14 yaşındaki Cihat üç kez toprağa verildi!
Sur'dan Şırnak'a doğru başlıyor yolculuğumuz. İlk durağımız Diyarbakır'ın kalbi Sur. Ölümlerden, yıkımlardan ağır yara almış bu kadim kent. 'Hendekleri kapatalım' derken insanların yüreklerinde daha derin hendekler açılmış.
Ortaokul son sınıf öğrencisiydi Cihat Morgül, Sur'un Fethipaşa Mahallesi'nin Üçok Sokağı'nda oturuyordu; annesi, babası ve küçük kız kardeşiyle birlikte.
İlk sokağa çıkma yasağı 2015'in 6 Eylül'ünde ilan edilmişti. Sonra üç ez daha ilan edildi. Hepsi birkaç gün sürmüştü. Beşinci kez 2 Aralık 2015'te ilan edileni en uzunu olmuştu sokağa çıkma yasaklarının. Tam dokuz gün.
Kısa bir ara vermişti Diyarbakır Valiliği yasaklara. Amaç Sur'u sivillerin boşaltmasıydı. Daha bir gün dolmadan çok uzun bir yasak başlayacaktı binlerce yıllık tarihten, onca uygarlıktan süzülüp gelen Sur için. İşte bu son yasak; hem en uzun süreni, hem de Sur'un yıkımı olacaktı.
İlk dört yasakta evlerinde kalmıştı Morgül ailesi. Yine de kalacaklardı. Ancak mahallelerini basmıştı Özel Harekatçılar. "Hadi boşaltın" dediler. Çıkmak istemeyenlere verilecek yanıt hazırdı:
"Zorla da olsa çıkacaksınız!"
Zaten top atışları başlamıştı. Durmalarının imkanı yoktu. Büyük bir abluka başlıyordu Sur'un çevresinde yeniden. Taşıyabilecekleri eşyalarını aldılar yanlarına. Sonu belirsiz bir yolculuğa çıkıyorlardı. Oğulları Cihat da onlarla birlikte taşıyordu eşyalarını.
Gerisini Cihat'ın annesi Kadriye Morgül anlatıyor:
"Tam biz çıkarken aramızdan kayboldu Cihat. Geriye dönüp aramaya çalıştık. Ancak sokağa çıkma yasağı başlamıştı. İçeri giremedik. Günlerce haber bekledik Cihat'tan. Her kapı çaldığında onun geldiğini sanıyorduk. Ancak gelmedi. 6 Şubat'ta televizyondan öldürüldüğünü öğrendik."
Oğlunun cenazesini alabilmek için günlerce Sümerpark'ta nöbet bekliyor Morgül ailesi.
"Daha o yaşarken bir fırsat bulsaydım gider alırdım oğlumu. Öldürüldü, yine gidip alamadım. Bir aydan fazla bekledik cenazemizi. Gidiyorum mahalleye, beş dakika ötemde ama yine gidip alamadım oğlumu."
Oğlu Cihat su içtiği için "Ah" ediyor anne Kadriye:
"Sol tarafından, bir şarapnelle vurulmuş. Yarası öldürücü değilmiş. Ama susatıyormuş şarapnel parçası. Su içmiş oğlum. İçmeseydi bugün yaşıyordu mutlaka. Liseye gidecekti bu sene eğer yaşasaydı ."
'BELKİ HÂLÂ OĞLUMUN KAN İZİ VARDIR'
Arkadaşları günlerce açıkta kalan cenazesini Sur'da gömmüşler Cihat'ın. Cenazesinin başucuna da her toprağa verdikleri arkadaşları gibi, kavanoz içinde özel eşyalarını bırakmışlar.
Cihat'ın cenazesi devletin güvenlik güçleri tarafından Sur'da gömüldüğü yerden çıkarıldıktan sonra Gaziantep'teki Adli Tıp morguna götürülüyor. Orada bir süre bekletildikten sonra, daha DNA eşleşme sonuçları beklenmeden Gaziantep Belediye Mezarlığı'nda toprağa verilmiş. Sonunda tamamlanmış DNA eşleşmesi. Morgül ailesi ikinci kez çıkartmış topraktan oğulları Cihat'i. Diyarbakır'a götürmüşler. Yaşamını yitirdikten tam 103 gün sonra, Yeniköy Mezarlığı'nda üçüncü kez toprağa vermişler.
Ama annesi Kadriye'nin iki itirazı var bu yaşananlara.
Birincisi, "Cihat 14 yaşındaydı" denmesine karşı. "Daha 13 yaşındaydı, 14'üne yeni girmişti" diyor.
İkincisi de gömülme sayısının üç olmasına itiraz ediyor.
"Benim oğlum dört kez gömüldü. Birincisi Sur'da, ikincisi Adli Tıp morgunda, üçüncüsü Gaziantep'te kimsesizler mezarlığında, dördüncüsü de Diyarbakır'da."
Sur'daki çatışmalı bölgede bulunan evlerinden çıkmak zorunda kalan Morgül ailesi yine aynı ilçede başka eve taşınmışlar kiracı olarak. Hala yasakların sürdüğü mahallede olan evleri resmen "dümdüz" olmuş; evlerindeki tüm eşyaları da...
"Evden doğru dürüst hiçbir şey alamadık" diyor anne Kadriye "Üstümüzde ne varsa öyle çıktık. Bu evi kiraladığımızda tek bir eşyamız yoktu." Salondaki üçlü koltuğu, bir televizyonu, yerdeki birkaç minderi gösteriyor sonra:
"Akrabalar yardım etti. Bu eşyaları aldık. Ama eşyanın ne önemi var. Eşya gelir, ama giden çocuk gelmiyor."
Sur'dan ayrılmamaya kararlı anne Kadriye.
"Nereye gideyim, her yerinde anılarımız var. Bekliyorum ki Cihat'ın öldürüldüğü sokaktan yasak kalksın. Hemen oraya gideceğim. Belki hala kan izi bile vardır. Onu görürüm.Allah hakkımızı bırakmasın!"
ENKAZDA KALAN GEÇMİŞ VE GELECEK
Sur'da ilan edilen son sokağa çıkma yasağı 3,5 mahallede 270 günü aşkın bir süredir hala uygulanıyor. Girilemeyen mahalleler, aşılamayan sokaklar var. Bu yüzden kaç yüz işyerinin, kaç bin evin, bir tarihi eserler hazinesi olan kentte tam olarak kaç anıt yapının yerle bir edildiği tam olarak bilinmiyor.
HDP'nin hazırladığı kapsamlı Sur Raporu'nda saptanabilen 832 yapıda yer alan 1258 hanenin ve 160 işyerinin yıkıldığı, 257 yapıdaki 509 hane ile 51 işyerinin ağır hasarlı olduğu bilgisi yer alıyor.
Yine aynı rapora göre sivil mimari örnekleri, cami, mescid, türbe, kilise, havra, hamam, çeşme gibi tarihi değeri olan 100'den fazla yapının büyük bölümü yıkılmış, aralarında kısmen yıkılan ve hasar görenler de var.
Çatışmaların bitmesinin, hendeklerin ve barikatların kaldırılmasının üzerinden aylar geçtiği halde hala yıkımlar sürüyor yasaklı mahallelerde. Kamyon kamyon molozlar atılıyor. Dicle Üniversitesi'nin arazisine atılan bu molozların içinde insanların ev eşyaları, kızlarının çeyizleri, çocuklarının oyuncağı, geçmişlerinden biriktirdikleri anıları, fotoğrafları hatta insan bedenleri çıkıyor.
Mahalle mahalle yasaklar kalktıkça en yakınındaki yüksek binalara koşuyor insanlar, kendi evlerinin yıkılıp yıkılmadığını görmek için endişeli gözlerle bakıyorlar yasaklanmış sokaklarda kalan evlerine.
Evinin yıkıldığını gören, molozların taşındığı bölgeye koşup son kalan eşyalarını, anılarını, fotoğraflarını, yataklarını kurtarmaya çalışıyordu. Bunlardan biri de yaşlı gözlerle evinin enkazından arta kalanlar içersinde eşyasını arayan Fatma Yıldırım'dı.
"Yoğurt Pazarı'nda yüksek katlı bir binaya çıktım. Evim ayakta idi. Hasar görmemişti. Aynı akşam bana telefon geldi ve üç katlı evimin altına bomba yerleştirilip patlatıldığını ve evin tamamen yıkıldığını söylediler. 'Çatışma bitmiş nasıl evim yıkıldı?' dedim. İki kızım ile o gece yine o yüksek eve gittim bize cep telefonundan çekilen görüntüleri izlettirdiler. İnanmak istemedim, sabah yine Yenikapı'ya gittim ve surlara tırmanmaya çalıştım. İhtiyarım tırmanamadım, iki kızım surların üzerine çıktı. Bakmışlar evim tamamen yıkılmış. Buraya geldim, yataklarımı gördüm. Kızımın çeyizleri var buralarda. Allah hakkımızı onlardan alsın. Evimiz üç katlıydı kimsenin kiracısı değildik. Şimdi kiracı oldum, kirayı ödeyemiyorum. Oğlum cezaevinde. Birkaç parça eşyamı bu enkazın arasında buldum."
'AMED ŞİMDİ ESAS TARİH OLDU'
Sur Diyarbakır'ın kalbi, daha doğrusu ta kendisi. Yedi bin yıldır kesintisiz süren bir yaşam var Sur'da. Ama şu anda tarihinin en güç süreçlerinden birini yaşıyor. Bunca ölümün ve yıkımın ardından bir de Bakanlar Kurulu'nun aldığı "Acil Kamulaştırma" kararı kentte yeni tartışmalara, kaygılara yol açmış.
İşin ilginci Bakanlar Kurulu "Acil Kamulaştırma" kararını 21 Mart 20016'da yani tam da Newroz günü almıştı. Bu bile bölge insanında "Devlet bizden intikam alıyor" düşüncesine yol açmıştı.
Alınan kamulaştırma kararında çok tartışmalı yanlar da var. Örneğin kamuya ait mallar da kamulaştırılmıştı, kiliseler de. Şimdi bir yandan kararın nasıl uygulanacağı tartışılıyor, diğer yandan da kamulaştırma kararına karşı davalar açılıyor. Tam bir geleceği belirsiz uygulamayla karşı karşıya Sur'da yaşayanlar.
Bunlardan biri de 64 yaşındaki İsmail. Tam 52 yıl önce Mazıdağ'ından göçmüşler Sur'a. Aldıkları ev Ermeni Kilisesi'nin hastane binasıymış. 18 odası varmış. Bir avluya bakıyormuş. Bu yüzden kardeşleriyle, yeğenleriyle tam 52 kişi yaşıyormuş bu binada. Çatışmaların ortasında kalmış. Ev bulanlar Sur'dan çıkmış. Yaralanana kadar kalmış İsmail.
Şu anda o koskoca bina enkaz olmuş. Kamulaştırma kararı verilmiş ama İsmail bu karara karşı direnme niyetinde:
"Halk kabul etmiyor kamulaştırmayı. Bütün batıyı da verseler bir karış yerimizi devlete vermeyeceğiz. Devlet burada boşaltma planı uyguluyor. Benim evime operasyonlardan önce 1 milyon 200 bin lira para verdiler de satmadım. Şimdi beş milyon da verseler satmam. Bana devlet diyor ki, 'Paranı verelim çık'. Ben para istemiyorum. O zaman 'Senin evini yapacağız, seni borçlandıracağız'. Ben bunu da istemiyorum. Satmam da borçlanmam da. Ben kendi evimi kendim yaparım."
Çatışmalardan, ölümlerden, yıkımlardan sonra artık Sur'un başka değeri var İsmail'in gözünde.
"Amed tarihti ama bundan sonra esas tarih oldu."
YÜREKLERDE AÇILAN HENDEKLER
Yaşanan çatışmalı, ölümlü, yıkımlı süreçte omuzlarına ağır yük binenlerden biri de İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici. 14 yıl önce bölgede sona eren Olağanüstü Hal'i, şimdi tüm Türkiye ile beraber yine yaşamaya başladılar.
"Geçen yılın 24 Temmuz'undan bu yana zaten bölgede OHAL'den daha ileri bir hal vardı. Hiç değilse şu anda sokağa çıkabiliyoruz. Şu anda durum 24 Temmuz öncesinin ara dönemine benzedi. Ama şimdi kimseye hiçbir şey soramıyoruz artık. En önemli fark bu. Önceden 'arama izni var mı' diye sorabiliyorduk. Aslında biz burada darbe yaşadığımızı bile fark etmedik. Bir de 30 güne çıktı gözaltı süresi, işkenceler arttı."
Mezopotamya Ermenileri Derneği Başkanı Arat Karagözyan yaşadıkları süreci "Şu anda yerimizde sayıyoruz" diye tanımlıyor. Derneklerinin bulunduğu Sur'daki Surp Sarkis Ermeni Kilisesi'nin manastırı tamamen yıkılmış. O günlerde yaşadıklarını "1915'te neyse bugün de o" diye tanımladı. Yenişehir Belediyesi geçici bir yer vermiş ama orası da imar kanununa aykırı olduğu için yıkılacakmış. Yaşadıkları yıkımı tazmin edecek, mallarını geri alacak uzun ve zorlu bir yasal süreci başlatma hazırlığındalar şu anda.
HDP Sur İlçe Eşbaşkanı Muharrem Kocakaya yasakların kalktığı yerlerde bile polis noktalarının hala durduğunu, geri dönmek ya da evini görmek için gelenlerden bazılarının gözaltına alındığını, Sur'un ana caddesi Gazi'nin trafiğe kapalı olmasının ticareti daha da öldürdüğünü anlatıyor.
"Kentin en az 30 yerinde uygulama var. Bazen aramalardan araç kuyruğu bir kilometreyi buluyor. Yaşadığımız 2,5 yıllık çatışmasızlık sürecinde devlete güven biraz daha artmıştı. Şimdi yüzde 10 bile görünmüyor."
Ancak 1990'lardan farklı olarak çatışmalı bölgelerden Türkiye'nin batısına doğru yoğun bir göç yaşanmamış Kürt kentlerinde. 50 bin nüfuslu Sur'dan operasyonlar sırasında 30 bine yakın insan göçmüş ama hepsi çevre ilçelere. Şimdi yavaş yavaş geri dönüyorlar. Evlerini sahiplenmek yeniden yapmak istiyorlar.
Devletin verdiği resmi rakamlara göre operasyonlar sırasında 53 asker, 17 polis, bir korucu yaşamını yitirmiş. Devlete göre "271 PKK'lı etkisiz hale getirilmiş". Ancak süreci yakından izleyenler Sur'dan çıkartılan cenaze sayısının 90-100 arasında olduğu konusunda ısrarlılar. Ancak bunun ne kadarının sivil halk, ne kadarının kırsaldan gelmiş PKK'li, ne kadarının Surlu direnişçiler olduğu konusunda belirgin bir veri yok. Bir tek TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin, operasyonlar sırasında kesin olarak sivil olduğunu saptadığı 10 ölü var.
Ağır yara almış Diyarbakır'ın kalbi Sur. Bu yaralar nasıl ve ne kadar zamanda sarılır, yoksa sarılamaz mı, belli değil. Çünkü "Hendekleri kapatalım, barikatları yıkalım" derken insanların yüreklerinde daha derin hendekler, daha aşılmaz barikatlar oluşmuş. Sonuçta unutulmamalı ki burası 14 yaşında bir çocuğun üç kez toprağa verildiği bir ülke!
SÜRECEK...