel kişilerin toplumdaki işlevlerine de değiniliyor. Entelektüelin temel görevi; “elinden geldiği kadarı ile doğruyu aramak ve bu doğruyu çekinmeden ifade edebilmektir. Entelektüel kişi başkalarını memnun etmek ya da onların ve kendisinin çıkarlarını gözetmek için doğruyu görmemezlik edemez”.
Erich Fromm, neolitik dönemde, bir anlamda ilkel komünal toplumlarda bir insanın kendi menfaati için başkalarını kullanmasını bilmediğine işaret ediyor. İnsanların tarım ve avcılıkla geçindiği ilk devir kültürlerinde, gerekli şeyler dışında daha fazlasını elde etmek için ihtirasları olmadığına değiniyor. Özel mülkiyetin ve kapitalin güç kaynağı olduğu toplumlarda ise, insanların giderek bir “tüketim eşyası” konumuna geldiğini söylüyor.
Sonuç itibariyle yaşadığımız toplumu ve kendimizi değerlendirmek açısından belli bir dünya görüşüne sahip olmak, bu amaçla kendimizi geliştirmek, bilgi ve formasyon edinmek, insanlara yararlı olabilmek amacıyla etkinliklerde bulunmak, çatışan hedeflerimizden arınmak, kişisel anlamda mutlu ve bir bütünsellik içinde olmayı da kapsıyor, denebilir.
Erich Fromm, kitabının sonunda sevgi ve şefkat ilişkisine değiniyor. Ve diyor ki, “Sempati duymak ve şefkatli olmak da, insan sevgisinden ayrı şeyler değildir. Sevgi olmayan yerde şefkat de yoktur. Duygusuzluk şefkatin zıddıdır.” O nedenle yaşama sevinci içinde olarak hayatı sevmekten, şefkatli olmaktan ayrı durmayalım…