Nusaybin'de 'utanç duvarları' var!
Sur'dan Nusaybin'e geçiyoruz. Bölgenin her yanından acı fışkırıyor. Canlarını yitirmiş Nusaybinliler. 40-50 bin kişinin yaşadığı altı mahalle iki aydır tel örgülerle çevrili. Girmek yasak. Evlerini de, eşyalarını da yitirmişler. Tel örgülere yüzlerini dayayıp arkasında kalan evlerinin yıkılıp yıkılmadığına bakıyorlar büyük bir korkuyla.
Zırhlı araçlar; Polis ve Jandarma Özel Harekatı'yla ablukaya almıştı Nusaybin'in Abdulkadirpaşa Mahallesi'ni.
Tam Seyitler Camisi'nin hemen bitişiğinde bulunan ablasının evinin önünde vuruldu 50 yaşındaki Dilşah Ak. Oracıkta yitirdi yaşamını. Yanında elinden tuttuğu kızı Sevgi vardı. O da yaralandı.
Ablası Hafife Yıldırım gözlerinin önünde öldürülen kardeşi Gülşah'ın evlerinin önündeki zırhlı araçlardan açılan ateşle katledildiğini haykırıyordu.
Ama dinleyen kim! Hemen "yandaş medya" çözüvermişti olayı; "Yolda yürürken nereden geldiği belli olmayan bir kurşun isabet etti" diye.
Belli ki Mardin Valiliği "yandaş medya" kadar profesyonel yalancı değildi, 21 Şubat 2016'da durumu bir "mazeret"le açıklayıverdi:
“Nusaybin ilçemizde güvenlik tedbiri görevini icra eden bir zırhlı aracımızda oluşan teknik bir arızadan dolayı ateşleme mekanizması harekete geçmiş, olay sonucunda bir vatandaşımız hayatını kaybetmiş, bir vatandaşımız da yaralanmıştır."
Bu da 16 Ağustos 2015'ten bu yana bir yıldır dokuz kentte, 35 ilçede 111 kez ilan edilen sokağa çıkma yasakları boyunca yaşamını yitiren 321'den fazla sivilden devletin valileri tarafından "resmi kurşunla" öldürüldüğü kabul edilen ilk ve tek örnekti. Bu kabulde de "teknik arıza" vardı ama katledilen Dilşah Ak'ın adı bile yoktu.
Aslında bu Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt sorununda 90 yılı aşkın süredir varolan bir "teknik arıza"sıydı ve hala sürüyordu.
NUSAYBİN'DE GÖZDE SPOR SLALOM!
Diyarbakır'dan Mardin'e, oradan da Suriye sınırının sıfır noktası boyunca uzanan tarihi İpek Yolu'na inmiştik. Amacımız bir yıl içerisinde tam yedi kez sokağa çıkma yasağı ilan edilen, şiddetli çarpışmaların, ölümlerin, yıkımların olduğu Nusaybin'e varmaktı.
1 Ekim 2015'te başlayan yasakların ilk altısı üç günle 14 gün arasında sona ermişti. En uzun olanı sonuncusuydu. 14 Mart'ta ilan edilen yasak Nusaybin'de tam 134 gün, 24 saat aralıksız uygulanmış, 25 Temmuz'da sonlandırılmıştı. Şu anda sadece geceleri uygulanıyordu Nusaybin'de sokağa çıkma yasağı.
Sınır boyunca uzanan Berlin-Bağdat Demiryolu ayırıyordu bu bölgede Suriye'yle Türkiye'yi. Sınır boyunca her 500 metrede bir nöbetçi kuleleri, her 100 metrede bir avcı çukuru, mayın tarlaları, iz tarlaları vardı Türkiye tarafında.
Sokağa çıkma yasakları, çatışmalar boyunca Habur sınır kapısına uzanan İpek Yolu aylarca kapalı kalmıştı. Irak Kürdistanı'na ve ötesine mal taşıyan kamyonlar, TIR'lar bozuk ve dar olan Midyat-İdil yolunu kullandılar. O yol da İdil'de, Cizre'de, Silopi'de çatışmalar olduğu zaman kapanıyordu. Kilometrelerce kuyruklar oluşuyordu.
Şimdi aynı güzargahta sadece arama noktalarında kuyruk var. Nusaybin'in girişleri ve çıkışlarında kontrol noktaları oluşturulmuş. Araçların içindeki çantalar, valizler kontrol ediliyor. Arama yapan güvenlik güçlerinin elinde bir tür okul yıllığına ya da fotoğraflı kataloğa benzeyen bir defter var. Araçlardakileri de bu defterdeki fotoğraftan kontrol ediyorlar. Bunun nasıl birşey olduğunu sonradan kentteki avukatlardan öğrenecektik.
Sorunsuz girdik ilçeye ancak esas büyük sorunun yedi defada yaklaşık 165 gün kesintisiz 24 saat sokağa çıkma yasağı uygulanan Nusaybin merkezinde olduğunu gördük. Kentin dört bir yanı, ana caddeleri, ara sokakları polis noktalarıyla, tel örgüler, beton ve çelik bloklarla kapatılmıştı. Koca koca mahalleler tel örgülerle çevrilmişti. Ana yollardaki, ara sokaklardaki polis bariyerleri yayaları da, sürücüleri de kış olimpiyatlarında slalom yapan kayakçılara çevirmişti.
Zorlukla ulaşıyoruz Nusaybin Belediyesi'ne. Hele bilmeyen için yolunu bulup Nusaybin'de bir yerden bir yere gitmek dünyanın en zor işlerinden birisi.
Belediye Eş Başkanları Sara Kaya ve Cengiz Kök'ün odaları "kriz merkezi" gibi çalışıyor. Nusaybin'de yaşanan bütün sorunlar belediyenin başkanlık odasında toplanmış sanki.
Barınmadan gıda yardımına kadar herkes sorununu çözmek için kendi yerel yönetimlerine başvuruyor. Zaten yardım isteyecek başka bir yerleri, gidecek başka bir kapıları da yok insanların.
Çözülmesi en zor sorun barınma olarak görülüyor. Binlerce aile evsiz kalmış.
Bir yandan gelenlerin sorunlarına çözüm ararken, diğer yandan da Nusaybin'in içinde bulunduğu güçlüklerle ilgili bilgi veriyorlar Kaya ve Kök.
EN BÜYÜK SORUN BARINMA
Kente girdiğimizde gördüğümüz tel örgülerle çevrilmiş mahalleler ve hala daha buraların yasak bölge olması sorunun en büyük kaynağı.
Nusaybin'in 15 mahallesi var. Altısı tümüyle tellerle çevrili. Tümüyle yasak bölge. Bu alanda belediyenin 11 bin abonesi var. Bunlardan üç bini işyeri, sekiz bini de konut. Toplamda 40-50 bine yakın insan yaşıyormuş bu altı mahallede.
Yol boyunca gelirken de dikkatimizi çekmişti, insanlar tel örgülerin arkasındaki evlerine bakıyorlardı; sağlam mı, yıkılmış mı diye. Kimi evler moloz yığınına dönmüştü. Kimileri de sapasağlam ayakta duruyordu ancak içlerine girip yaşamak yasaktı.
Kentteki operasyonların 1 Haziran'da bittiği resmen açıklanmıştı. Ancak kesintisiz 24 saat sokağa çıkma yasağı 25 Temmuz'a kadar sürdürüldü. Operasyonların bittiği gün açıklama yapan Nusaybin Kaymakamı Murat Sarı ilçe merkezine yapılacak tel örgü ve demir barikatların esnafın hasar tespitinin yapılması ve tahrip olan altyapının yapımı için kısa süreliğine olacağını açıklamış. Ancak üzerinden 80'den fazla gün geçmesine rağmen ne tel örgüler, ne demir bariyerler kaldırılmış. Üç binden fazla esnaf, 50 bine yakın insan evlerine gidemiyor.
Mahalleleri kuşatan tel örgülerin üzerine asılmış iki tip "yasak" levhası dikkat çekiyor.
Birinde yürüyen bir insan figürünün üstündeki kırmızı bir dairede tek çarpı işareti var. Levhada "Tel örgüden geçmek yasaktır" yazıyor. Yani "insan geçemez!"
İkincisinde ise yine kırmızı bir dairenin üzerindeki tek çapraz "yasak" işaretinin içinde "dur" diyen bir el var. Aynen Demokrat Parti'nin seçimlerde kullandığı "Yeter söz milletin!" afişinde olduğu gibi. Hani baş parmağını avuç içine kıvırsa "Rabia" işareti olacak. Üzerinde de "girmek yasaktır" yazıyor.
Geçen yüzyılda doğusu ile batısı arasında örülmüştü Berlin Duvarı. Yaşadığımız yüzyılın başında İsrail, Filistinlilere karşı örmüştü "utanç duvarı"nı. Nusaybin'de de şimdi tel örgülerden oluşan "utanç duvarları" var.
Belediye Eş Başkanı Kaya, "İnsanlar 1990'larda olduğu gibi batıya göçmedi. Zaten o tarihlerde göçenlerin yüde 90'ı da geri geldi. Çevre köylere, ilçelere, illere dağıldılar. Midyat'a, Akarsu'ya, Mardin'e gittiler. Batıya giden parmakla sayılacak kadar az. Çünkü büyük bir güvensizlik var. Bir ara köylerde çadırlarda yaşadılar. İnsanlar yıkılan evlerinin yerine çadır kurup yaşamaya hazır. Yasağı kaldırsalar, sağlam evlere insanlar yerleşse barınma sorununun en az yüzde 40'ı çözülür" diyor.
Belediye olarak birkaç kez mülki amire yaptıkları başvuruda da aynı yanıtı almışlar:
"Burada ne yapılacağını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı biliyor. Elimizde yıkılacak yerlerin üç boyutlu uydu görüntüleri var. Kimse mağdur olmayacak, zararları karşılanacak."
Tel örgülerin arkasında yıkık evler olduğu gibi sapasağlam ayakta duranları da var. Ancak hepsi yıkılıyor. Kimse ne olacağını bilmiyor. Herkes bütün ev eşyasını bırakıp çıkmış. Şimdi gittikleri yerlerde, kiraladıkları evlerde ihtiyaçları var. Ancak içeri girip almaları imkansız. Bir ara dilekçeyle emniyete başvurup kendilerine verilecek gün ve saatte güvenlik güçleri eşliğinde evlerine gidip eşyalarını alabilecekleri bildirilmiş. Bu mekanizma da pek işlememiş. Bazı gidenler evlerinin önceden talan edildiğini, televizyonlarının, buzdolaplarının götürüldüğünü görmüş. Geri kalan eşyaları da kullanılamayacak hale getirilmiş. Hatta bir kişi evini görmek için dilekçe vermiş. Göreceği gün sürekli ertelenmiş, "Bugün git, yarın evini görürsün" diye. Adama üçüncü kez verilen randevuyla evini görmeye gitmiş. Ama gittiğinde karşılaştığı manzara karşısında şok geçirmiş. Çünkü bir dozer üç katlı evini daha yeni başlamış yukarıdan aşağıya doğru yıkmaya. Gördüğüne, göreceğine pişman olmuş.
'COĞRAFYA KADERDİR'
Nusaybin'de karşılaştığımız insanlar yaşanan çatışmalı süreçte ya eşyalarını, ya evini ya da çocuğunu yitirmiş. Hepsini birden yitiren acılı insanların sayısı da az değil.
Nusaybin'e gittiğimizde belediyelere kayyum atanması gündemdeydi. Henüz KHK'ya dönüşmemişti. Böyle bir uygulamanın yaratacağı sonuçları değerlendirirken aslında daha kayyum atanmadan, şu anda yaşanan durumun da çok farksız olmadığını söylüyordu belediye eş başkanları:
"Zaten şu anda fiili bir kayyum uygulaması var. Nusaybin'in sokaklarındaki, caddelerindeki bütün parke taşları sökülüp yerine asfalt döşeniyor. Altyapı çalışmaları yürütülüyor. Kanalizasyon yapılıyor ama bütün bu çalışmalarda belediyemiz devre dışı. İş makinalarımız zaten CPS ile izleniyor. Her gün iş makinasını kullanacak şoförlerin kimlikleri jandarmaya bildiriliyor."
Bu arada bir kadın giriyor içeri. Doğruca Eş Başkan Kaya'ya gidip hayli düşük sesle birşeyler fısıldıyor kulağına.
Beş çocuğu varmış kadının, kocası terk etmiş. Çocuklarından biri sara hastası. Önce gönderilen gıda yardımı için teşekkür etmiş. Sonra da "Bu Nusaybin'in sıcaklarına biz dayanıyoruz ama sara hastası kızım dayanamıyor. Bir vantilatör olursa..."
"Çözmeye çalışırız" diyor Kaya, "Temin eder etmez sana ulaştırırız."
Şu ana kadar ihtiyaç sahibi 10 bin aileye ulaşılmış. Diyarbakır merkezli Rojava Yardımlaşma Derneği de bölgenin her yerine yetişme çabasında. Gıda dağıtımının yanı sıra çamaşır makinesi, buzdolabı gibi beyaz eşya yardımı yapılmış.
Büyük bir travma yaşıyor Nusaybin. Hem çatışmada yitirdikleri canlarının acısını yaşıyorlar, hem de evsiz, eşyasız, işsiz kalmanın.
Bir Nusaybinli "Hep biz öldük, burada kalmak için öldük" diyor. Bir başka biraz da teselli eder tonda karşılık veriyor:
"Coğrafya kaderdir."
"Kader" olan coğrafya ne yazık ki buralarda "keder"e dönüşmüş durumda.
SÜRECEK