Yazar-ressam Orhan Pamuk: Ne kadar ruh hâlim varsa o kadar da kişiliğim var
‘Uzak Dağlar ve Hatıralar’da ressam ve yazar Orhan Pamuk, romanlarının taslaklarını çiziyor defterlerine. Romancı Pamuk ise resimleri cümlelere döküyor. Resim ile yazıyı aynı anda düşünüyor...
Ludwig Wittgenstein’ın Türkçeye 'Yan Değiniler' başlığıyla Oruç Aruoba tarafından çevrilen; incecik ve okurken insanın zihnini allak bullak eden bir metni vardı. Kısa cümle ve önermeler bulunan, düşünürün kitaplarını paranteze aldığı, aynı zamanda onlara bir hazırlık gibi algılanabilecek ifadelerle bezeliydi bu çalışma. Wittgenstein’ın felsefe uğraşı dışındaki yaşamına; müzik ve mimarlık merakına dair ipuçları içeren 'Yan Değiniler', filozofun hayatının birer ikişer cümlelik dökümüydü âdeta.
Umberto Eco’nun “çılgınlığında deha var” dediği Orhan Pamuk’un sözlü-çizgili defterlerinden oluşan 'Uzak Dağlar ve Hatıralar', teknik anlamda değilse bile kimi cümleleriyle ve araya katılmış resimlerle Wittgenstein’ın 'Yan Değiniler'iyle akraba. On dört sene boyunca tuttuğu notlar ve çizdiği resimlerin bulunduğu bu defterlerde Pamuk, bazı romanlarının (özellikle ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ın ve ‘Veba Geceleri’nin) eskizleriyle karşımıza çıkıyor.
‘Uzak Dağlar ve Hatıralar', yazar-ressam Pamuk’la buluşturuyor bizi; pencereden gördükleri ve bizim de onun penceresinde gördüklerimiz birleşiyor. Sonra “gökten yağan kelimeler” gelip defterlerin sayfalarına düşüyor. Pamuk’un rüyalarının ve hayallerinin bütünleştiği, romanları için hazırlıklar yaptığı ve bazen sokaktaki hayatı gözlemlediği notlarla yüzleşiyoruz ‘Uzak Dağlar ve Hatıralar’da. Çocuksu bir heyecan ve yazarlığın getirdiği ağırlık, hem resimlerde hem de cümlelerde ortaya çıkıyor. Bunların hepsi, dağınık bir romanı ve tamamlanmamış bir tabloyu andırıyor. Nasıl ki “romanın içine girip bütün dünyayı unutunca kendisini iyi hisseden” bir Pamuk varsa bu defterlere yazıp çizerken romanları ve çalışma masasının dışına taşan bir diğer Pamuk da var. Yazarın aklına düşen soruları da unutmamak lazım: “Bazen gözüm hatıra defterine yazdıklarıma takılıyor ve acaba bunları yayımlamam doğru mu diye düşünüyorum.”
‘HER ŞEYİN BAŞI MANZARA’
Defterlerdeki cümle ve resimler, Pamuk’un zihninin işleyişinin, çalışma düzeninin ve çalış(a)mama nedenlerinin bir dökümü: Etrafında olup bitenleri görürken kendisine de bakan bir yazara rastlıyoruz hemen her satırda ve çizimde. Bu bakıştan süzülen cümlelere bir örnek: “Resmin üzerine yazmanın zevkleri üzerine yazmalıyım. İşte yazıyorum: 7-22 yaşlarım arasında ressam olacağımı sandım. 22 yaşında içimdeki ressamı öldürdüm ve roman yazmaya başladım. 2008 yılında bir dükkâna girip iki büyük torba dolusu kalem boya fırça alıp küçük resim defterlerine korku ve zevkle resmetmeye başladım. Evet içimdeki ressam ölmemişti. Ama korkular içindeydi ve çok çekingendi. Yaptığım resimleri kimse görmesin diye defterlere yapıyordum. Hatta biraz suçluluk duyuyordum: Demek ki kelimelerin yetersiz olduğunu düşünüyordum. O zaman niye yazıyordum? Bu huzursuzluklar hızımı kesmiyordu. Resmetmeye çok hevesliydim ve her yere gene resmediyordum.”
Olaylarla, kelime ve resimlerle dolu ‘Uzak Dağlar ve Hatıralar’, aynı zamanda Pamuk’un çalışır ve düşünürken yaşadığı anlık mutlulukları ve öfkeleri de içeriyor. “Yalnızca kelimelerle değil çizimlerle de not tutan” bir yazarın resimli-sözlü zihinsel portresi bu: “Yazıyla resmi birleştirdiği” ve “kendini en özgür hissettiği” kendisine ait bir dünya… “Her şeyin başı manzara” diyen, farkında olmadan imza atar gibi çizen Pamuk’un marifetleri bunlar.
“Yalnız bir adam olmuşum” diyen Pamuk; manzaraya bakıp çocukluğunun ve gençliğinin mekân ve insanlarını özleyerek yaşamı anlamaya ve her şeye rağmen gülümsemeye uğraşırken yine kendisine dönüyor: "Hayatta en iyi yaptığım şey evet, yazı yazmak. Aynı güçte resim çizebilmeyi isterdim, diyeceğim. Ama şimdi anlıyorum ki o zaman başka biri olurmuşum.” Uzak geçmiş ve uzak gelecek arasında salınan Pamuk, “kafası bozulduğunda hayal ettiği yerleri” de düşünüyor.
Pamuk’un kaleme alacağı romanların “telaşlı havasını” biraz olsun dağıtan sözler ve çizimler de karşılıyor bizi ‘Uzak Dağlar ve Hatıralar’da. “Resmetmek hatırlamadıklarını görmekle başlar, bir süre sonra aynı manzara zaman’ı göstermeye başlar” cümlesi de bahsi geçen sakinleşmeye dâhil. Gemilere bakıyor Pamuk; yazdıklarına, çizdiklerine, İstanbul sokaklarına, gördüğü rüyalara, resimlere, fotoğraflara, manzaraya ve manzarayı bozan her şeye… Ardından, “hatıra defterlerine gemi gibi dönüyor.” İstanbul’un küçük ayrıntılarını işitmeyi sürdürüyor ve “bir gemi olmayı” düşlerken aklına bir “hata” takılıyor: “Her günün bir anlamı olmasını istemek de bir hata… Anları yaşıyoruz, zaman geçiyor ve hayatımız dediğimiz hayal yavaş yavaş tükeniyor. Bir gemi gidiyor.”
‘NE KADAR RUH HÂLİM VARSA O KADAR DA KİŞİLİĞİM VAR’
Dünyaya bakan ve gördüklerine dair notlar tutan, daha sonra “dünyayı unutup roman içinde kaybolan” Pamuk’un gerçeklerle hayallerin at başı gittiği; kimi anlarda birinin diğerinin önüne geçtiği satırlardan ve resimlerden oluşuyor ‘Uzak Dağlar ve Hatıralar’. Başka bir deyişle manzara ve söz birbirine karışıp birbirinden ayrışıyor. Pamuk’un yazmaya odaklanamadığı zamanlarına tanık oluyoruz defterlerde; “kendimi yalnızca yazıya kapatmak istiyorum” deyip ekliyor: “Roman yazmak -benim için- dünyayı, resmin gösterdiğinden daha derin bir şekilde hissetmek demek…” Bu satırları kendisine tuttuğu ayna izliyor: “Ne kadar ruh hâlim varsa o kadar da kişiliğim var. Her yeni ruh hâlinde yeni bir insan oluyorum. Ve yeni bir insan olunca eski düşüncelerimi tanıyamıyor, onlara hayret ediyorum… Düşüncelerimin odak noktası şu ara ne kadar çok değişiyor. Demek ki sürekli başka biri oluyorum.”
Dalgalı denizdeki bir gemi gibi cümlelerle, izlenim ve resimlerle karşılaştığımız ‘Uzak Dağlar ve Hatıralar, Pamuk’un zamanla yeni renk ve cümleler ekleyerek sürekli tazelediği sayfalardan oluşuyor. Hayaller ve projeler bir yandan yürürken öbür taraftan hayat ve roman akıyor. Sonra, yanıtı belirsiz sorular giriyor araya: “Bir çeşit entelektüel bunalım mı geçiriyorum? Çalışmadan sersemlemek mi bu?”
Gemiden deftere dökülen kelimeler ve dağlardan süzülüp gelen cümlelerle dolup taşan satırlar, Pamuk’un “manzarayı bir muamma gibi resmedebilme hüneri”ni gösteriyor bize. Bu manzara bazen Pamuk’un “içindeki fırtına”nın bazen dışarıdaki fırtınanın yansıması. “Yaşamak görmektir” cümlesi ise kitabın çatısı hâline gelirken onu bir başkası tamamlıyor: “Ölünce güzel resimler biter, karanlık başlar. Bana göre aslında bütün resimler güzeldir çünkü insan hep bakmak ister.”
Pamuk’un “içindeki ressam ile yazarın hayali konuşması”ndan kesitler de çıkıyor karşımıza. Ressam ve yazar Pamuk, romanlarının taslaklarını çiziyor defterlerine. Romancı Pamuk ise resimleri cümlelere döküyor: Manzarayı ve romanı düşlüyor. Resim ile yazıyı aynı anda düşünüyor. Romanın içinde kaybolurken mutluluğu katlanıyor. Geziyor, bakıyor, görüyor, düşünüyor, çiziyor ve yazıyor; romanlarında ilerliyor ve resimler çoğalıyor. Yakın geleceğin başkarakterleri ete kemiğe bürünürken romanların geçeceği mekânlar belirginleşiyor.
Pamuk, bir noktada, hayal gücüyle dünyadan “romanın hayali dünyasına” kaçma yollarını nasıl keşfettiğini, dünyayı ve insanları anlama sürecini anlatıyor: “Bir romanın içinde olmak, yaşadığım günü romanın bana verdiği anlam ile yaşamak… Bu olmadan yaşayamıyorum. Dünya bir metin olmadan, yazılacak bir şeyin işareti hâline gelmeden… yaşanması zor bir yer.”
‘YAŞAMAK İSTEDİĞİM HAYAT, RESSAM HAYATI’
Yazmanın mutluluğu ve yazamamanın tuhaf huzursuzluğunun Pamuk’un benliğinde yarattığı gerilimin akislerine denk geliyoruz ‘Uzak Dağlar ve Hatıralar’da. Hindistan’da, Mısır’da, ABD’de veya Türkiye’de yokluyor bu mutluluk ve gerilim onu. Bir otel odası, şehirde bir mekân ya da çalışma masası ise yazarın bu fırtınaya en sık yakalandığı yerler. Manzara değişse de yazma mutluluğu ve yazamama huzursuzluğu hemen hemen aynı kalıyor. Bunlara başka gerilimler de katılıyor: “Bu deftere her şeyi küçük küçük yazan biriyim. Sanki dünyayı buraya saklıyorum. Sanki yaşayamadığım hayatı burada yaşamaya çalışıyorum. Yaşamak istediğim hayat=ressam hayatı. Ama o hayata geçemedim işte! Yazı ile o hayatı canlandırmak ne kadar bir teselli olabilir? Bu soruları sormadan yoluma devam etmeliyim.”
Yazıp çizdiği defterleri yeni romanlara giden yol olarak gören Pamuk, “Thoreau’nun Walden’a yaptığını İstanbul’a yapıyorum” diyor. Tasvir ediyor, not alıyor, yakın veya uzak gelecekteki kitaplarına hazırlandığı defterlerine şöyle yazıyor: “Dünya romana girmeye hazır.” Belli bir süre sonra ve zahmetli uğraşların ardından giriyor da… Biz de o hazırlık aşamalarının bir bölümüne bu defterler aracılığıyla tanık oluyoruz. ‘Uzak Dağlar ve Hatıralar, Pamuk’un hem kendi yaşamının hem de yarattığı karakterlerin hayatının ve onların ete kemiğe büründüğü mekânların içinden geçtiği; resim ve cümlelerin birbirini tamamladığı defterlerden oluşuyor. Pamuk, bu defterlerde kâh roman kahramanlarıyla konuşuyor kâh çıktığı seyahatlerden izlenimler not ediyor, bazen aklına düşen bir imgeyi çiziyor bazen de hayallerini cümlelere döküyor. Dolayısıyla yazar-ressam Orhan Pamuk duruyor önümüzde.