Brezilya: Topraksızlar ve gece
Çocuklar düşe kalka henüz olmayan evlerine ve geleceklerine koşuyorlardı. Gece bir türlü yüzlerdeki umudu saklayamıyordu. Ağaçların yapraklarına, her yere bulaştı umut.
Bir otobüsün içindeydik. Geceydi. Toprak işgal etmeye gidiyorduk. Kadınlar, erkekler, keskin ve büyük bıçakları-machetaları, ortada koşturan çocuklar, her şeye rağmen uyuklayanlar, otobüsün geceden daha soluk aydınlatma lambaları altında, çok daha soluk görünüyordu. Herkesin yüzünde adrenalin rengi vardı. Yani sarı-yeşil bir heyecan duygusu. Yeni bir hayata başladıklarını düşünüyorlardı.
Arkamızdan bir kamyon geliyordu. İşgalcilerin eşyalarını taşıyordu. Yatak, yorgan, döşek ve hiçbir şey taşıyorlardı. Televizyonları mutlaka vardı ama şimdilik yüklenmemişlerdi. Televizyonu olmayan yoksul mu olur? Televizyon olmadan, bu kadar yoksulluk mu olur? Bir de ucuz olsun diye, hep birlikte aldıkları top top siyah naylonlar vardı. Bunlar evlerin duvarları olacaktı. Bir de onları ilk başta ayakta tutacak ağaç direkleri. Benim bildiğim bu yani…
Topraksızların militanları, bu soluk ışığın altında, ellerinde kağıt kalem, otobüste olanların ‘tapu’ numaralarını son kez yazıyorlardı. Geçen hafta birlikte dağıtmıştık tapuları. Brezilya anayasasının bize verdiği yetkiye dayanmıştık. Brezilya devletine Toprak Reformu yapma yükümlüğünü koymuştu anayasa; ‘İşlenmeyen topraklar, kamulaştırılarak halka dağıtılır.’ Bu hakkı sahiplerine veriyorduk. Bu çok hoşuma gidiyordu ve benim hayatımı bu hoşuma gittiler mahvetti! Onlar tapularını özenle alıp, içinde kimlikleri ve çocuklarının fotoğraflarından başka bir şey olmayan cüzdanlarının içine yerleştiriyorlardı. Bazıları son işgal gecesi gelmeyebiliyorlardı. Çekinmiş olabiliyorlardı ya da açıkça korkuyorlardı. Bugüne kadar 2000‘den fazla kişi öldürüldü toprak işgallerinde. Hatta toprak sahibine ihbar edip, bir yüklüce ödül almak mümkündü; yüklüce dediğim bir şişe Brezilya kanyağı ve açlık sınırında çalışmak olabilirdi. Bu yüzden işgal edilecek toprağın yeri hiç kimseye söylenmezdi.
Çok karanlık bir yerde durdu otobüs. Herkes aşağı indi. Bellerinde machetalar, kucaklarında çocuklar, kadınlar, erkekler ve ceplerinde kıvrılmış tapu kağıtları… Kimse bizi beklemiyor gibiydi. Polisler, askerler ya da toprak sahibinin bizi vurmak için tuttuğu paralı adamlar. Çok şükür ki sadece karanlık vardı. Birden machetalar bellerinde ki yerlerinden hızla dışarı çıkıp, toprağı çeviren çitleri parçalamaya başladılar. Hava parçalanmış mülkiyet kokuyordu. Benim hayatımı bu kokular mahvetti – Hay salamlar hay salamlar bunu dinlemelisin burada sevgili okur. Bir İspanya devrimi şarkısı.
Sonra hep birlikte parçalanmış çiti kenara çektiler. Kamyon içeri girecek kadar bir yer açtılar. Kamyon, ağustos böceği seslerini parça parça aydınlatan farıyla sarsılarak içeri girdi üstünde yüklü olan yatak, döşek, hiç bir şey ve siyah naylonlarla. Militanlar daha önce tespit ettikleri yere kadar ona eşlik etti. Çocuklar düşe kalka henüz olmayan evlerine ve geleceklerine koşuyorlardı. Gece bir türlü yüzlerdeki umudu saklayamıyordu. Ağaçların yapraklarına, her yere bulaştı umut. Herkes kendi işini yapmaya başladı. Günlerdir bu örgütleniyordu. Evler için direk yeri kazanlar, kahve pişirenler, etrafta güvenlik alanlar, siyah naylonu itinalı bir şekilde ölçüp kesenler, dağıtanlar, ateş yakıp gitar çalanlar… Bir şenlik yerine döndü işgal toprağı…
Elimde kamera ile sağa sola boş boş dolaşıyordum. Karanlıktı, hiçbir şey çekemiyordum. Bir süre kamyonun far ışıklarında dolaştım. Zerre zerre parçalanmış bir ışık veriyordu farlar. Sonra benim için 4 pet şişe buldular. Ortasından kesip, ağız kısmına mum koydular. İki tane ışıkçım oldu. İki ellerinde ikişer pet şişe, dört mum, bir küçük eski ama çok becerikli bir kamera. Bir toprak işgali bundan güzel çekilebilir mi?