Yaşlılık: Bir gelişmişlik ya da geri kalmışlık göstergesi

Yönetimleri talep edenlerden, yaşlıların, kimseye muhtaç olmadan ölüp gitme düşüncesinden başka hedeflere odaklanabildiği bir ülkenin politikalarını üretmelerini bekliyoruz.

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

Akılla konuşanlar 
  güvenmeli 
  her şeyde ortak olana
bir kent 
          nasıl güvenirse 
       yasalarına
daha da büyük 
        bir güvençle

Tüm yasaları 
      çünkü insanoğlunun
beslenir 
           bir tek 
      tanrısal yasayla

İstediğince güçlüdür çünkü o

Herşeye yetip artar.

Heraklitos ( MÖ. 535 )

Yaşlanmak; kaçınılmaz olarak gerçekleşen fizyolojik, psikolojik ve aynı zamanda sosyal değişimler bütünü. Değişmeyecek tek şeyin değişimin kendisi olduğu metaforundaki** gibi, yaşlanmak da kaçınılamaz ve geri döndürülemez bir kavram.

İki farklı yaşlanma (ya da yaş alma) kavramından söz etmek mümkün. Biyolojik yaşlanma ve kronolojik yaş alma. Kronolojik yaşın, yani doğduğunuz günden bu yana yerkürenin Güneş etrafında kaç tur attığının biyolojik yaşımızla bir göbek bağı yok. Elbette tümüyle alakasız değil ancak işte o biyolojik yaş ile kronolojik yaş arasındaki fark yaşadığınız ülkenin, iklimin (hem gerçek hem de mecaz anlamda), toplumun gelişmişlik düzeyi, ekonomisi ve refahı ile çok yakından ilişkili.

Yaşlanınca ne oluyor ya da neden yaşlanıyoruz ? Genetik yazılımlarımız olan DNAmızda, bir nevi hard disklerimizde yazılı. Anne karnında belirdiğimiz ilk anlarda belirlenen bir programla, bölüne bölüne kısalan telomerlerimiz yaşlanmayı tarifliyor.

Şu hayatta var olma mücadelemiz henüz hücreler yumağı olduğumuz zamandan başlıyor. Doğa, hücrelerin başlangıçtaki uyumunu beğenmezse, anne karnına tutunmalarına izin vermiyor örneğin. Sürekli bir yenilenme, onarma çabası var bedenimizin ancak her mücadelenin bir yorgunluğu olduğu gibi bu çaba da yıllar içinde zayıflıyor. Güneş ışınlarından tutun içinde ne olduğundan emin olamadan yediğimiz içtiğimiz herşey genlerimize zarar veriyor. Ve kaygı ve stres, öyle zarar verici dışsal faktörler ki. Yıllar içinde, yıpratıcı, hasta edici dışsal faktörlerle başetmekte mahir hücrelerimiz, aldığınız yükle doğru orantılı olarak kendini onaramaz hale geliyor. Aldığımız yük de her zaman aldığımız yaşla orantılı değil elbette.

Bana sorarsanız, bir toplumdaki bireylerin, ayrım yapmaksızın ‘sağlıklı yaşlanabilmesini sağlamak’ bütün bir devlet organizasyonunun görev tanımını özetleyebilir. Anne sağlığından başlayıp, bebeğin doğduğunda sağlıklı olmasını sağlamaktan tutun beslenme, eğitim, yaşam boyu sağlık, güvenlik, her yaşta illa ki psikososyal iyilik halimize yapılacak doğru yatırımlar politikalar üstü bir vazgeçilmezlikte olmalı. Çocuk ve genç sağlığının tabiri caizse üzerine titrenmediği, sağlıklı yaşamanın ve yaşatmanın bir hedef olarak ortaya konmadığı ülkelerde, genç ölümleri konuşmaktan nasıl sağlıklı yaş alınabileceğini konuşmaya sıra gelmeyebiliyor ne yazık ki...

‘Şu an şu oranda yaşlıyız, 2050’de şu sayıya çıkacak bu oran’ diye istatistiklere, sayılara odaklanmanın bireyler açısından pek önemi yok bence. İster yerel ister merkezi düzeyde olsun, yönetimleri talep edenlerden, yıllandıkça acımayan, maddi manevi olabildiğince bağımsız, eşi dostu çoluğu çocuğuna yük olduğu hissine kapılmayan yaşlıların, kimseye muhtaç olmadan ölüp gitme düşüncesinden başka hedeflere odaklanabildiği bir ülkenin politikalarını üretmelerini bekliyoruz. Bir toplumda engelli, dezavantajlı ve yaşlı bireylerin yaşam kalitesi o ülkenin gelişmişlik düzeyini belirlemeli ( belirliyor da ). Ne yazık ki 2024’te ülkemizde geldiğimiz nokta bir yaşlı, engelli birey ile en iyi ihtimalle birkaç genç ve sağlıklının da eve kapanması, ekonomik çıkmazı ve depresyonu.

Kendi başımıza ne yapabiliriz derseniz, sağlıklı yaşamak da yaşlanmak da iki şeysiz olmuyor; sağlıklı beslenme, egzersiz ile bedeninize, sosyal dayanışma ile ruhunuza dayanıklılık kazandırmak.

* Dr. / Başkent Üniversitesi İç Hastalıkları Uzmanı 

** Heraklitos

(HABER MERKEZİ)