Yasemin Eren: İnsanı etkileyen her şey, sanatı da etkilemektedir
Yazar Yasemin Eren'le son romanı 'İhtiras Mevsimi'ni konuştuk. Eren, "İnsanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak için daha radikal bir sosyal ve ekolojik devrime ihtiyaç var" dedi.
Aytekin Karma
DUVAR - Yasemin Eren'in üçlemesinin son romanı 'İhtiras Mevsimi', A7 Kitap tarafından yayımlandı. Eren, bu romanında da insanlığın kadim dertlerini yazınına mesele ediyor. Güç ve iktidar ilişkilerini merkeze alan romanda, arzular, hırs ve tutkular bireylerin yaşamına sekte vuruyor.
Eren’le bir araya geldik ve edebiyat anlayışını konuştuk.
Sizi kapitalizmin tam göbeğinde bir işte çalışırken roman yazıp bu sistemi eleştirmeye götüren neden neydi?
Siyaset felsefesinin ütopyası olan adil ve eşit bir dünya arzusunun, arayışının hüküm sürdüğü bir ortamda yetiştim. Değişik coğrafyaları ve kültürleri tanıdıkça, adil ve eşitlikçi bir dünyanın önündeki en büyük engelin insandaki güç istenci ve iktidar hırsı olduğunu düşündüm. Günümüzde dünya, güç edinim savaşında dönmeye devam ederken büyük bir açmaza doğru sürükleniyor. Kapitalist sistemle şekillenen dünya düzeni içinde varlığını sürdürmeye çalışan insan için “kazanma” eylemi hayatın neredeyse her yönünün temelini oluşturuyor. Kazanmak çok kuvvetli bir dürtü. Farkında olalım ya da olmayalım hepimiz kazanmak istiyoruz. Herhangi bir iş ortamında çalışma masasının etrafında dönüp dolaşan hırsları düşünün; terfi ve ilerlemeyi çevreleyen çatışmaları ve duyguları göz önüne getirin. Ya da gücü elinde tutan siyasetçilerin davranışlarını düşünelim. Güç ve iktidar arzusunun eylemselliğe dönüştüğünde, insanın hoyratlığının ne derece acımasız bir hüviyete kavuştuğunu, gücün insanı nasıl yozlaştırdığına şahit oluyoruz. Kazananı belirleyenin ne olduğunu ve gücün insanları nasıl etkilediğini, başarı ve gücün uzun ve daha iyi bir yaşam sağlayıp sağlamadığını sorguladım ve “Güç bedeni neşelendiren, aklı ateşleyen, insanı zehirleyen en etkili afrodizyaktır” düşüncesiyle 'Güç', 'İntikam' ve 'İhtiras Mevsimi' romanlarını yazdım.
'REEL VARLIKLAR SANATÇININ HAYAL GÜCÜYLE BİRLEŞEREK UNUTULMAYAN SANAT ESERLERİNE DÖNÜŞEBİLİR'
Edebiyatta yahut genel olarak sanatta, sanatçının bildiği dünyadan (şeyden) hareketle eser üretmesi gerektiği yıllardır tartışılagelir. Siz, yaşamının büyük kısmı iş dünyasında, güç ve iktidar mücadeleleri sırasında tanık pozisyonunda yer almış bir kişisiniz. Kitabınızın da bu temaları odağa aldığı düşünülürse bu tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanatçının malzemesi kendi evreni midir?
İnsanı etkileyen her şey, sanatı da etkilemektedir. Tabiattaki varlıkların ve olayların doğrudan kendileri bir sanat eseri sayılmazlar. Sanat, doğanın aynen yansıtılması değildir. Doğal şeylerin bir sanatçı tarafından işlenmesi ve düzenlenmesiyle bir sanat eseri ortaya çıkar. Bir yazar salt yansıtan kişi değil, eserinin içine estetik değerler katarak yaratan kişidir. Bu bağlamda kurmaca metinler, sanat eserleri ve bilimsel bilgi salt gerçeğin izahı değil, gerçeğin tasarımı olarak da okunabilir. Romanlarımın kurgusunu güncel olaylardan ve bilimsel gelişmelerden esinlenerek yazsam da okurlarımdan en fazla takdir aldığım konu yaratıcılık ve hayal gücümdür. Bence reel varlıklar ve olaylar sanatçının hayal gücü ile birleşerek unutulmayan sanat eserlerine dönüşebilir.
'İhtiras Mevsimi’nde güç ve iktidar hırsı ile yanıp tutuşan karakterler devasa anlara neden olan büyük olayların sebebi oluyorlar. Savaş ve arzular, okurun zihninde birtakım görüntülerin oluşmasının önünü açıyorlar. Bu hal, anlatımınızı sinematografik bir aktarıma götürüyor. Yazarlar için birtakım yöntemler olduğu söylenir. Siz, görerek yazanlardan mısınız?
Bir yazarın dili, üslubu, hayatı boyunca aldığı eğitimlerin, bilginin, yaşanmışlıklarının parçasıdır. Ben de popüler kültür ile üst kültür içinde yetiştim. İş hayatında yalın, net ve sonuç odaklı olmayı öğrendim. Gerek iş gerek özel hayatımda anlattığım bir konuyu, karşımdaki kişinin zihninde canlandırmak, varmak istediğim noktayı hayalinde yaşatarak anlatmak isterim. Sanırım bu özelliğim yazdıklarıma da sirayet ediyor ve sinematografik bir biçim alıyor. Diğer taraftan kitabın evreni sıradan insanların yaşantısından oluşmuyor. Dünyanın en güçlü insanları arasındaki güç, iktidar kavgalarını anlatırken devasa olaylara neden oluyorlar. Yazarken hayalini kurduğum tüm olayların okurlarımın da zihninde oluşmasını istedim. Akıcı, anlaşılır bir üslubu benimserken, felsefeye, sanata ve politikaya yatkın okuyucuyu ve sinematografik evrene aşina izleyici kitlesini kurgudan koparmamayı amaçlayarak yazdım.
'KİTAPTA GÜCÜN İNSANI NASIL YOZLAŞTIRDIĞINI ANLATIYORUM'
Romanınızın 'Gösteri Sanatı' adını verdiğiniz bölümde yapılmış bir sosyal deneyi odağa alıyorsunuz. Özünde, insanın ne denli zalimleşebileceğini anlatan bu deneyi, kurguya nasıl dahil ettiniz? Ayrıca, insan hakikaten bu denli kötü olabilir mi?
Üçleme olarak hazırladığım 'Güç', 'İntikam' ve 'İhtiras Mevsimi' romanlarımda; insanın evrimini tamamlayamamış, varoluşu gereği nefret ve hırs gibi olumsuz duyguları barındıran bir varlık olduğunu anlatırken, güç uğruna ne kadar ileri gidebileceğini ve gücün insanı nasıl yozlaştırdığını anlatıyorum. Güç, iktidar olgusunu anlatırken, insanın karanlık yüzünü gösteren çarpıcı ve gerçek bir olayı kurgumun içine almak istedim ve sosyal deneyleri araştırdığımda 1974 yılında performans sanatçısı Marina Abromoviç’in yaptığı Ritim sıfır deneyiyle karşılaştım. İnsanın ne kadar acımasız, zalim bir tür olduğunu anlatan bu deney ana fikrimle birebir örtüşüyordu.
Performansın başında izleyiciler sanatçıya gül verirler, dokunurlar, öperler fakat zaman geçtikçe izleyiciler vahşileşmeye başlar. Sanatçının üzerini makasla keserler, iterler, üzerini jiletlerler, soyarlar ve Marina bu süreç içerisinde hiç tepki vermez. İzleyicilerden bir tanesi eline tabancayı alır ve sanatçıya doğrultur. Gücün, şiddet ile özleştiğini düşünen insanın, tepki göstermeyen çaresiz insanın üzerinde kullanmakta hiçbir tereddüt duymadığı bu şiddet eğilimi, başka bir şiddeti de beraberinde getirmektedir. Bu deney, vahşi toplumsal olayların nasıl art arda seyir gösterdiğinin etkileyici bir örneğidir. 'İhtiras Mevsimi’nde de kahramanlarım vahşet yaratmada birbirini tetikliyor ve birbirine güç veriyorlar.
Romanınızda karakterlerin neredeyse tümü erdemsiz ve insanlığın biriktiği yüce ve olumlu duygulardan yoksun. Bu küresel kötülük halini nasıl açıklarsınız? Kapitalist bir dünya ve iktidar hırsını odağına almanızla doğrudan ilişkisi nedir?
Bir insanın gerçek kişiliğini tanımak istiyorsanız ona güç verin, iktidar verin sözlerine kulak vermeliyiz. İnsan, istediğini elde edebilmek için diğer insanların, doğanın, hatta hayvanların üzerinde güçlerini gaddarca sergiliyor. İktidar mücadelesi zamanla güç toplama mücadelesine dönüşüyor. Tarih boyunca beylikler ve imparatorluklar arasında, günümüzde de devletler arasında yaşanan çatışmaların nedeni iktidar arzusudur. İnsanlar arasındaki ilişkiden tutun, ticari hayatın içi de bundan farklı değil.
Diğer taraftan ekonomik, sosyolojik gelişmeler insan psikolojisinin değişmesine de sebep olmaktadır. Kapitalizmin şekillendirdiği günümüz insanında para, mülkiyet, kariyerle birlikte bireyselcilik ve kazanma hırsı daha ön planda yer alıyor. Sistemin insanı nasıl metalaştırdığını, bu sistemin sadece insanın bedenini değil, düşüncesini, duygusunu, aklını ve aşkını da metalaştırdığını, gücün insanı yozlaştırdığını, zenginliğin, hükümranlığın dipsiz iştahı yaşamı, güvensiz bir yer haline getirdiğini düşünüyorum. Romanlarımda ana kahramanlarım her ne kadar erdem timsali gibi görünse de oklar üzerine çevrildiğinde elindeki güç ve iktidarı kaybetmemek için en acımasız insan karakterine dönüşebiliyor. Yetersizlik göstergesi, insan olmanın kusurlu yapısından kaynaklanırken, insanın özünde güç, iktidar isteği ve bunu kaybetmemek için her şeyi yapabileceği yatıyor.
'KAPİTALİZM KARŞITI BİR ROMAN YAZMAK KAPİTALİZMİ SONLANDIRMAYA TEK BAŞINA YETMEZ'
Siyasal olan yahut politik figürleri konu alan romanlar, edebiyatımızda iyiden iyiye azaldı. Sizse bu üçlemenizde küresel politik figürleri merkeze alıyorsunuz. Bu ilginizi ve çabanızı nasıl açıklarsınız? Ek olarak, kapitalizm karşıtı bir roman yazmak, kapitalizmi sonlandırmaya yarayabilir mi?
Siyasal olan yahut politik figürler üzerine ülkemizde ve dünyada binlerce araştırma kitabı yazılmış ve yazılmaktadır. Kurgu roman tarafında ise komplo teorilerine dayanarak, Orta Çağ Avrupa’sını odağına alıp, ezoterik örgütler etrafında bir gizem yaratıp sembolizmle günümüze taşıyorlar. Bu alandaki büyük boşluğu hissettim. Diğer taraftan siyaset bilimi eğitimimle ve iş hayatı tecrübelerimle de besleyebileceğim bir kurguda daha başarılı olabileceğimi düşünerek küresel politik figürleri odağıma aldım. 19. yüzyılın ikinci yarısından beri dünyayı şekillendiren küresel sermayenin kontrolünü elinde bulunduran perde arkası güçlerdir. Küresel sermayenin mensupları sadece şirket sahiplerinden oluşmamaktadır. Siyaset adamları, üst düzey yöneticiler, akademisyenler, sanatçılar gibi seçkinlerde bu güce destek olmaktadırlar.
Kapitalizm karşıtı bir roman yazmak, kapitalizmi sonlandırmaya tek başına yetmez. Entelektüel düşünceler etkilidir fakat sistemi değiştirmek için yeterli değildir. İnsanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak, yaşanabilir bir dünya kurmak için daha radikal bir sosyal ve ekolojik devrime ihtiyaç var. Bu bağlamda günümüzde küresel kapitalizmin sonunu getirebilecek iki önemli gelişme yaşandı. Ekolojik kriz ve teknoloji çağının sunduğu robot çalışanlar. Covid-19 virüsü küresel kapitalist sistemin yapısal sorunlarıyla yüzleşmemizi sağladı ve sistemin getirdiği sorunlara radikal bir görünürlük sağladı. Diğer önemli gelişme ise teknoloji, yapay zekanın (robotların) üretim süreçlerinde yaygınlaşarak orta sınıfları yok etme olasılığıdır. Kapitalist sistemin geleceği tartışılırken bu sorunlarla nasıl baş edilmesi gerektiğine ilişkin entelektüel ve siyasi arayışların yoğunlaştığını görüyoruz.
Romanınızın en temel tartışmalarından biri, gücün yozlaştırıcı etkisi. Çağımız, tiranlar ve diktatörler çağı… İnsanlık, pek çok şeyi kavramış, bilim bu kadar ilerlemişken, neden tüm yetkiyi tek bir kişiye vermeye devam ediyor sizce?
Dünyada demokrasi geriye gidiyor çünkü artan işsizlik, gelir eşitsizliği, adaletsizlik göçmen krizi, yaşam tarzlarının tehdit edildiği algısı gibi sorunlar yükselirken kitleler otoriter, güçlü popülist söylemlerde bulunan liderleri kurtarıcı olarak görüyor. Diğer taraftan serbest ve adil seçimler gibi demokrasinin en önemli unsurlarından biriyle başa gelen liderlerin, zaman içinde değişip, otoriter eğilimler sergileyerek diktatörleştiklerini görüyoruz. Ben bu durumu “güç” kullanımı ve yapılan araştırmalara dayanarak gücün insan beynini bozma etkisiyle bağdaştırıyorum.
Keskin bir hiyerarşide ister politik ister psikolojik ister mali olsun, yukarıya çıktıkça altınızdaki insanlar üzerinde daha fazla güç sahibi olursunuz. Güç, kana testosteron pompalar ve bu da kazanma etkisi aracılığıyla gelecekte kazanmanıza yardımcı olarak gücünüzü daha da artırır. 'İhtiras Mevsimi’nde vurguladığım gibi dizginlenmeyen ve kontrol edilmeyen güç, elinde bulunduranın beynini bozar ve eninde sonunda onu yozlaştırır.
Gücün beyinde ürettiği testosteron ve diğer kimyasallar insanın düşünce ve duyguları değiştirmekte kalmıyor, kelimenin tam anlamıyla bağımlılık yapıyor. Liderler güç sahibi olmalıdır ancak güç iştahları başka insanlar ve sistem tarafından bir dereceye kadar kontrol altında tutulmalıdır. Gücü kullanma konusunda rahatsız ve sorumlu hissetmelidirler. Demokrasinin anlamı budur.
Yeni bir roman hazırlığı var mı?
Yeni romanım üzerinde çalışıyorum. Türkiye gündeminde yer alan, konu hakkında çok fazla haber yapılmış, araştırma kitapları yazılmış fakat romanlaşmamış bir konu üzerinde çalışıyorum.