Yaşamla memnuniyet bağı
Yaşamla ilişkisini beğenilme üzerine kurmayan biriyle karşılaştınız. Üstelik kendinden memnun. Bir de günümüzün tüm araçlarından azade yaşamıyla; edebiyatın, müziğin hatta mutluluğun aşınmayabileceğini gösteriyor. Şaşalarsınız tabii. Buyurun o zaman, Hirayama’yla tanışın.
Bir meltem gibi girdi hayatımıza. Hirayama, tüm karmaşanın içinde tatlı tatlı esti geçti. Wim Wenders’ın Mükemmel Günler’inin başkarakteri, okuduğu kitaplarla, dinlediği müziklerle ve bakıştığı ağaçlarla günleri akıtırken bizi de “yaşama felsefesi” hakkında düşüncelerle baş başa bıraktı.
İşi Tokyo’nun tuvaletlerini temizlemek olan Hirayama’nın rutinle kurduğu memnuniyet bağı, çevresiyle sakin-sessiz iletişimi ve sadelikten tatmin oluşu besili kapitalizmin çoktan yıkıp unutturduğu bir dünyayı tekrar inşa ediyor.
Hirayama’yı izlerken arkadaşım ona bakıyor ve hayranlıkla karışık şaşkın bir ses tonuyla şöyle diyor: “İnsanın hem kendinden hem de kendi kendine bu kadar memnun olması ne değişik şey!” Bu cümle, çoğu insanın günümüzde bu iki noktadan fersah fersah uzak olduğu gerçeğini de salonun ortasına koyuveriyor.
Kendiyle baş başa kalmanın tedavülden kalkmasını, yaşamı başkalarının beğenme ölçütlerine, filtrelerine göre düzenlemeyi ve bunu gösterdikçe kabul görmeyi bugünün alışkanlıkları olarak okuduğumuzda Hirayama’nın yaşamı sadeliğin derinliğine dair çok şey söylüyor. Mükemmel Günler’i seven izleyici kendine, doğaya ve göze sokmadan başkalarının hayatına değen başkarakterden büyülendi dersem abartmış olmam. Belki de Hirayama seyirciyi rahatlattı demek daha doğru olacak. Satıhta yüzmek, sığda kulaç atmak zordu ve derinlik bir ihtiyaçtı.
Karşımızda yaşamla ilişkisini beğenilme üzerine kurmayan biri var. Edebiyatın, müziğin hatta mutluluğun aşınmayabileceğini günümüzün tüm araçlarından azade bir şekilde hatırlatıyor bize. Eskimek bilmeyen “Ne için yaşanır?” sorusunu, sıkışmış, açılmayan çekmecelerden çıkarıyor. Nermi Uygur filozofların kendi yaptıkları maymuncuklarla güçlük kapılarını açtığını söyler, işte Hirayama da kendi maymuncuğuyla yaşam kapılarının kilitlerini bir bir açıyor.
İnsan düşünme pratiklerini ihmal etse bile Uygur’un dediği gibi, “niçin, neye göre, nasıl yaşadığını araştıran bir varlıktır.” Herkes yaşama yaklaşım biçimiyle ya da tarzıyla yaşama felsefesini açığa vurur. “Bir bakıma herkes yaşama-filozofudur. Her insan yaşaması, ayık uyur, bilinçli bilinçsiz, iyi kötü -yaşama sorunlarına, hiç olmazsa bir bölümüyle, insanın kendisinin verdiği bir yanıttır.”
Yanıtlar elimizde. Ve herkesin yanıtı farklı farklı. Hirayama yolunu William Faulkner’ın Çılgın Palmiyeler, Patricia Highsmith’in 11, Aya Koda’nın Ağaçlar kitaplarından geçiriyor. Hayatının bizim izlediğimiz kısmı bu elbette. Yaşama yolunda daha çok yazarla buluşacak, burası malum.
Nermi Uygur ise belli ki Hirayama gibilerle karşılaşmış. Onlarla karşılaşınca ne yapmak gerektiğini çok iyi biliyor. “Yaşamanın okulu yok. Ya ‘okullar’, ilkinden yükseğine? Olsa olsa hepsi hazırlık okulu. Yaşama-felsefesinde en yakıcı soru, gerçekten çözmek isteyip de çözemediğimiz sorudur. Böylesi bir soruyu çözeneyse, (azılı düşmanımız bile olsa) dört elle sarılmamız gerekir.”
Hirayama’ya sarılırken bir saygı selamı da Çılgın Palmiyeler için… Godard’ın Serseri Âşıklar’ı, Agnès Varda’nın Paralel Yaşamlar’ı derken kim bilir daha kaç filme sızacak!