Yazarını aşan bir roman: Roger Ackroyd Cinayeti
Agatha Christie'nin 'Roger Ackroyd Cinayeti' kitabı, polisiye türün özgün bir klasiği olarak karşımızla çıkmaktadır. Başka bir deyişle romanı yazarını aşan bir metin olarak görmek mümkündür.
Ezgi Nur Şahin
Agahta Christie’nin 1926 yılında yayımlanan sıra dışı romanı 'Roger Ackroyd Cinayeti', İngiltere’nin küçük bir kasabasında dul bir kadın olan Bayan Ferrars’ın intiharıyla başlayan ve kasabanın en zengin adamı Roger Ackroyd’un öldürülmesiyle birbirine dolanan sır yumağı etrafında gelişmekte. Polisiye türünün o dönemdeki bütün klasik unsurlarını barındıran roman, gerek Christie külliyatından gerek türün diğer klasiklerinden ayrılmasını sağlayan epistemolojik yapısıyla dikkat çekiyor.
'Roger Ackroyd Cinayeti'ni benzerlerinden farklı kılan noktaya odaklanmadan önce romanın olay örgüsüne değinmekte yarar var. Bayan Ferrars’ın intiharının ardından çıkan dedikoduların King’s Abbot kasabasını çalkaladığı günlerde, romanın anlatıcısı Dr. James Sheppard, Roger Ackroyd’un evine önemli bir meseleyi konuşmak üzere davet edilir. Aynı akşam Dr. Sheppard aldığı telefonun akabinde Ackroyd’un evine dönmek durumunda kalır. Zira telefonda aldığı habere göre Roger Ackroyd öldürülmüştür…
Bir polisiye romanın olmazsa olmaz unsurlarından biri olarak kişilerin yani şüphelilerin çokluğu, cinayeti karmaşık hale getiren önemli bir unsurdur. Roger Ackroyd’un maddi açıdan çoğu zaman kendini zor durumlara sokan üvey oğlu Ralph Paton, Ackroyd’un ölen kardeşinin karısı Bayan Cecil Ackroyd ile kızı Flora Ackroyd, evin kahyası Miss Russel, uşağı Paker, sekreteri Raymond, Ackroyd’un arkadaşı Binbaşı Blunt ve evdeki diğer hizmetliler cinayet şüphelileridir. İşleri biraz daha zor bir hale sokan bir diğer durum ise bu insanların birbirleriyle olan ilişkileridir. Zira Ackroyd’un üvey oğlu Ralph Paton ve yeğeni Flora Ackroyd nişanlıdır fakat aile dışından kimsenin bundan haberi olmaz. Ralph Paton’ın cinayetten kısa bir süre önce gelip bir otele yerleşmesi ve cinayetin ardından ortadan kaybolması bütün şüpheleri ona çekse de nişanlısı Flora Ackroyd’un, Dr. Sheppard’ın yeni komşusuna, emekli dedektif Hercule Poirot’ya başvurup Ralph’ın suçsuzluğunu ortaya çıkarmasını istemesiyle cinayetin detayları yavaş yavaş ortaya çıkar.
Olayın başka bir boyutu ise Bayan Ferrars’ın intiharı öncesinde Roger Ackroyd ile olan samimiyetidir. Kasabada, kısa bir zaman içerisinde evleneceklerine dair dedikodular dolaşmaktadır fakat Bayan Ferrars’ın intiharının Ackroyd’u etkilemesinin tek sebebi bu değildir. Zira Ackroyd, Dr. Sheppard’ı önemli bir meseleyi konuşmak için evine çağırdığı akşam, ona Bayan Ferrars’ın kendisine yaptığı önemli bir itiraftan bahseder. Ackroyd’un söylediğine göre Bayan Ferrars yaklaşık bir sene önce alkol zehirlenmesinden öldüğü sanılan kocasını kendisi öldürmüştür ve ismini açıklamadığı biri tarafından şantaja uğramaktadır. Ackroyd’a bunu itiraf ettiği günün ertesinde intihar etmesi, adamın kafasında bazı şüpheler doğurur. Doktora, bunun cinayet olup olamayacağını sormuştur. Tam o anda uşağın getirdiği postanın içinden Bayan Ferrars’ın günler öncesinden kendisine yazdığı bir mektubun çıkması hem Ackroyd’u hem de Dr. Sheppard’ı heyecanlandırır zira mektupta şantajcının adı yazılıdır. Ancak Ackroyd mektubu tek başına okumak ister ve doktoru gönderir. Nitekim Ackroyd o gece öldürülür ve Dr. Sheppard, cinayeti kendisine bildiren telefonun ardından olay yerine gittiğinde mektubu bulamaz.
Okura verilenler şunlardır: İki cinayet, bir şantajcı, ortadan kaybolan mektup, Ackroyd’u öldürürken katilin kullandığı hançer, Miss Russel’ın doktora sorduğu tuhaf sorular, yazlık evde bulunan uyuşturucu ve beyaz kumaş parçası, pencereden odaya girildiğini gösteren ayakkabı izleri, Dr. Sheppard’a kim tarafından yapıldığı belli olmayan o arama, üvey oğlu Ralph Paton’ın ortadan kaybolması, Paton’ın birlikte görüldüğü başka bir kız ve aralarında geçen konuşma, çalınan para ve olay yerinde yeri değiştirilen bir koltuk. Her biri farklı şüphelileri işaret eden tüm bu ipuçlarını birleştirmek ise dedektif Hercule Poirot’ya ve onun yardımcılığı görevini üstlenen Dr. Sheppard’a kalmıştır.
Pek çok polisiye eserde olduğu gibi bu romanda da kişilerin her biri teker teker zan altında bırakılır. Zaten Christie, romanını "Cinayetin, soruşturmanın yer aldığı ve sırayla herkesin zanlı olduğu klasik dedektiflik hikâyelerinden hoşlanan Punkie’ye" ithaf eder. Christie’nin ithafı ironiktir çünkü 'Roger Ackroyd’un Cinayeti', başlarda öyle olduğu izlenimi yaratsa bile klasik bir dedektiflik hikâyesi değildir. Christie’nin diğer Hercule Poirot romanlarında olduğu gibi dedektifin aklından geçenler okura hemen aktarılmaz. Aksine, bu romanda Hercule Poirot’nun eylemleri okur için tamamen beklenmediktir. Okur, cinayeti Hercule Poirot ile birlikte çözmeye çalışmaktan çok dedektifin cinayeti çözmeye çalışmasını izleyen bir seyirci konumundadır. Anlatıcının Dr. Sheppard oluşu okurun seyirci konumunu pekiştiren önemli bir unsurdur.
"Göğsünü şişirdi. Öyle komik görünüyordu ki, kahkaha atmamak için kendimi güç tuttum. Sonra kakaosundan ufak bir yudum aldı ve dikkatle bıyığını sildi.
'Keşke olan biteni biten hakkında ne düşündüğünüzü bana söyleseniz,' diye atıldım. […]
Poirot, bana samimiyetle gülümsedi.
'Motorun nasıl çalıştığını öğrenmek isteyen küçük bir çocuk gibisiniz. Olayı aile doktorunun gözünden değil, kimseyi tanımayan ve herkesi aynı derecede kuşkulu birer yabancı olarak kabul eden dedektifin gözüyle görmeye çalışıyorsunuz.'" (Sf. 151)
Nitekim bu tutum romanı çok daha ilginç kılar çünkü nihayetinde aranan katilin bizzat Dr. Sheppard olduğunu öğreniriz. Okur her ne kadar Sheppard’ın zan altında kalmayan tek karakter olduğunu fark edebilecek olsa da olan biten her şeyin başından beri onun gözünden okunuyor oluşu şüpheleri ortadan kaldıracak niteliktedir. Öte yandan Sheppard bunu okura yalan söyleyerek değil, yalnızca "bazı şeyleri söylemeyerek" yapar. Romanın sonunda Poirot’nun onu ifşa etmesiyle tüm bunları ileride Poirot’nun başarısızlığına dair yayımlanacak bir roman olarak yazdığını itiraf eder. Ancak planı tutmamış, dedektif cinayeti çözmüştür.
'Roger Ackroyd Cinayeti', dönemin klasik polisiye roman şablonuna uymaması yönünden bazı eleştiriler toplar. Öncelikle Sheppard her ne kadar okura yalan söylemese de bazı şeyleri söylemeyerek okuru cinayeti çözmeye götürecek önemli detaylardan mahrum bırakır. Bu da polisiyede önemli bir nokta olan okur-yazar arasındaki güvenilirliği sarsar. Zira okur, romanı okurken her ne kadar yer yer yanıltılacağını, tuzağa düşürüleceğini kabul etse de kendisinden böyle önemli detayların saklanması bir bakıma oyun bozanlıktır. Öte yandan Christie, otobiyografisinde, kayınbiraderinin bir gün kendisine, dedektif dahil herkesin suçlu çıkabildiği romanlardan ziyade bir Watson’ın, yani dedektif yardımcısının katil olduğu hikâyeler okumak istediğini söylediğini anlatır. Daha sonra başka biri ona birinci kişi anlatıcının katil olduğunun ortaya çıktığı bir roman fikrini verir. Roman aşağı yukarı bu iki fikirden hareketle yazılmıştır. Bu noktada, yazarın güvenilirliğine dair eleştirileri kabul etmez Christie:
"İyi bir fikir olduğunu düşündüm ve uzun süre aklımda geçerliliğini korudu. Bu fikir tabii ki bin türlü zorluk çıkaracaktı. Hastings’in cinayet işlediğini düşünmek kalemime ket vuruyordu ve her hâlükârda bunu kandırmacaya başvurmayacak şekilde yapmak zor olacaktı. Tabii ki birçok insan 'Roger Ackroyd Cinayeti'nin kandırmaca olduğunu söylemekte; ancak bu kimseler romanı dikkatli okudukları takdirde yanıldıklarını anlayacaklardır. Romandaki küçük zamansal boşluklar belirsiz bir bağlama tam anlamıyla yedirilmiş olmalıydı ve Dr. Sheppard gerçeğin tamamını olmasa bile salt gerçeği yazmaktan büyük bir haz duydu." (Agatha Christie, An Autobiography, 1977)
Bir başka eleştiri de Christie’nin aslında gerçek katili okurdan sakladığı yönündedir. Fransız polisiye roman eleştirmeni ve psikanalist Pierre Bayard’ın 1998 yılında yayımlanan 'Qui A Tué Roger Ackroyd?'(Rogerd Ackroyd’u Kim Öldürdü?) kitabı, cinayeti yeniden ele alır. Bayard, dedektif Hercule Poirot’yu ikincil ipuçları üzerinde fazlaca durduğu için gerçeği ıskalamakla suçlar ve asıl katilin Dr. Sheppard olmadığı ihtimali üzerinden soruşturmayı başa alır. (Çınla Akdere, "Ackroyd Paradoksu", 221B, 2017) Odaklanılması gereken iki şüpheli daha olduğunu öne sürer: Ralph Paton ve Dr. James Sheppard’ın kız kardeşi Caroline Sheppard. Bayard, katilin üvey oğul Ralph Paton çıkması durumunda okurun şaşırmayacağı gerçeğine dayanarak Paton’ı eler. Katilin Dr. Sheppard olduğunu ise başından beri düşünmüyordur zira Sheppard cinayet için yeteri kadar saikten mahrumdur. Her ne kadar Bayan Ferrars’a para için yaptığı şantajın Ackyord’u öldürmesine neden olan olayları tetiklediğini iddia etse de Sheppard cinayet işleyebilecek nitelikte biri değildir. Bu durumda hem okuru şaşırtabilecek hem de cinayet için geçerli bir saiki ve uygun kişiliği olan biri katil olmalıdır. Böylece Dr. James Sheppard’ın kendisinden sekiz yaş büyük dedikoducu kız kardeşi Caroline Sheppard öne çıkar. Christie, Caroline Sheppard’dan şöyle bahseder:
"Miss Marple, Roger Ackroyd Cinayeti’ndeki Dr. Sheppard’ın kız kardeşini yazarken aldığım hazdan doğmuş olsa gerek. O kadın kitaptaki favori karakterim olmuştu- meraklı, her şeyi bilen, her şeyi duyan, ekşimiş bir kız kurusu: bir evin bütün dedektiflik ihtiyacını karşılar." (Agatha Christie, An Autobiography, 1977)
Sahiden de Caroline Sheppard herkesten kuşku duyan Hercule Poirot’nun dahi dikkatini çekmemiştir. Öte yandan Caroline, Bayard’ın iki şartını da karşılar. Okuru şaşırtabilecek bir karakter olmasının yanı sıra bu cinayeti işlemesine neden olacak saik onda vardır.
Christie’nin gerçek katili ele vermeyecek böyle bir kandırmaca yapmış olma ihtimali bir yana, tüm bu özellikleriyle ve yarattığı tartışmalarla, çok yönlü, açık dokulu yapısıyla birlikte 'Roger Ackroyd Cinayeti', polisiye türün özgün bir klasiği olarak karşımızla çıkmaktadır. Başka bir deyişle romanı yazarını aşan bir metin olarak görmek mümkündür.