YAZARLAR

Yaşlıları ne yapacağız?

Yaşlılar yalnız kaldılar; evlerinde, odalarında, yoğun bakım servislerinde, huzur evlerinde… Çocuklarının, torunlarının hayatında yer edinemediler. Gençler yaşlıları yük gibi görür oldular. Onlarla ilişkileri daha çok hastaneye götür, ilaçlarını al, ihtiyaçlarını karşıla gibi sorumluluklar üzerinden geliştiği. İşte o zaman yaşlılık korkulacak bir şey haline geldi.

Yaşlı kadın hevesle çocukluğunda köyünde yaşadığı bir olayı anlatıyordu. Anlatırken de tekrar yaşıyor gibiydi. “Babam haftada bir pazara gider, kuruttuğumuz kabak çekirdeklerini satıp bize şeker alırdı. Hepimize de sayıyla verirdi. Kardeşim onları gömleğinin kolunun içine saklar, hepimiz yedikten sonra ortaya çıkartırdı. Biz kendimizinkini yemişiz ama doymamışız. Gözümüz onun şekerlerinde kalırdı. Çok zalimdi bu senin Nuriye teyzen…” Torunun gözü cep telefonundaydı, dinlemiyor görünüyordu. Kadın dikkatini çekmek istedi, “Ada, bak şimdi, biz naaptık…” Torun kafasını ekrandan kaldırdı “biliyorum annane, daha önce kaç kere anlattın bu hikayeyi” dedi, tekrar ekrana döndü.

Kadının gözündeki ışık soldu. Sustu, içine çekildi. Bir yanı “tekrar tekrar anlatma, annene benzedin sen de” diyordu, bir yanı “biz eskiden yaşlılarımızın bu kadar yüzüne vurmazdık. Ne var sanki dinlese”...

***

Yaşlı adam oğluna kendi evinde daha rahat edeceğini söylemişti. Ama kışın evi soğuk olur diye yanlarına almışlardı. Ev sıcaktı, iyiydi hoştu da böyle misafir akşamlarında kendini biraz garip hissediyordu. Oğlunun arkadaşları gelmişlerdi ve onu salonda istemiyorlardı. “Sen bizden sıkılırsın” demişlerdi ama o tam tersi olduğunu biliyordu. Birkaç kez sohbetlerine katılmak, bir iki espri yapmak istemişti. Oğlunun yüzündeki ifadeyi bir daha görmemek için odasından çıkmıyordu böyle akşamlarda.

***

Çocuğa bakması için çağrıldığını düşünmüştü. Ama asıl mesele bakıcıya bekçilik etmekmiş. “Sen yorulma” demişlerdi, “bakıcı halleder, sen sadece çocuğa nasıl davranıyor ona bak”. Birkaç kez bakıcıya öğüt verecek oldu, kızı bir kenara çekip uyardı. Bakıcı bu işin eğitimini almıştı, ona karışmasa iyi olurdu. Zaten bu devirde bakıcı bulmak zordu, lütfen onu da kaçırmasındı.

***

Gözlerini soğuk ve sessiz odada açtı adam. Yoğun bakımda enfeksiyon olmasın diye odayı ısıtmıyorlardı. Sağında solunda kablolar, ekranlar, boğazında hortum… Sürekli uyutuyorlardı. Arada uyandığında nerde olduğunu anlamaya çalışıyordu, hangi gün, saat kaç? Hepsi karmakarışık olmuştu. Pencere yoktu, saat yoktu, üşüyordu. Eve gitmek istediğini söylemişti oğluna. ‘Makinelerden ayıramazlar’ dedi, ‘sabret baba’. İçten içe burada gün doldurduğunu biliyordu. Uykusunda olsun her şey diye diledi. Fark etmeden…

***

Modern hayat yaşlılığı inkar ediyor, yok sayıyor. Yaşlanmayı geciktirme ve yaşlılığın en azından görüntüsünü yok etme üzerine hem tıpta hem kozmetikte koca koca endüstriler oluşmuş durumda. Kırışıklarınız mı oluştu hemen botoks yapalım. Cildinizin elastikiyeti gitmiş kolajen verelim. Yanakları dolduralım, saç ekelim, kaşları kalın kalın dövmelerle belirginleştirelim, saç boyayalım, yağ aldıralım…

Hiç yaşlanmayacakmış gibi yaşayalım, her an yaşlanacakmışız gibi tetikte olalım.

Bir nesil yaşlıların reklamlardaki gibi bakımlı, yüzünden sağlık fışkıran, emekli maaşı ile dünyayı gezen, resim, müzik gibi hobilerine zaman ayıran, çocuklarıyla, torunlarıyla kaliteli vakit geçiren amcalar teyzeler olduğunu düşünüyor.

***

Her şey çekirdek aile ile başladı. Klasik yaşlılar köylerde, kasabalarda kaldı, gençler şehirlere taşındı. Küçük evlerde aile büyüklerine yer açılamadı. Evliliklerde baştan koşul koyuldu, ‘kayınvalide ile oturmam’. Yaşlılar ve yaşlılık gençlerin hayatının dışına itildi. Anne babalığı internetten öğrenen yeni evliler ve tüketim toplumunun alışkanlıklarını yargılayan yaşlılar arasında uçurumlar oluşmaya başladı. Gençler yaşlıları beğenmediklerini yaşlılar da gençlerin yaşam tarzını onaylamadıklarını her fırsatta dile getirir oldular.

Değişimin hızı kuşakları birbirinden koparttı. Hayatında deniz görmemiş insanların çocukları beş yıldızlı otellerde her şey dahil tatil yapabilir oldu. İleri yaşlarda ancak evine telefon bağlatabilmiş ve hala tuşlu telefon kullanan yaşlıların torunları 3-4 yaşına geldiklerinde cep telefonu kullanabilir hale geldiler.

***

Yaşlılar yalnız kaldılar; evlerinde, odalarında, yoğun bakım servislerinde, huzur evlerinde… Çocuklarının, torunlarının hayatında yer edinemediler. Kuşaklar arası dayanışma, bilgi, kültür, dostluk gibi aktarımlar azaldı. Yaşlılar sosyal hayattan koptular. Yaşıtları birer birer bu dünyadan ayrılırken onlar sıranın kendilerine gelmesini bekleyip gün doldurmaya başladılar.

Gençler yaşlıları yük gibi görür oldular. Onlarla ilişkileri daha çok hastaneye götür, ilaçlarını al, ihtiyaçlarını karşıla gibi sorumluluklar üzerinden geliştiğinden karşılıklı alışveriş içinde tolore edilebilecek görevler ağır birer yüke dönüştü.

İşte o zaman yaşlılık korkulacak bir şey haline geldi. Yaşlılığı sadece hastalık, güçsüzlük, zayıflık ve başkasına muhtaç olmak gibi gören genç insanlar, yaşlanmaktan korkmaya başladılar.

***

Oysa yaşlılık, hayatla baş edebilmeyi en çok becerdiğimiz bir dönem. Onca görmüş geçirmişlikten sonra yaşlılık, daha çok deneyim daha az sürpriz demek. Kendini ve bedenini daha iyi tanımak, olur olmaz her şeyi dert etmemek, sorunların üstesinden gelmek için sihirli formüller geliştirmiş olmak hep yaşlılığa özgü nitelikler.

Yaşlıların rutinleri olur. Kalkılır, ilaçlar içilir, bakkala gidilir, gazete ekmek alınır. Açık çayla, az tuzlu kahvaltı. Yemekten sonra yine ilaçlar, bunamaya karşı bulmaca çözmek, biraz televizyon, biraz kestirmece… Telefonla hal hatır sormalar. Komşu, eş, dost ziyaretleri.

Hali vakti varsa yazdan tarhanalar, salçalar… Biraz kendilerine daha çok çocuklara…

Azla yetinmek, sağlığına duacı olmak, aldığı her nefese şükretmek, büyük resmi görüp küçük sularda boğulmamak, arada bir de kimseye yük olmadan, acısız, sancısız bir son dilemek…

***

Yaşlı kadın, kumsalda oturmuş güneşleniyordu. Çocuklar kıyıda oyunlar oynuyorlardı. Biraz sonra kız kardeşi gelip onu da kıyıda suyun içine oturttu. Soğuk sudan irkilen kadın küçük bir kızın kendisini izlediğini geç fark etti. “Sen yaşlı mısın?” dedi küçük kız. “Bilmem öyle miyim?” dedi kadın. “Ellerin buruşmuş, sen yaşlısın” dedi çocuk. “Evet haklısın yaşlıyım ben” dedi kadın. “Yaşlılar kumdan kale yapabilir mi?” diye sordu çocuk. “Oturularak yapılıyorsa yapabilirim her halde” dedi kadın. “Oturularak da olabilir” dedi kız çocuğu, “ben sana gösteririm, öyle yapabilirsin”… Tamam dedi kadın, hadi bana kumdan kale nasıl yapılır öğret”…